Karşımdaki adamı üç yıl sonra görünce gözümün önünde birden bire "seni oğluma alacağım güzel gelinim" dedikleri zamanlar belirdi. Böyle diyenlere "ben senin asla gelinin olmayacağım" diyerek üstüne basa basa söylüyor hatta ve hatta ağlıyordum; ancak o zamanlar şuanki aklım olsaydı kesinlikle aynı tepkiyi vermezdim. Boyuyla posuyla, konuşmalarıyla büyümüş koca adam olmuştu; fakat asla bakışlarındaki o çocuk gitmemişti. Bu beni ona bağlayan esas meseleydi. Gözlerindeki o çocuğu kalbine yansımıştı ve bunu sadece ben görebiliyordum. Çünkü tam anlamıyla bana güvendiği için içindeki çocuğu sadece ve sadece bana gösteriyordu. Ben onun içindeki çocuğa tutunduğum kadar, o da benim içimdeki çocuğu görüyor ve ona tutunuyordu.
Yaşayacağımız bir kader vardı. Bunu onu üç yıl sonra kapıdan içeri yıllarca beni beklemişcesine girdiğinde anlamıştım. Annesi aramış, beni söylemiş ve o an neredeyse, ne yapıyorsa bırakıp yarım saat içerisinde annesi ve teyzesinin sigorta ofisine gelmişti. Uzun ve hafif dalgalı saçları, maviyle yeşil olmak arasında karar veremeyen gözleri ve kumral teni beni o an ailesinin gelini olmaya götürdü. Yarım yamalak hatırladığım çocuk, büyük bir değişime uğramıştı.
"Merhaba hoşgeldiniz!"
Babam ve annem içlerine sarmalayabildikleri kadar sarmaladılar. O an gördüğüm kadarıyla sıpalarını çok özlemişlerdi. En çok babamı severdi. En çok babamın muhabbetinden keyif alırdı. Kibardı. Bunun yanısıra anneme ve babama kendisini yakın hissettiği için bir rahatlığı vardı. Benim ailem ona yakın olduğu ve onun benim aileme yakın olduğu kadar, onun ailesi de bana yakındı. Hatta daha çok yakındı diyebilirim. Annesi kaç yaşında olursam olayım beni kucağından indirmezdi. Sıpa onun nasıl evladıysa, bende bir evladıydım. Teyzesi, kızım diye sever, anneannesi torunum derdi.
Ben o gün, onu görür görmez, içimdeki kıpır kıpır eden sevgi parçacıklarının içimi olamayacaklarla doldurduğunu öğrendim. Onunla olan her diyaloğuma ve her mimiğime ayrı ayrı özen göstermek için çok çaba harcadım. Bir insana ısındığında, içindeki mizahı çıkaran bir adamdı. Kendimi her konuşmada gülmekten alamıyordum. Kaç yaşında olursa olsun sıpa dememizin sebebi, türlü türlü haylazlıklarıydı. Yeri geldiğinde içindeki sıpayı gizleyebiliyor ve olgun bir adama dönebiliyordu. Yorgunlukları vardı. İçinde bazı yaraları da vardı. Nedenini anlamlandıramadığı ve her zaman gizlediği bir şeyler vardı yüreğinde. Üstünü hep kapatmaya çalışır benim gibi o da hayatı sevdiği için an ne ise onu yaşardı.
Sonsuza kadar kaybetmek istemediğim için, tüm duygularımı içimde sindirmeye çalıştım. Dilim lal olmuştu sanki. Hiç kimseye anlatamayacağım bir durumdu. Eğer anlatırsam, beni ondan uzaklaştırmak için ellerinden geleni yaparlardı. Bunun nedenini yıllarca bende çözememiştim. Ailelerimiz bu kadar yakınken başka yabancı birini neden aile içine alayım diye hep düşünmüştüm.
Bazı soruların cevabını ellerimiz, dizlerimiz yaralı halde kalkmaya çalışırken alırız. Çok geç olur, çok güç olur ama hayata bakış açımız olabildiğince genişler.
"Nereye gitmek istersin?"
Gülümseyerek "Bilmiyorum ki ben buraları." dedim heyecanlı heyecanlı.
"Sol tarafta büyük bir lunapark var. Sağ tarafta ise kafelerin ve küçük bir gölün olduğu Göksu parkı var."
Evlerinin yakınındaki koca parkta kararsız bir şekilde kalakalmıştık. Yanında deli bir arkadaşı vardı. Bizden yaş olarak biraz küçüktü. Çocuğun adını unuttum ama gerçek bir deli olması her zaman aklımdaydı. Yüzü ise hayal meyal aklımdaydı. Nereye gitmek istediğimi bana sormuşlardı ama kendi aralarında en yakın mesafeyi tartışıyorlardı. Sıpa eğlencesine düşkün biri olduğu ve her zaman onun dediği daha baskın olduğu için lunaparka doğru yürümeye başladık.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
OKYANUSUN DERINLIKLERINE SAKLANMIS UMUTLAR
Non-FictionAslı ile Kerem, Şirin ile Ferhat, Leyla ile Mecnun ve daha niceleri gibi bir hikayeleri oldu Sarışın ve Sıpanın. Yürüdükleri yoldan daha çok içlerinde yaşattıkları çocuğun mucizesine inanmışlardı. Pır pır eden yüreklerinde senelerin özlemi vardı. K...