Evim evim güzel evim diyerek kaldığımız gecekondudan hallice eve girdik. Oda parfümünün yerini rutubet kokusunun aldığını burnu tıkalı bir insan bile net bir şekilde anlayabilirdi. Evin kapısı dışında sağlam bir yer yoktu ve aslına bakılırsa evin tek bakımlı yeri giriş katıydı. İçeri girdiğimizde beyaz fayanslar üzerine siyah bir kilimin eşliğinde oturma odasına geçiyorduk. Oturma odası evin neredeyse yarısını kaplıyordu zaten. Siyah deri koltuklar üzerinde küçük kırmızı mavi kadife yastıklar vardı. Televizyon sehpası ve yanındaki alkol dolaplarının arkası beyaz taş şekilleri olan bir duvar kağıdı ile kaplıydı ve duvarın kalan kısımları krem rengiydi. İnsanı bakınca bile tahrik eden "gözde" kadınların fotoğrafları asılıydı duvarlarda. Mutfağımız müşterilere hizmet dışında pek kullanılmasa da gayet güzeldi. Amerikan mutfak denen mutfaklardandı ve dolaplar da koltuklar gibi kırmızı siyahtı. Akşam yemeklerini genelde müşterilerle yediğimizden kahvaltılık dışında pek yiyecek olmazdı dolapta. Oturma odasının sağ köşesi yani mutfağın hemen yanındaki merdivenle bizim kaldığımız odaya çıkılıyordu. Müşteriler bizi oturma odasında görebilirlerdi, odamız kendimize aitti. Eğer beğenirlerse hemen karşı caddedeki otele gidiyorduk. Orası artık 'bizim otel' olmuştu. Dolayısıyla odamızı biz, Avni Bey ve Özgür'den başka gören olmadığından oldukça berbattı. Merdivenden çıktığımızda sarı boyası biraz dökülmüş olan dar ve kısa bir koridordan geçiyorduk. Koridoru tek bir ampulden başka aydınlatan hiçbir şey yoktu. Koridorun sonundan sağdaki oda kaldığımız odaydı. Bu odada tam sekiz kişi kalıyorduk. Ranzalarımız, pavyon şarkıcılarının posterlerinin asılı olduğu yine boyaları dökülmüş sarı duvarlarımız ve soğuk fayansı kaplayan eskimiş kilimlerimiz vardı. Odanın sol köşesinde aynasının etrafında ışıkları olan ve insanı baktığında film yıldızı gibi hissettiren makyaj masamızda bazen kavga çıksa da tam sekiz kişi hazırlanmayı başarabiliyorduk. Pencere havalandırma şeklinde olduğundan içeri pek ışık girmiyordu ve çok şükür ki odamızın aydınlatması yeterli sayılırdı. Kıyafetlerimiz ve dolayısıyla dolabımız, ayakkabılarımız numaralar uyuştukça ortaktı. Herkesin her kıyafet için bir sırası vardı. Günlere göre giyiniyorduk. Odanın en sağındaki ranzanın alt yatağında ben yatıyordum. Bu yatağı almak hiç de kolay olmamıştı benim için. Kışın priz yatağın yanında olduğundan elektrikli soba hemen yatağımın yanında dururdu ve yazın da havalandırmanın dibinde olduğundan ara sıra eserdi. Tuvalet kokusundan da uzak olan en konforlu yataktı. Bu beş yıldızlı yatağıma uzandıktan sonrası sadece birkaç sesten ibaretti benim için. Kızlar akşam kulübe gidileceğinden bahsediyordu, yarı uyanık olduğumdan tam kestiremiyordum. Ağdanın cırt cırt sesi ve kıyafet kavgası yapan kızların eşliğinde uykunun huzurlu boşluğuna düştüm.
Aniden kafamda inanılmaz bir acı ile kendimi yerde buldum. Daha ne olduğunu, kim olduğunu anlayamadan biri beni kaldırdı ve sertçe bir tokat attı yüzüme. Müthiş güzel kendime gelmiştim. Gözlerimi açar açmaz elmacık kemiğime yediğim bir yumrukla da yere yığıldım. Hemen ardından da karnıma güzel bir tekme geldi. Hala kim olduğunu görememiştim ve canım inanılmaz acıyordu. "Bir daha size hap falan yok. Sizin gibi orospular ne anlar kafa dinlemekten. Hata bende, size acımamda kabahat..." diyerek bağırmasına devam etti. Bağırırken bile çekici ses tonuna sahip olabilecek tek kişi Özgür'dü. "Müşterinin önünde kusmak ne demek lan?" derken sanırım beni kısır edebilecek güçteki o muhteşem tekmesini savurdu karnıma. Ellerimle yüzümü kapattığımda bir ıslaklık hissettim ve bu bildiğimiz kandı; benim kanımdı. Gözlerim yavaşça kapanmaya ve etrafım kararmaya başlarken bu dramatik görüntü eşliğinde Özgür hızlı adımlarla kapıyı çarparak odadan çıktı.
* * * *
Kendime geldiğimde alnımda ıslak bir bez ve burnumdaki tamponlarla yatağımda yatıyordum. Hemen yanımda içinde kanlı su olan bir kova duruyordu. Doğrulmaya çalıştım ama başarısız bir çabaydı, olduğum yerden belki birkaç santim kıpırdamıştım. Çok susamıştım ama karnımın acısına katlanıp doğrulamıyordum. Nur bu çabamı fark etmiş olmalı ki yanıma gelip annemmiş gibi söylenerek kalkmama yardım etti. Kendimde bulabildiğim tüm gücü kullanarak doğruldum ve karnımı kasmadan konuşmaya çalıştım. Bir fısıltı şeklinde "Su" diyebildim sadece. Nur su getirmek için kalktığında ben de yastığımın altından bir sigara çıkardım. Ateşim olmadığını dert ortağımı dudaklarımın arasına yerleştirdikten sonra fark ettim. Etrafıma bakınırken asırlık bekleyişin ardından Nur suyumu getirdi. "Suyunu içirirdim ama sigara içecek gücü kuvveti bulmuşsun kendinde" diye kızarak dalga geçti. O da böyle değişik bir kişilikti. Bunca şey yaşayıp da umudunu hiç yitirmeyen ve hala sağlığa takıntılı olan bir insandı. Suyumu içerken sanki aynı tekmeyi tekrar yemiş gibi acı çekiyordum. Sigaramı tekrar ağzıma koydum ve Nur'un vicdanının onu ziyaret etmesi için beklemeye başladım. Bu yaklaşık üç beş dakika sürdü ve gelip sigaramı yaktı. Kendime gelmeye çalışırken bir yandan da olanları yerine oturtmaya çalışıyordum. Gözümü çaydanlığa kitlemiş öyle düşünüyordum. Bu kadar dayaktan sonra beni kulübe götürmezler diye düşündüğümden ne kıyafet ne de saç baş derdim vardı. Yatağa uzanıp sigarama biraz da yatarak devam etmek istedim. Derken Nur geldi ve "Ne yatıyorsun hala hazırlansana!" diye o müthiş yeteneğiyle sessizce bağırarak tüm keyfimi kaçırmayı başardı. "Bu şekilde nasıl hazırlanıp da işe çıkmamı bekliyorlar acaba!" diye sesimin çıktığı kadar yüksek bir şekilde çıkıştım. Aşağıdan duyulduysa yine dayak yerim diye bir süre sessizce bekledik ama sanırım kimse duymamıştı veya umursamadılar. "Rossaline, sakin ol ve otur şuraya. Ben seni hazırlarım sadece tatsızlık çıkarmayı kes artık. Senin yüzünden hepimizin başı yanacak." deyip kolumdan tutarak kaldırdı beni. Kolumu hiç bırakmadan makyaj masasına kadar yürüdük ve oraya bir sandalye çekerek beni yavaşça oturttu. "Şimdi sadece burada otur, gerisini bana bırak." dedi ve işine koyuldu. Alev abla "Yeşil elbiseyi bugün kim giyecek; mini olanı?" diye bağırdı ortaya. Bir anda tüm o kargaşa sesi kesildi. Alev abla hepimizin ablasıydı, üstümüzde çok emeği vardı. Ne zaman, kimin başı sıkışsa yardım eden o olurdu. Avni Bey'le farklı bir ilişkileri vardı. En azından herkes öyle düşünüyordu yoksa bu kadar sözü geçmezdi kimsenin üstünde. O bir şey dedi mi olurdu. Dolayısıyla o elbiseyi bugün kimse giymeyecekti. Nur "Makyaj tamamdır. Şimdi biraz dik otur da saçlarını yapalım." derken aynı zamanda doğrulmama yardım etti. Saçlarıma maşa yaptıktan sonra sonunda aynada kendime bakmama izin verdi. Bu kız makyaj işinden anlıyordu. Siyah göz makyajım ve fondötenle dayak yediğim hiç belli olmuyordu. Peki ya karnımdaki morluğu ne yapacaktık? "Ross, gel." diye seslendi Alev abla. Nur'un yardımıyla oldukça yavaş bir şekilde ufacık odayı yaklaşık üç dört dakikada yürüdüm. "Karşımda kıpırdamadan dümdüz dur." dedi. Alev ablada çareler tükenmezdi. Bir tür kapatıcıyla tüm karnımı boyadı. İşi bitince ağzıma bir sigara koyup yaktı. "Şimdi bekle de kurusun, elbiseye bulaşmasın." dedi. Bu da yeşil elbiseyi benim giyeceğim anlamına geliyordu. Dönüp arkama baktığımda Sırma'nın sinirli bakışlarıyla karşılaştım. Sanırım yeşil elbisenin sırası Sırma'daydı. Fakat burada bir hiyerarşi vardı ve herkes buna uymak zorundaydı. Sırma'nın bakışları eşliğinde ve Alev ablanın yardımıyla da elbiseyi giydim. Dibine kadar yanmış sigaramı kül tablasına bastıktan sonra yatağıma oturup kızların hazırlanmasını beklemeye başladım.
* * * *
Gecekondudan çıkıp siyah lüks ciplere binen sekiz güzel kadındık. Şehrin bu taraflarında bizim gibilere alışıklardı ve dolayısıyla biz alışılmadığımız yerlere gidiyorduk. Ne kadar fuhşun normal karşılandığı bir ilçede de olsak hızlı hareket etmemiz gerekiyordu. En önümüze Alev abla geçti ve şoförün tam arkasındaki koltuğa oturdu. Zaten hep oraya tek başına otururdu. Sırma, Katya ve Nazlı en arkaya yerleşirlerdi. Onların peşinde kuyruk gibi dolanan yalaka Sevgi ve Asya'da hemen bir önlerine geçerlerdi. Biz de Nur'la birlikte Alev ablaya yakın olan kısma yerleşirdik. Yine aynı yerleşim planı ile yolcuğumuz başladı. Alev abla arkasını döndü ve "MB Club'a gidiyoruz" dedi. Daha önce hiç gitmemiştim ama Alev abla gayet rahat görünüyordu. Daha bitmemiş sigarasını camdan atarken "Kızlar geldik sayılır, hazırlanın." dedi Özgür. Benim yüzümden -veya Özgür'ün kalitesiz hapları yüzünden- artık kendi çabamızla gülümsemek zorundaydık.
Kırmızı-sarı-turuncu led ışıklarla çerçevelenmiş kocaman MB Club yazısı filmlerdeki Las Vegas kumarhanelerini andırıyordu. Mekanın önünde sıralanmış genelde chopper tarzda çok fazla motosiklet vardı. Motosikletleri gördükten sonra 'MB'nin açılımının 'motorbike' olduğunu anladım. Nur'a "Daha önce hiç bu kadar çok demir yığınını bir arada görmemiştim." Dedim ve ikimiz de kahkahayı bastık. Sekiz kişi girmemiz dikkat çekeceğinden her zamanki gibi Alev abla, ben ve Nur önden ilerledik; arkamızdan da diğer kızlar gelecekti. Ağır olduğu belli olan bir kapıya geldiğimizde centilmen ve beyazlamış saçlarına göre oldukça havalı görünen adam kapıyı bizim için açtı. "Sizin gibi bayanları burada görmek ne güzel, hoş geldiniz." Dedi ve Alev ablaya apaçık 'bu gece görüşelim' anlamında bir bakış attı. "Mersi." Deyip yürümeye devam etti Alev abla. Neden müşteri potansiyeli olan bir adamı terslediğine hiç anlam veremedim. Adam çirkin bir tip de değildi. Yanına yaklaşıp fısıldadım "O adama neden yüz vermedin abla?". "Ross, konu iş olduğunda duygusal olma artık. Hatta hiçbir konuda duygusal olma. İçeride bunca parası olan adam varken geceyi erken bitirmeye karar vermiş cimrinin tekiyle neden uğraşayım?" diyerek beni bir nevi uyarmış oldu. İçeri iyice ilerlediğimizde birbirimizden ters taraflara yöneldik. Yalnız duran kadınlar her zaman daha 'müsaittir'. Bir bar sandalyesini çektim ve oturdum. Barmenden tüm kadınsı özelliklerimi takınarak olmasına çok da gerek olmayacak seksilikte bir kokteyl istedim. Bu şekilde etraftaki yalnız beylerin dikkatini çekebilirdim. "Sana özel hazırladım kokteyli. Bakalım beğenecek misin?" diyerek sinsi bir gülüş yaptı barmen. Fakat bu kadar zengin adam varken barmen olamazdı. Zaten eminim ki onlara yasaktı. Ben de Alev abla gibi yalnızca "Mersi." Demekle yetindim ve beklemeye koyuldum. Beklerken de etrafımı izlemeye karar verdim. Tabelasında olduğu gibi içerisi de kırmızı, sarı ve turuncu döşenmişti. Girişten hemen sonra sol tarafta kocaman bir motor ve yanında seksi bir kadın heykeli vardı. Mekanın en ortasında kocaman bir kumar masası ve etrafında daha küçükleri duruyordu. Büyük kumar masasının sağ tarafında benim oturduğum bar vardı ve tam barın karşısından da üst kata çıkılıyordu. Üst kat, alt katı çevreleyen bir balkon gibiydi ve en ortadan kocaman, kristale benzeyen bir avize sarkıyordu. Masalar, sandalyeler, kapılar hep koyu kahverengi ahşap döşenmişti. Astıkları tablolarda da doğal olarak hep motosikletler ve kadınlar vardı. Tam arkama dönüp bir kokteyl daha isteyecekken önüme bir bardak viski geldi. Barmen başıyla sağ tarafı işaret ettiğinde bu akşamki müşterimle göz göze geldim. Garibime giden şuydu ki adamın yanında zaten üç tane -kıyaslanırsa benden çok daha fazla güzel- kız vardı. Fakat aynı zamanda masalarında dördüncü viski şişesi açılmıştı ve ilk damlaları bana gönderilmişti. Bardağı aldım ve oldukça yavaş bir şekilde, gözlerimi o adamdan hiç ayırmadan ona doğru yürümeye başladım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Rossaline
RomanceRossaline adında bir hayat kadını her şey sıradan devam ederken Timur adında bir adamla tanışır. Bu adam ve Rossaline birbirlerinden çok etkilenir. Birlikte geçirdikleri bir gece Timur Rossaline'den hayatını anlatmasını ister. Hikaye bir hayat kadın...