Savaş vardı.
Ve her yerde kan.
Yoğun sisin arasından güçlükle görünen cesetler adımlarımı iyice güçleştiriyordu. Üzerimdeki uzun, beyaz elbisenin açıkta bıraktığı omuzlarıma çiğ taneleri düşüyordu ve ben dudaklarımda ağıt yakan bir ıslaklıkla yürümeye devam ediyordum. Endişe yüreğime kıymık gibi batarken içimden bir ses bana, benim suçum olmadığını fısıldıyordu. Korkuyordum. Karşılaştıklarımdan ve karşılaşacaklarımdan, gördüklerimden ve henüz göremediklerimden korkuyordum. Pabuçlarıma yapışan kırmızılığın yüzümü buruşturmasına izin vererek adımlarımı hızlandırdım. Kopmuş kafaların, çıkan gözlerin, kırılan kemiklerin ve kırmızıya boyanan göllerin üstünden sekerek ilerledim. Sonunda gözlerim tanıdık bir yüzle karşılaştığında, neredeyse rahatlayacaktım.
Babam, tüm o yığılı cesetlerin arasında dimdik duruyor ve gülümsüyordu. Üzerindeki kırmızı üniforma cinayetlerini gizleyemiyordu. Gözlerime çöken dehşet, parmaklarımı sızlatırken dudaklarımı bir şey söylemek ister gibi araladım. Oysa tek yapabildiğim adını mırıldanmaktı.
Bakışlarım biraz daha aşağılara inip babamın muhattabını bulduğundaysa o anki acının yanında az önce yaşadıklarımın bir hiç olduğunu fark ettim. Alev topuna dönen kalbimin ilk defa canımı yakmasını diledim o an. Babam gülümsüyordu. Gülümsüyordu ve sağ eliyle kavradığı kılıcın ucu, birinin kalbinde geziniyordu. Beni görmeyip elindeki kılıcı biraz daha bastırarak mavi üniformalı askerin sırtından çıkardı kılıcını. Mavi asker dizlerinin üstüne çöktü. Kilitlenen bedenim çözülüp adımlarım onlara doğru yönlenmeye başladığında sis ortadan kalkıyordu yavaş yavaş. Gözlerimi mavi askerden bir kez olsun ayırmazken titremeye başlayan bedenim işimi zorlaştırıyordu. Buna rağmen durmadım, tökezleye tökezleye gittim yanlarına. Yalnızca birkaç adımlık mesafe kalmıştı ki aramızda, asker kan kustu, ben durdum. Buğulanan gözlerimin arasından kayıp giden yaşlar beklemedi beni, devam etti yoluna. Kalbim bir anda paramparça olurken göğüs kafesime batan parçalar canımı yakıyordu. İkisi de beni yeni fark etmiş gibi bakışlarını bana çevirdiğinde, enkaza dönmüş bedenimin ağırlığını taşıyamayarak dizlerimin üstüne bıraktım kendimi. Babam acımasızlıkla süslediği dudaklarıyla gülümsüyordu.
Savaş vardı.
Ve her yerde kan.
Kim Jongin, ömrümü ayaklarına serdiğim adam, kalbine saplanan kılıcı ve dudaklarından çenesine doğru ilerleyen kanı umursamadan, hafif buğulanan gece karası gözleriyle bana bakıyordu.Çook uzun zaman önce bu hesapta yazmaya başladığım ilk hikaye.. Bu yüzden eksikleri ve acemilikleri olacaktır, bunu dikkate alarak okumanızı tavsiye ederim.
Heilly
ŞİMDİ OKUDUĞUN
a n é m o n e
FanfictionÜlkesini canı pahasına korumaya and içmiş Kanaeki kralı, Kim Jongin. Acımasız, güç düşkünü ve bir o kadar da kudretli Kayra kralının biricik prensesi, Choi Aera. Taht savaşları arasına sıkışıp kalmış çocukluk aşkları, kanlı oyunlar, gizli arzular...