"Günaydın Sasha" yaklaşık 15 gün içinde biraz daha özgüvenli hâle gelmiş gibi duruyordu. Muhtemelen her zaman dolabının içinde duran koyu kırmızı desensiz kalın bir kazak giymişti.
Gülümsedi ve derin bir nefes aldı. "Bugün okula geç geldin değil mi?" Yüzünü sallarken eline çatalını aldı."Babam bugün eve geldi." dedi bir anda. "Bir şeyleri karıştırdı ve geri gitti." "Annem saatlerce ağladı ve içti" her cümlesinden sonra derin bir nefes alıyor ve kimsenin bizimle ilgilenmediğine emin olmak için etrafa bakıyordu.
"Clay'da aynısını yaptı. Laja. O kafayı sıyırmış gibi gözüküyor. Yani..." elini hareket ettirmeyi bıraktı ve gayet her zamanki sönük ışığı olan gözlerini meraklı bakışlarla onu dinleyen bana çevirdi.
"Onun gözyaşları olduğuna emin bile değildim. Üstelik gözü şişmişti ve dövülmüş gibi duruyordu. O pislik Clay'i dövmüş ve Clay'in birkaç parçasını da yanında götürmüş gibi duruyor."
Devam etmesi için masanın üstündeki elini tuttum. Ona yardım etmeye hazır olduğumu göstermek için bunu yapardım. İlk defa bu kadar uzun ve kesintisiz konuşmuştu.
"Clay babama tapıyor ve yıkılmış gibi gözüküyor. Sırf o içiyor diye kendisi de içmeye başladı ve "(iki saniye kadar duraksadı) gerçekten yıkıldı."
Babaları gelmişti ve bir şeyleri mahvedip gitmişti. Sormaya korktuğum soruyu sormak için gözlerimi üç saniye yumdum ve geri açtım. "Sana bir şey yaptı mı?"
Kahverengi gözleri gözlerime baktı. Derin bir nefes alırken sesinin gücü indi. "Hayır, kapım kilitliydi ve uyuyordum."
Ah, şükürler olsun, diye düşündüm ve derin bir nefes alma seçeneğim olmadığından yutkundum, rahatlayarak birazda olsa gevşedim.
"Clay'e dikkat etmelisin." Hafifçe tebessüm etti. "Öyle yapmaya çalışıyorum."
✩★✩★✩
"Sence o iyi mi?" Thomas'a döndüm. "İyi değil ama daha az mutsuz." Söyledikleri tamamen doğruydu.
İyi değil ama daha az mutsuz... bu kesinlikle Sasha'yı anlatıyor.
Yüzümü gittiğimiz gruba doğru çevirdim. İçimden onlara Carl ve Carlos'lar demek geliyordu. Birbirleriyle uyumlulardı ve kıyafetleri bile benzerdi.
Kendime gözlerimi devirdim. Sanki giyebilecekleri çok şey vardı ya!
Ellerimi şakaklarıma koydum ve bastırdım. Bazen gizlice içime oksijeni çekiyor gibi hissediyordum ve bu beynimi eziyordu sanki.Ellerimi hareket ettirirken gözlerimi sabahki yağmurun bıraktığı su birikintilerine çevirdim. Kaldırımların üstünden çıkan ağaçların ve ağaçlara ait dalların yansıması bu küçük su birikintilerindeydi. Onlara mümkün olduğu kadar basmamaya çalışarak yürüdüm.
Thomas hemen yanımdaydı. "İyi misin?" "Başım ağrıyor." "Oraya bastırmayacaksın."
Ellerimi tuttu ve çekti. Bileğimi parmaklarının arasına aldı ve beni kaldırımın diğer kenarına çekti.
Arkamdaki tellere yaslandım ve yüzümü buruşturdum, başımı lavların arasına sokmuşum gibi hissediyordum.
Karşımda dikilip nefes alıp almadığını anlamak için elini burnumun önüne tuttuğunda hafifçe gülümsedim. "Düzenli olarak değil. Fark etmeden oluyor."
Ellerini ne yaptığını bildiğini kanıtlar bir şekilde beni rahatlatan bir noktaya bastırdı ve hafifçe parmaklarını oynattı. Benden bir tık daha soğuktu.
"Woow. Millet, Thomas'a bakın!" Bir çocuk arkasını dönerek parmağıyla bizi işaret etti. Gözlerimi devirdim ve güldüm.
"O benim kuzenim John!" Thomas yüzünü hafifçe geriye attı ve ona bağırdı. "Puff, çok sıkıcısın dostum."
Çocuk kollarını açtı ve yeniden önüne döndü. "Kuzen olmak ne anlama geliyor?" Bunun ne demek olduğunu tam olarak bilmiyordum.
"Benim için bir şey ifade etmiyor ve bu bir yalan." Gözlerimi kapattım ve azalan başımın ağrısıyla hafifçe gülümsedim.
Onlar uzaklaşmaya başladıklarında ellerini çekti ve saçlarımı kulağımın arkasına attı. Gözlerini yine koyu kahverengi rengine, gözlerini birkaç saniye yumup döndürdü.
"Onlardan daha önce oraya varabiliriz." Onun kadar hızlı olamadığımı ikimiz de biliyorduk ama onlardan daha hızlı olduğumu da biliyorduk.
"Daha iyi misin?" Yüzümü salladım.
Tam 3 dakikada oraya vardık ve Dalga Kafe'ye girip büyük bir masanın etrafında en uçtaki yerlerimizi aldık. Muhtemelen onlardan önce yanlarından ayrılıp onların dediklerine göre "onları satardık" ya da son bir kişi kalana kadar onlarla takılırdık.Kafenin kapısından dört tanıdık sima içeriye girdi ve uğultuya ortak olup konuşmaya başladık. Bizi görmemişlerdi ve yer seçmeye çalışıyorlardı. Güldüm ve onların dikkatini çekmek için onlara seslendim. "Hey!"
Carl ve Carlos'lar benim sesimin geldiği yere doğru döndüler ve bizi gördüler. Birkaç saniye için yüzlerinden akıllarının birazcık bile olsa karıştığı anlaşılıyordu.
"Nasıl yaptınız?" Ben çantamdan çıkarttığım sudan bir yudum aldım. Thomas ve ben onların yüz ifadelerine bakıp sırıtıyorduk yüzümdeki sırıtmayı yok etmeye çalıştım. Bu kadar şaşıracaklarını bilmiyordum.
"Işınlandık." Gülümsemem silinmek yerine büyürken ağzımdaki suyu yuttum. Thomas sorunun cevabına karşılık olarak "Hah, çok komik!" lafını duydu.
Arkadaş canlısı gibi duruyorlardı ve eğlenceli. Gülümsememi yok ettim ve şişeyi çantamın içine koydum.
Birbirlerinin yüzüne attıkları harika(!) bakışlar ciddi bir şekilde durma isteğimi söndürüyordu. Birbirlerine "sen kimsin?" "Ne var?" "Bakmasana!" der gibi bakıyorlardı.
Ormanda birbirlerine böyle bakan tek canlılar ceylanlardı.
Carl ismini bilmediğim ve öğrenme ihitiyacında bulunmadığım çocuğa bakarak yüzünü sağa sola salladı. Bu sanırım "Ne var?" demekti...
✩★✩★✩
Thomas'ın kulağına doğru eğildim. "Kaçalım mı?" Yüzünü çok hafif bir şekilde sağladığında "kaçalım mı?" dememi sorguladım. Kaçalımmı mı? Yüzümü buruşturdum.
"Biz gidiyoruz." "Nereye?" "Işınlanmaya." O hararetle konuştukları şey hakkında tartışmaya devam ettiler. Biz de çantalarımızı alıp sakince dışarı çıktık.
"Neden onlarla takılıyorsun?" Bunu gülerek sordum çünkü onlarla birlikte takılmak için bir sürü sebep bulabilirdim ve o sebepleri düşünüyordum.
"Çünkü bana ölmek için çok aptal ve ergen olduğumu hissettiriyorlar." "150 yaşında olduğunu bilseler ne yaparlar" kensinliklr 150 yaşından daha büyüktü.
" 'Hadi canım! Ben de 340 yaşındayım.' derler."
Her zaman yaptığım gibi gülmeye devam ettim ve başımın ağrısıyla yukarıya doğru baktım, gökyüzüne ve güneşe...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YILDIZ
Ciencia Ficción(#96) Yüzümü gökyüzüne çevirdim. Nefesimi(*) kesecek tek şey gökyüzündeki yıldızlardı. Günün sonunda hep ben ve onlar kalıyorduk. Son nefesimi alıp gözlerimi yumdum, çiğerlerimin yanma hissi geçti, nefesim durdu. Gözlerimi açtım ve yukarıya bakmaya...