Her çocuğun hayaliydi belki de dondurma fabrikasina sahip olmak... Ama benim dondurmam yokluğunda eridi...
Havada esen öyle bir fırtınaki, kökü metrelerce aşağıda olan o ağaçları bile yerle bir etmişti.
Annemin sesi yankılandı kulağımda. Sanki elimden tutup beni bir yerlere götürmeye çalışıyormuş gibi yalvarıyordu. Sesi kulaklarımı tırmaladı, kalbim hızlı hızlı atmaya başladı. Ürperdim. Gözlerimi açtığımda etrafımda oluşan fısıltılara kulak kabarttım. "Daha gencecikti, iki çocuğunu da arkasında bıraktı gitti. " Bu ses defalarca kulaklarımda yankılandı, yankılandı... Nerde olduğumu çözemedim ilk başta, kafamı döndürdüm. Odamdaydım. Rahatlamıştım ancak o sözlerin ne anlama geldiğini ve neyden bahsettiklerini anlamamıştım. Ayağa kalkıp salona doğru ilerledim. Kapım aralıktı ve içeriden kalabalık sesler geliyordu. Annemin misafirleri gelmiştir diye düşündüm ilk başta ama hiçte düşündüğüm gibi değildi. Biri Kuran okuyordu. Nefesimi tuttum, kapının arasından içeri bakış attım. Başı kapalı bir sürü kadın... Gözlerim annemi aradı, bulamadım. Kalabalığın içinde başını duvara yaslamış gözlerinden tane tane yaşlar akan halamı gördüm. Kapıyı açıp içeri daldım ve birden bütün bakışların üzerimde olduğunu fark ettim. "Annem nerede?" diye bağırdım. Herkes bakışlarını saklayıp yere doğru gömüldü. Halama döndüm elini göğsünün üzerine koydu. Bu sefer göz yaşları daha şiddetliydi. Korkuyordum. Bu kadar kadının bizim evimizde ne işi vardı, halam neden ağlıyordu ve en önemlisi annem neredeydi? Ağlamaya başladım ve bu sefer sakin olmaya çalışarak tekrar annemi sordum. "Annem nerede?" sesim titrek ve korkak bir şekilde çıkmıştı. Peki ya babam? Babam nereydi? Odama doğru koşup telefonumu aldım ve bir kaç kadın, aralarında babaannem ile birlikte peşimden geldiler. İlk önce annemi aradım. Açan yoktu daha da telaşlandım. Bu sefer babamı aradım. Uzun bir süre çaldıktan sonra telefonu nihayetinde açtı ve ağlamaklı bir sesle " efendim kızım" dedi. Derinden vuruldum. Herkes beni izliyordu. Ağlayarak annemin nerede olduğunu sordum. Biraz sustuktan sonra, "meleğimiz öldü kızım, üzülme sakın ağlama" diye söylendi ve telefon bir anda elimden kayıp düştü. Neye uğradığımı şaşırdım. Kalbim o kadar hızlı atıyordu ki etrafımdaki ağlama ve konuşma sesleri birden sadece bir uğultuya dönüştü. Gözümün önüne direkt olarak annem geldi. Gülüşü, o siyah omuzlarına inci gibi dökülen saçları... Peki ne zaman ölmüştü, ben neredeydim ve ne zamandır uyuyordum? Aklımda yüzlerce soru işaretiyle bayıldım. Ayıldığımda hastanedeydim. Kare ve küçük bir odada ağabeyim ve babam baş ucumda oturuyordu. Her şeyin kötü bir eşek şakası olmasını o kadar istedim ki... Ağır ve titrek bir sesle nihayet merak ettiğim tek soruyu sorabildim;
- Annem nasıl öldü babam nasıl nasıl?
- Dün sabah seni servise uğurladıktan sonra beni aradı ve evde canının sıkıldığını yanıma gelmek istediğini söyledi. Hayır diyemedim ve gelmesini, ona kahve ısmarlayabileceğimi söyledim. Hava kötüydü. Nereden bilebilirdim karşıdan karşıya geçerken rüzgarın o güzel saçlarının önüne geçip süratle gelen arabayı göremeyeceğini.
Gözlerinden yaşlar akıyordu. Ağabeyim daha fazla duramayarak dışarı çıktı.
- Peki ben neredeydim, benim neden haberim olmadı bana neden yalan söylediniz bütün gece neden haberim olmadı?
- Akşam erkenden uyumuşsun ve halana bizde, senin yanında kalmasını söyledim, mevlüt işlerini o ayarladı yarın cenazeyi kaldıracağız.
Yanıma gelerek saçlarımı okşadı, ağlıyordum. Anlımdan öperek "sakın üzülme kızım, artık ben varım birbirimize daha da kenetlenip asla yıkılmayacağız" dedi...