19.Bölüm: YAĞMURA KARŞI

204 19 59
                                    

Umut sonbahar yağmurlarının şefkatli kucağına bıraktı kendini. Kafasındaki düşünce sağanağı ise dışarıdakinden daha şiddetliydi ki dur durak bilmiyordu. Göğün yaşlarının tersi istikamette yürüdü. Yağmuru delip geçmekte zorlanmıyordu ama düşüncelerini aynı şekilde delip geçmek ise bir hayli zordu. Hava koşullarının etkisiyle tenha olan bir parka doğru yol aldı. Geniş bir ağacın yaprakları sayesinde korunaklı gördüğü bir banka bıraktı bedenini. Kafasını ellerinin içine alıp dirseklerini dizlerine dayadı. "Nerede hata yaptım ya da neyi eksik yaptım" diye kendisine yüklenmeye başladı. Hazan'ı her ne kadar psikolojik ve bedensel olarak sağlıklı görmese de yine de onu böyle yalnız bırakmamalıydım diye içi içini yedi. Onun desteği sayesinde bir adım dahi olsa pozitife doğru yol aldıklarını düşünmüştü ancak 'ne yaparsam yapayım işe yaramaz adamın tekiyim' diye tekrar sinirlerine uyguladığı baskı sonunda duygularının kayışı koptu. Yağmura karşı bıraktı hüzün yaşlarını. İçli içli ağlamak emindi ki onu rahatlatmayacaktı. Bağıra bağıra, yüreğinde yer edinmiş elemi parçalarcasına boşalttı göz pınarlarını. Rahatladığını hissettiği anda ise aklına gelen ilk şeyi yaptı.

Civardaki en yakın berberde soluğu aldı. Berberin samimi bir şekilde onu karşılamasına silik bir kafa sallama ile yanıt verip boş bulduğu bir koltuğa bıraktı külçeleşen bedenini.

"Nasıl bir model istersiniz beyefendi?"

"Bir numara..."

Berberin şaşkın bakışlarını görmezden gelerek aynadaki yansımasına odaklandı. Aslında aynada gördüğü soluk benzi değildi. Ruhunun bölük pörçük yansımalarını izliyordu orada. Berber ise kulak memesini geçen, gayet sağlıklı görünen dalgalı siyah saçları bu derece kısaltma isteğini yanlış duyma ihtimaline karşı bir kez daha onunla göz teması kurmaya çalıştı. Ama nafile, o donuk bakışlardan alabileceği bir cevap bulamayacağını anlayınca işe koyuldu. Zaten hava kasvetliydi bir de bu havada aksi bir müşteriyi hoşnut etmeye çalışmak ise kasvetini daha bir artırdı.

Dışarıdan bakıldığında nasıl da farklı görünebiliyordu insanlar. Ruhlarını görebilmek ise ayrı bir maharet gerektiriyor olmalıydı. Aslında her meslek ehlinin psikoloji dersi de alması gerekliydi. Yumuşak bir mizaca sahip bireylerin kederin elinde nasıl anlık mutasyona uğradıkları bilinebilmeliydi...

İş bittiğinde ise ilk kez gerçekçi bir şekilde kendisine baktı Umut. Eski halinden eser yoktu. Kurmaya çalıştığı empatiyi şu an en iyi şekilde kurmanın yolunu bulmuştu. Erkekler için bile görsel zevki okşayan görüntünün değişimi bir kadın için ne kadar acı verebilir bir kez daha kavradı o an. Ama yine de bir tarafı hala kırgındı Hazan'a karşı. Neden kendisinin ona olan derin sevgisini anlamıyordu ki? Neden onu her haliyle sevdiğini idrak edemiyordu?

Evden çıkalı ise iki saati geçmişti. Kim bilir Hazan ne haldeydi. Ama yapması gereken bir şey daha vardı. Günlerden Pazardı ve işyeri bugün sadece kendisine aitti. Adımlarını hızlandırıp neredeyse hiç soluk almadan mekanının kapısına dayandı. Aceleyle anahtarı kilite takıp iki hamlede üzerinden kapıyı kilitledi. Vakit kaybetmeden masasına geçip kalem ve kağıda susamışcasına dört elle sarıldı geçmişin yadigarına. Evet, nasıl da akıl edememişti ki şimdiye kadar. Sevdasını satır satır yıllarca yazdığı kadını, ne çok severdi mektuplarını. Hatta Hazan'ın mektuplarından yaptığı mektup albümü ise ünitelerini süsleyen demirbaş gibiydi. Ya yatak odasında duvarlarını neşeye boğan çerçeveletilmiş ilk mektupları...

Geç kalınmış bir görevi tamamlama aşkıyla ne yaptığından emin bir şekilde girişini yaptı.

"Sevgilim...
Yüreğimin görünmez buzlarını eriten, kör karanlıklarımı sabaha kavuşturan güneşim. Beni hayata bağlayan damarlarımdaki kan misali muhtaç olmuşluğum. Sesinin tınısı işlemiş her bir hücreme. Ilık nefesin hayat vermiş benliğime. Nice fırtınalarda ala bora olmuş ruhumun sığınağı olmuş yüreğin. Bakışlarının derinliğinde kaybolurken ruhum, nice baharlar kucak açmış sevdamızın gerçekliğine. Saklı iklimlerinde gezinirim sen derin rüyalarla oyalanırken.
Bir bülbüle dönüşürüm goncaların açıp bana gülümsesin diye. Bıkmadan usanmadan sana türküler, şiirler okurum nazarının güller açan bahtını görmek uğruna. Beni kendinden ırak ettiğinde ise benliğimin kabuğuna çekilip de kalamam sevdiğim. Bana sen gereksin... Bana senin sevgin gerek... Sonsuz uçurumlardan düşerim sırtını bana döndüğünde. Kalbimin bahar bahçesi solar güzel yüzün mutsuzluğa soyunduğunda.
Her dert, her çile belki bizi bulur. Belki de dipsiz kuyularda çürütürüz ömrümüzü. Ama ne olursa olsun samimi bir bakışın, içten bir gülüşün ışık olur kabuslardan uyanmamıza. Ellerim ve yüreğim bana ait değil biliyorsun. Her bir uzvum ve duygum bir sözüne, bir bakışına amade. Ölümün soğuk yüzünü bile öperim demiştim senin uğruna. Bu uğura adanan bir ruhu kendinden ırak etme sevdiğim. Benim için önce can gelir ama o can kendim değil sensin sevgilim. Senin için yapamayacağım, vazgeçemeyeceğim hiçbir şey yok benim için bu hayatta. Geçici güzellikler ve görüntüler ise zerre umurumda değil bilmelisin. Bunu bin kez unutsan da bin kez hatırlatmaya razıyım sevdiğim. Yeter ki yüreğini ve ruhunu benden ırak etme sevgilim...
Çünkü ben seni yüreğimin baharlar ülkesinden damlayan mürekkebin kelamıyla satırlara yazmışım. O satırlar ki her ne olursa olsun susmayacak. Ve o satırlar sonsuza kadar senin yüreğinin yatağında hayat bulacak..."

"mektubat-ı aşk" 2 KANSER (TAMAMLANDI )Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin