Bölüm 1
ABD, Los Angeles Eyaleti, San Bernardino 2003
Şehir kütüphanesine özellikle bize emanet edilen anahtarla gizlice girmekte bir sıkıntı görmüyordum. Tek sorun herhangi bir gündüz saatin de değil de, gece yarısı giriyor olmamızdı. Bu yerden sorumlu olan adamlar babamın yakın arkadaşlarıyken anahtarı almak ve gece kuzenim Adrin ile zevkli bir keşfe çıkmak sanıldığından daha zor olmamıştı. Yine de burada olmamızın tehlikeli olduğunu bildiğim için acele ediyor ve tüm gece keşfi maceramızı mahvetmeye yol açıyordum. Tek derdim yakalanıp yakalanmamakta değildi; dışarıda acayip yağmur yağıyordu ve biz eve nasıl geri döneceğimiz konusunda hala emin değildik. Öte yandan üzerimizin sırılsıklam olduğunu gören annemin azarlarına verecek herhangi bir cevabımız bile olmazken, hala bunları düşünme yerine tozlu raflara dalıp gidiyor ve aralarında ki kitaplardan en ilginç olanını seçip bakıyorduk.Bir kütüphane keşfinin kulağa nasıl geldiğini tahmin etmek zor sayılmazdı, ama bu herhangi bir keşifte sayılmazdı. Gün içinde pek gelemediğimiz bu yer geceleri göze daha hoş görünüyor ve kitapları ise merak uyandırıyordu. En azından sadece ilginç olan kısımları öyleydi.
Elimde ki fener gündüz gözüyle görülmeyecek olan tozların en ufağını bile görmemi sağlıyordu. Uçan tozları tozları takip edip ışığı Adrin ‘in suratına tuttuğumda gözleri kamaşmıştı ve beklemeden kitabı suratına doğru tutmuştu.
“Alice, kes şunu.”
Sessizce kıkırdayıp feneri suratından çekerken etrafıma tekrardan bakındım ama bugün kendime göre en ufak bir şey bile bulamamıştım. Çoğu kitap anlayamayacağımız kadar karışık konu taşıyordu ve bir sürü felsefi bilgi vardı. Yunan mitolojisinin de dikkatimi çekmediğini fark ettiğimde, elimde ki kalın kitabı rafa yerleştirip yanaklarımı havayla doldurdum. Havayı dışarıya doğru solurken mızmızca omuzlarımı silktim.
“Sıkıcı, tuhaf bir şey bulamadım.”
“Buna ne dersin?”
Elinde ki tozlu parşömeni bana doğru uzattığında kurnazca sırıtıyordu. “Ne bu?”
“Bilmiyorum. Kitapların arasında buldum, ilginç gözüküyor.”
Kağıdı ondan aldığımda tozlarla kaplı olan parşömene doğru üfledim ve feneri Adrin ‘e vererek onun üzerinde ki tozları temizledim. Parşömen de tuhaf yazılar ve semboller vardı, bizim dilimizde yazılmadığı için okuyamıyordum.
“Ne yazıyor?”
Adrin merakla soru kafasını daha çok uzattığında onun omzundan ittim ve daha sonra ağırca kafamı iki yana sallarken merakla suratıma bakıp ne diyeceğimi bekledi.
“Neden bahsettiğini anlamadım, bizim dilimizle yazılmamış. Bu Yunanca.”
“Yunanca mı?”
“Hı-hım.”
Gülümseyerek ona baktığımda aklımdan geçen şeyi anlamış gibi suratını buruşturmuştu. Kollarını göğsünde birleştiğinde bana küçümseyici bir bakış atmıştı. “Doktor McFloy?”
“Başka bir yol yok, hadi.”
Onu kolundan tutup çıkış kapısına doğru sürüklerken gözlerini devirmişti. Sessizce dışarı çıkmayı başardığımız da anahtarla kapıyı iki kez kilitledik ve kapandıktan emin olduktan sonra küçük basamaklardan indik. Tek sorun şuydu ki yağmur şiddetini arttırmıştı ve rüzgarda vardı. Ama kendimizi şanslı sayabilirdik, doktorun evi buraya pek uzak değildi. Kollarımı etrafıma sarıp titreyen dişlerimi birbirine bastırdım. Gerçekten soğuktu ve umarım eve gittiğimizde hapşırmaya başlamazdık.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
THE LEGEND OF MENTAL READER (Harry Styles Fanfiction)
FanfictionAsırlar önce Yunanistan da olan bir patlamanın ardından, henüz isimlerinin hala belirlenemediği canavar türü yaratıklar meydana gelmiştir. Aynı zamanda zihin okuyucu olarak da bahsedilen bu canlılar, insana benzeyen özellikleriyle dikkat çekerler fa...