İyi okumalar...
Canı yanan her canlı can yakmaya meylederdi. Zihninin paslı parmaklıklara yuva yaptığı meskeninde bir ateş kavlar ve bu ateşini körüklemeye intikam adını verdiği odunlar sağlardı. O parmaklıklar ardında gözü yaşlı bir çocuk vardı canı yanmış, kirli ruhlar tarafından yakılmış bir çocuk. Ruhun coğrafyasının önünde bariyerler vardır. Acı, ruhun zarını zorladığında, kötülük yırtılan zardan içeri sızarak körelmiş zihninize ulaşırdı. Zihni kötülüğe kapılan, kalbi vicdansızlığa boyanan ruh; cızırtılar çıkartarak adeta bir ampul gibi patlıyordu. Ruh kana karışıyor, gözlerden akan tuzlu damlalar ruha yağmur oluyor, bir gazeteye düşecek kadar bilinmese de ruh ölüyordu.
Kaburgalarımı kırbaçlayan soğuk sırtımda konaklıyor ve açtığı yarayı pansumanlamadan firar ediyordu. Sakindim en az ürktüğüm kadar. Dilimi mıhlayan, kelimelerime mührü vuracak kadar öfkeye sahipti. Yakınlığı karşısında en küçük hücreme kadar gerildiğimi hissettim. Ellerimi göğsüne koyup ittirmeye çalıştım. Tabi sadece çalıştım. Birden kolumu kavrayıp beni geldiğim yöne doğru sürüklemeye başladı. Kolumu pençelerinden kurtarmaya çalışırken bağırdım. "Bıraksana hayvan!" kolumu daha çok sıkmaktan başka bir şey yapmamıştı. Ben debelenmeye devam ederken çoktan köşeyi dönmüş, dağıttığım bar görüş alanımıza girmişti.
Kurtulamayacağımı bildiğim halde hala debeleniyordum. Barın önüne gelince kaçtığım izbandutları gördüm, beni görünce gözlerini pörtleterek bileğimi tutan hayvana "Abi sen... nasıl?" diye şaşkınlıklarını belirttiler. Buranın sahibi olduğuna artık emin olduğum adam onları takmayarak beni içeri doğru sürükledi. Etrafı süzdüm. "Vay be ne güzel dağıtmışım!" herkesin bakışları beni bulunca "Ben onu dışımdan mı söyledim?" diye mırıldandım. Adının Hüseyin olduğunu hatırladığım güvenlik görevlisi kafasındaki sargıyla bana korkak bakışlar atıyordu. Ona şirin olduğunu düşündüğüm ama saf alay kokan bir sırıtmayla "Kafana n'oldu senin?" dedim. Gözlerindeki korkak bakışlar sıyrılıp yerini öfkeye bıraktı. "Ha ben ben yapmıştım değil mi?" diye şaşkın bir nida da bulununca bileğimi tutan adam hiddetle beni savurdu. Birkaç sendelemeden sonra kendimi toparladığımda sinirle ona çıkıştım "Ne yapıyorsun hayvan!" bağırışımla birlikte üzerime yürümeye başlayınca biri araya girerek onu durdurdu. Bu onu daha da öfkelendirdi "Erim çekil!" dedi dişlerinin arasından. Erim olduğunu öğrendiğim kişi "Sakin ol Aden." ancak erim onu takmayarak işaret parmağını bana doğru salladı. "Bunun bedelini ödeyeceksin ufaklık!" diye kükrediğinde kalbim korkuyla çarptı.
İşaret parmağımla Hüseyin'i gösterdim. "Onun suçu." sesim titrememişti lakin bir mırıltıdan öteye de gidememişti. Herkes Hüseyin'e dönünce o da büyümüş gözlerle bana bakmaya başladı " Ben n'aptım?" şaşkın sorusu karşısında bakışlar tekrar bana döndü. Aden denilen adam "Yeter, biriniz anlatın lan!" diye bağırdı. Burada olduğunu yeni farkettiğim barmen "Abi ben anlatayım."diyerek anlatmaya başladı. "Abi bu kız buraya oturacağım diye tutturdu, burası özel müşteriler oturamaz dedim ama dinletemedim." Aden burnundan derin bir soluk verdi. "Eee?" diyerek devam etmesini belirtti. "En ağır içkiyi sordu bende sek mi shot mu diye sorduğumda direk şişeyi istedi. Ben şişeyi ve kadehi götürdüğümde yanına bu adam oturmuştu." derken kafasına şişe geçirdiğim ve muhtemelen sızmış olan herifi gösterdi. "Adam mı?" imalı bir sesle araya girdiğimde Aden kaşlarını çatarak sızmış olan herife baktı, ardından bana dönerek üzerimi süzdü.
Hüseyin "Ben devam edeyim." dedi. " Müziğin sesi durunca bakmak için içeri girdim bu kaçık, adamı bayıltmış insanlara 'ne bakıyorsunuz?' diye bağırıyordu. İşte bende mekandan gitmesini, olay çıkartmaması gerektiğini söyledim." demesiyle kaşlarım çatıldı. "Nasıl söyledin onu da anlatsana?" onun ağzını açmasına fırsat vermeden alayla güldüm ve adının Erim olduğunu hatırladığım adamın kolunu tutarak Hüseyin!i taklit ettim. "Olay çıkarma, patron gelmeden siktir git!" bağırmamla Erim yüzünü buruşturdu. "Ah ama pardon o herifin fütursuzca sarf ettiği ahlaksız sözleri sakin karşılamalıydım." durmadım devam ettim. "Haklı olduğum bu mekandan siktirip gitmek yerine sikip gitmeyi tercih ettim, bunun için üzgünüm." dedim hiç üzgün olmayan sesimle. Aden durulmuş bir öfkeyle "Bu sana mekanımı dağıtma hakkını vermez, bizi uğrattığın zararın yanında itibarımızı da zedeledin. Bunu ne yapacağız?" dediğinde Erim "Abi, tamam borcunu bir ay burada çalışarak öder."
Batan öfke gemimde son çırpınışları yaparken "Ben haklıyım, bu herif bana bulaştı ve bedelini ödedi. Normalde bu kadar sert çıkışmazdım ama bugün-" bugünün anlamı altında ezildi ruhum. Yüksek dağlarının tepesinden bir kartal düştü gözlerimin kollarına. Kartalın yaralı kanatları bu gecenin anlamını taşıyordu. Yaralı kanatlardan sızan kan gözlerimin merceğini delip geçti, kelimelerimi lal etti. Sustum. Yelkovan akrebe bir çentik geçirdi. Zaman durdu. Pusulasını kaybeden boş bakışlarım yolunu buldu. Bu bir ihanet değil miydi kabuğu çatlamış yaralarıma? ihanetti. Hayır, bu çok büyük bir ihanetti. Her zaman galip olan mantığım bir kez daha mağlup olan duygularımı beyaz çarşafa sarmadan önce son kadehini kaldırdı beyaz çarşafa sarınan duygularımı artık hissetmiyordum. Şuan mantığım kazanmanın zaferini kutluyordu. Gitmeliydim. İçimde kaybolan benliğimle sokaklarda kaybolmalıydım.
Bir ay burada çalışabilirdim, sorun değildi. Belki Mirza buna ters tepki verebilirdi ama halledebilirdim. Tekliflerini kabul etmeli ve biran önce buradan defolup gitmeliydim. Bugün benim doğum günümdü. Hayır, bugün benim öldüğüm gündü. Ölümün soyutluğunu tattığı gündü. Ölümü bu kadar içten tadarken hala yaşıyor olmam büyük büyük ironiydi. Ama yaşamalıydım, annem yaşamam uğruna son nefesini vermişken benim kendime ölüm elbisesi dikmem anneme ihanet olurdu. Sırf kız olduğum için ölümü hak ettiğimi düşünen paslanmış, çürük zihinlere inat yaşamalıydım. Sırf kız olduğumuz için bize hükmedebileceklerini düşünen, kendini fiziki üstünlükle güçlü sanan boş beyinlere inat yaşamalıydım.
Güç perdemin kapılarını araladım, omuzlarımı dikleştirdim. "Tamam, bir ay burada çalışacağım, kabul ediyorum." Erim bana samimi bir gülümsemeyle karşılık verirken boş bakmayı sürdürdüm. Ona gülümseyecek halim yoktu. Mirza dışında bir erkeğe samimi gülümsemezdim. Aden çatık kaşlarını bozmadan sert bir üslubla söylendi "Eğer bir oyun peşindeysen bu kadar nazik olmam ve seni bulamayacağımı düşünüp rahar davranma, bulurum. Şimdi git!"
Gittim. Ve ay geceye dolandı, ortaya çıkan parıltı huzmesi yazgımızdan yansıyan ilk şavktı. Bunu henüz bilmiyorduk ama öğrenecektik. Akrebin umuda beş kala yelkovanın ise acıyı beş geçe durduğu bir vakitte..
>>>>>>>>>>>
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ŞAVK
Teen FictionGeçmişin acılarını sırtlanıp karanlığa sığınan iki beden. Saydam yaşamları üst üste gömülürken hiçlikten bir yankı duyuluyordu. Bütün yalnızlıklarınızın ilenci korusun çoğulluklarınızı, 'cinnet' koyun erdemin adını. Bir cinnetle bir araya gele...