SIFIR

206 29 3
                                    

Fazla ufak not;Sonradan aklınızda soru işareti kalmasın diye biraz daha ayrıntılı bu bölüm.. İlerleyen birkaç bölümde çok daha fazla zevk alacağınıza inanıyorum.

İyi okumalar! :')

BAŞLANGIÇ
23 Haziran 2017 tarihinde yayımlanmıştır.*

"Daha sert vur!" Diye bağırdı. Terden sırılsıklam olmuştum ve kolumu kaldırmak için takatim yoktu. Omzuma başımı sürterek alnımdaki teri gidermeye çalıştım. Bunu ben istemiştim bu yüzden yapmak zorundaydım! Direk bir,iki,üç,dört, eskiv ve sağ kroşe, fent ve direk bir, iki!

"Tamam geç biraz dinlen." Tamamıyla bu cümleyi bekliyormuş gibi kendimi salondaki en sevdiğim yer diyebileceğim basamak gibi olan kısma attım. Elimdeki eldivenleri çıkarırken, önceden ellerim içinde terlediğinden , çıkarınca biraz olsun rahatladığımı hissettim.

Boş boş bir yerlere dalmış bir şeyler düşünürken gözümün önünden geçen kediyle birlikte gerçekliğe geri dönmüştüm.

Eksi birinci kat diyebileceğimiz bir yerdeydik ve pencereler bir bahçeye bakıyordu. Her zaman orada bir de kedi olurdu ve bize antrenmanlarda ara sıra camların önünden aheste aheste geçerek eşlik ederdi. Ama bugün biraz farklı görünüyordu. Kedi huysuzlanıyor ve durduğu yerde garip sesler çıkarıyordu. Bu tür hayvanların duyuları kuvvetli olduğundan deprem gibi doğal olayları hissedebiliyorlardı ve bu minik -aslında tosun demeliyim- kedinin böyle huysuzlanması beni de rahatsız etmişti. Veya büyük ihtimalle ben her zamanki gibi küçük olayları kafamda kurgulaştırarak abartıyordum. İkinci seçenek daha gerçekçiydi ve benim de düşüncem ondan yana kaymıştı.

Bunları düşünürken bir gülme sesi duydum. Sese doğru gözlerimi hafifçe çevirdiğimde karşımda Ahmet hocayı görmek pek de şaşırtıcı değildi. Ve 1,2,3!

"Beyne oksijen gitmiyor herhalde abla yine uyuyakalmışız?" Tam zamanında harikulade bir laf çakmaydı tebrik etmek gerek. Sonrasında da random gülüşün hayat bulmuş halini karşımda sergilediğinde artık ben de gülüyordum. Bu eski ve dökük binanın içindeki samimiyeti seviyordum. Hiçbir lüks salonda bulamayacağınız bir şeydi.. Gerçekten seviyordum burayı..

"Hadi bir kez daha." Deyince ayağa kalkıp eldivenlerimi elime geçirdim. İşte başlıyoruz!

Uzandığım yerden hızla kalktığımda hissettiğim şey sallantıda olan yerdi! Tek hatırladığım eve gelip o yorgunlukla kendimi direk yatağıma attığımdı. Ne yapacağımı şaşırmış halde etrafa korku dolu bakışlarımı yollamakla yetiniyordum. En sonunda beynim vücuduma hareket et emrini verebildiğinde hızla ayağa kalktım. "Anne!" Lanet olsun sesim çıkmıyordu. Kısılmış mıydı? Şimdi mi? Kendimi boğuluyormuş gibi hissediyordum. Ve bu daha önce hiç hissetmediğim garip bir histi. Hızla odaların önünden geçerken hiç kimseye rastalayamayınca kapıyı açıp koşmaya başladım. Dışarı çıktığımda tüm binaların hala sallandığını farkettim. Ve gökte garip bir renk vardı. Görüntü gittikçe puslanıyordu. Anlam veremiyordum.

Koşarken tam bir adım daha atacakken ayağım boşluğa geldi ve çok yüksek bir yerden düşmeye başladım. Çığlık atacak nefesim veya gücüm yoktu. Yerle buluştuğum an beklediğimden çok daha yumuşak gerçekleşmişti. Bir koltuğun üzerindeydim. Yanımda iki adam vardı ve beni görebikdiklerinden emin değildim. Konuştukları şeyler kulağıma sanki bir suyun içindeymişim gibi geliyordu. Aradan az çok seçebildiğim kelimeler vardı. "Tılsım..." "Onu bulmamız gerek..." "Tehlikeli.."

Buradaki ses başımı çatlatacak seviyeye geldiğinde ayağa kalktım ve bulunduğum yerden koşarak ayrıldım. Her yer çok kalabalıktı ve insanlar az önce bir deprem olmamış gibi normal hayatlarına devam ediyorlardı. Az önce çıktığım yerde gördüğüm adamlardan birine rastlayınca nasıl aynı hızda buraya gelebildigini anlayamadım. Yanına gittim ve o sırada adama bir dilenci çarptı. Dilenci adama 'Özür dilerim' gibi şeyler mırıldandı ve hızla oradan ayrıldı. Adamın yüzünde rahatsız bir ifade vardı.

Bu meydanda kalabalık artık öyle çoktu ki onlarla sürükleniyordum. Aralarından sıyrılıp kendimi bir dükkanın içine attım. Burası biraz tanıdık bir yer gibiydi. Eski birkaç eşyanın ve takı, antika ürün gibi şeylerin satıldığı bir yerdi.

Antika saatlerin olduğu kısımda tüm saatler 5'i gösteriyordu. Bir bağrışma duyunca sese doğru ilerledim. Dilenci adam buradaydı ve yaşlı bir adamla tartışıyordu.
"Bu şey çok değerli tamam mı? Öyle olması gerekiyor!"
"Üzgünüm beyefendi fakat bu ne bir altın ne bir gümüş. Hangi metal onu dahi anlayamadım. Bu madalyon ancak bu kadar para eder." Dilenci sıkıntıya ofladı ve "Tamam satıyorum!" Diye tısladı. Elini açtığında elinde gördüğüm şey bahsettikleri madalyondu.

Uyandığımda terlemiş ve nefes nefese kalmıştım. Hatırladığım kadarıyla saçma sapan bir rüya görmüştüm. Ama benim üzerimdeki etkisi çok farklıydı. Ve duygu karmaşası yaşıyordum. Düşündükçe ise daha çok kaosun içine çekildiğimi hissediyordum. Bu da nesiydi?
Su içmek istiyordum. Yatağımdan kalktım ve hemen mutfağa gidip su içtim. Belki de ben büyütüyordum. Yalnızca 'popon açıkta kalmış' rüyasıydı bu. Sanırım düşünmemeye çalışacaktım. Yılın son sınav haftası öncesinde test çözülür, konu çalışılır, en azından nasıl kopya çekeceğinin planı yapılır ama değişik rüyalar sürekli düşünülmez değil mi?

LANET OLSUN ÖYLEYSE NEDEN SÜREKLİ BU RÜYAYI DÜŞÜNÜP DURUYORUM?

TILSIMHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin