Gölge Karabulut, aile şefkatinden mahrum ancak kusursuz bir kız çocuğudur. İyi fizikten tutunda ateşli agresifliğine kadar herşeye sahiptir. Babasının işi gereği Antalya'dan, Istanbul'a taşınırlar. Ve bir gölgenin özgürlük hikâyesi... Orada başlar.
...
Istanbul'a geleli iki hafta olmuştu. Ailem okula kaydımı yaptırmıştı. Elbette ki tüm tahminlerim doğru çıktı. Babam, bana bolca nakit para bıraktı ve Izmir'e gitti. Annem ise benle çok uzun süre kalmayacaktır. Kredi kartlarımın hepsine para yükledi çünkü. Bu da bir yere basıp gideceğine işaret. Yine yanlız olucam. Salı sabahı erkenden uyandım. Annem evde değildi. Kahvaltı yapmak istemediğim için üzerimi değiştirip koşuya çıktım.
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
Mahallede biraz eğim vardı. Yukarı çıkması biraz zorladı. Ufaktan yağmur çiselemeye başladı. Durdum... Derin derin nefes alıp veriyordum.
- Lanet olsun... Kondisyonum düşmüş.
Evi yerleştirmekten kendime vakit ayırmamıştım. Bu hiç iyi olmadı. Annem fark etmeden düzeltmem gerekli. Son bir gayret verip eve kadar koştum. Eve girmem ile yağmurun azması bir oldu. Camdan dışarıya baktım. Daha hiçbir mobilya yerli yerinde değildi (yataklar ve televizyon hariç). Gidip duş aldım ve giyinip odama girdim. Telefondan müzik videoları izledim. O sırada Ayça aradı. Bodrum'dayken aynı sınıftaydık. Açmak istemediğim için meşgule verdim. Telefonu da kapattım. Kitap okumak istedim ama kitaplarımın bulunduğu koliyi bir türlü bulamadım. Sessiz bir küfürün ardından ceketimi alıp dışarı çıktım. Yakınlarda bir kafe buldum ve bar kısmına oturdum. Hoş bir jaz müziği çalıyordu. Bu bana sahilde bulunan ve her zaman gittiğim Be-Bap kafeyi hatırlattı. Orayı severdim... Beni düşüncelerden uyandıran barmen oldu. Yada barwomen mı?
- Sana soruyorum. Ne içersin?
- Portakal suyu.
Arkasını döndü ve uzun ince bir bardak çıkardı. Sonra da portakalları sıkmaya başladı. Kadın sarışın ve aralarda mor bukleler vardı. Uzun boyluydu. Burnunda pirsing vardı. Kolunda da ise "cimetière" yazan bir dövmeye sahipti. Ondaki hava hoşuma gitti. Bardağa pipeti daldırdı ve önüme koydu.
- Seni tanımıyorum.
- Burdaki her müşteriyi tanıdığını sanmıyorum.
- Yeni misin diye soruyorum? Cidden, seni daha önce hiç görmedim.
- Evet, yeniyim.
Durdu ve beni süzmeye başladı.
- Ne?
- Kaba bir kızsın... Sevdim seni.
Elini bir kez tezgaha vurdu ve işinin başına döndü. Sevmişmiş. Yarım saat sonra yanıma geri geldi.
- Ben Gece.
- Gece mi? Güzel isim.
- Cidden mi?
- Bende Gölge.
Gözüm kolundaki dövmesine takılmıştı. Bana baktı. - Beğendin mi?
- Bien sûr. J'ai reçu une éducation rigoureuse. (Elbette. Sıkı bir eğitim aldım.)
Aslında, o kadarda kötü birine benzemiyor. Buralarda bir tanıdık olsa fena olmaz.
- Gece!
Kalın bir sesti. Ince uzun bir çocuk yanımızda bitti.
- Hadi be güzelim müşteri bekliyor.
- Iki konuşturmadın be!
- Ben hallederim. Hadi canım.
Gece üfleyerek yanımızdan ayrıldı. Çocuk, dirseklerini tezgaha koydu. Bana yaklaştı.
- Merhaba bebek. Ben Furkan.
Cebimden yirmi tl çıkartıp tezgaha yapıştırdım.
- Üstü kalsın Furkan.
Sandalyeden kalkıp, kafeden dışarı çıktım. Evin yolunu tuttum. Yağmur şiddetini azaltmıştı. Böylece adımlarımı yavaşlatıp, tatlı yağmurun tadını çıkarttım. Müzik dinliyordum. Sanki herşey ve herkes, müziğin ritmine göre hareket ediyordu. Bu ahenki görmeyi seviyordum. Eve vardığımda televizyon izlemeye koyuldum. Midem içime yapışınca, evde yiyecek pek birşey olmadığını fark ettim. Ve internetten bulduğum numara ile çin yemeği sipariş ettim. Kanalın birinde çıkan filmi izlerken, çin yemeğini mideye indirdim. Ve uykuya yenik düştüm. Gece on ikide uyumuş oldum.