Korkağın tekiydim aslında.
Korkuyordum. Sevmekten, kaybetmekten. Beni en yakınım bile bıraktıktan sonra, el neden bırakmasın dedim kendime. Yanlış mı düşündüm? Hiç sanmıyorum.
Elbet zaman zaman yanılgılarım oldu. Ama genelinde hep haklıydım. Bazen kendimi aştım. Kurallarımı çiğnedim. Sevdim kısacası. Öyle olur olmaz birini de değil, beni bırakmayacağını düşündüğüm birini sevdim. Gerçekten hakedecek birini. Herkes öyle olsun ister.
Kardeşim gibiydi, dostum, abim, babam... Öğretmenimdi. Dokuzuncu sınıftaydım. Yeni okul, yeni insanlar. Alışmam zordu. Başta adamdan hiç haz etmemiştim. Dersini dinlemedim, yüzüne nefretle baktım. Bir yıla yakın içeride kalmıştı. Sonra da serbest bırakılıp bizim okula gelmişti. Önyargı mı dersiniz başka bir şey mi bilmiyorum. Ondan uzak durmak için elimden geleni yaptım.
Herkes illa ki bir öğretmenine aşık olur, ergenlik filan derler. Şuna inanıyorum benimki öyle değildi. Zamanla sevdim onu. Zor oldu, ama sevdim. Önyargılarıma rağmen. Taparcasına. Bağlanmıştım ona. Bir zamandan sonra her söylediği, yapmamı istediği her şey, bana cenneti vadeden birer kutsal göreve dönüşmüştü. Sanki söylediklerini yaparsam sonsuz mutluluğa erişecektim. Aslına bakarsanız, öyle de oldu. Aşık bir kölesi gibiydim. Tarafından takdir edilmek, inanılmaz bir haz veriyordu bana. Daha fazlası için çırpınıyordum.
Beni bir yandan bedenen yakınında tutmaya, koruyup kollamaya çalışıyordu, farkındaydım. Bir yandan da manen uzaklaştırmaya çalışıyordu. Bir süre ikisi arasında bocaladım. Yaklaşsa mıydım, uzaklaşsa mıydım? Yaklaşmayı tercih ettim. O bunun farkında olmayacaktı, duygularımı bilmeyecekti. Onu dedemin yerine koyduğumu, onu nasıl sevdiğimi...
Sağ kolu olmuştum ya da ayakçısı. Ne derseniz işte. Mutluydum. Takdir edilmek haz veriyordu demiştim ya. Asla ağzından öyle bir sözcük çıkmadı. Takdir edici yani. Yaptım diyordum, tamam diyordu. Bu kadar. Sadece onun için bir şeyler yapmak bile beni mutlu ediyordu sanırım.
Kütüphaneyi düzenlemiştim baştan sona. Tüm kitapları yerlerinden çıkardım. Hepsinin ismini not aldım kağıda. Geri yerleştirdim. Tek başıma yapmadım tabii üç beş kişi daha vardı yanımda ama. Benim gibi aşkla sarılanı yoktu işine. Anlarsınız. Hepsi, bitse de gitsek havasındaydı. Bense bir yandan bitirmeye çalışıyordum bir yandan da bitmemesi için, başka işler bulabilmek için dua ediyordum. Orada kalmak istiyordum, çünkü o yanımdaydı. Durmadan bir bahane bulup konuşmaya çalışıyordum. "Hocam bunu nasıl yapayım? Bu böyle olsa ne olur?" Aklıma ne gelirse soruyordum. Belki böylece onu bıktırmış da oldum. Bilmiyorum. Ama yanında olmam bence onun da hoşuna gidiyordu. Sevilmek herkesin hoşuna gider. Ki benim sevgim de öyle basit değildi. Bunu az çok anlamıştır.
Bir tane küçük çocuğu vardı, adı Umut. Adını öğrenmek için de bayağı uğraştım. Çocuğu olduğunu biliyordum. Ama adını bilmiyordum. Düşündüm, ne koymuştur acaba diye. Aslında sorsam cevap verecekmiş fazla üstelemeden. Ama buna cesaret edene kadar bi' zaman geçti.
Mesela o çocuğu görmeden sevdim. Kardeşim yerine koydum onu. Babası böyleyse kim bilir o nasıl güzeldir dedim kendi kendime. Bakın kaç yıl geçti hâlâ görmedim. Ama hâlâ aklıma geldikçe yüzümde bir gülümseme oluşuyor. Herhangi bir şeye şifre koymam gerekirse onun adını koyuyorum. Çünkü unutmak zor. Umut... Sıradan ama bir o kadar da güzel. O adamdan da daha azı beklenemezdi zaten.
Ne hayaller kurdum, neler tasarladım kafamda onunla ilgili. Dedim dört yıl benimle olur, sonra da yine bırakmam peşini. Ararım, konuşuruz, o müsait olunca buluşuruz, ziyaretine giderim. Biliyor musunuz, neredeyse hiçbirisi olmadı. Demiştim ya içeriden yeni çıkmıştı diye. Rahat bırakmadılar. Bize başka bir okula gideceğini söylemişti. Ama kendi isteğiyle. Olanlardan haberimiz yoktu. Nerden olsun ki?
Bir cuma günü çıkışta arkadaşla takıldık ona. Okulun yaklaşık son bir ayıydı. Gideceğini biliyorduk. Hocam, dedik. Ne zaman gideceksiniz? Gitmeden önce haber verin de pasta filan alalım, size veda partisi tarzı bir şey hazırlayalım. Sadece güldü. Sonra törene indik zaten. Tören bitince de dağıldık.
Pazartesi geldik okula. Ders programı değişmiş. Baktım onun dersi ne zaman diye, başka bir hocanın adını yazmışlar. Tüm kağıtta göz gezdirdim. Yok. Onun adı yoktu! Nasıl denir, beynimden vurulmuşa dönmüştüm. Çok ani olmuştu. İnanmak istemedim. Hemen koşarak müdür yardımcısının yanına gittim. Mustafa hoca da en az onun kadar sevdiğim bir insandı. Hocam, dedim. Gerçekten gitti mi? Ama gözlerim nasıl dolmuş. Anlatamam. Adam böyle bana bir acıyarak baktı. Belki o anki ruh halimden, ben öyle düşündüm bilmiyorum. Onun da gözleri dolmuş gibiydi hafif hafif. Ben de çok üzüldüm, gerçekten iyi bir arkadaşımızdı, ben de böyle olsun istemezdim, dedi. Titreyerek yanından ayrıldım. O gün ağlamaya başladım. Abartmıyorum bir hafta boyunca aralıksız ağladım. Sonrasında da zaten ağlayacak gücüm bile kalmamıştı. Gözlerim yara olmuştu. Öyle koymuştu ki onun gidişi bana. Kolay mı? Dedemi ikinci kez kaybetmiştim.
O hafta içinde aradım onu. Bir ay bile bekleyemediler, dedi. Haklıydı. Bari okul bitseydi, ne olurdu ki? Sürmüşlerdi başka bir okula. Bilen bilir. Biz Ankara'nın merkezindeydik. Onu da Nallıhan'da bir İmam Hatip lisesine yollamışlardı. Evinden gitmeye kalksa iki saati epey geçiyordu yoldaki zaman.
Sırf düşüncesinden dolayı... Demokrasi, düşünce özgürlüğü, vırt zırt diyorlar ama. Bu ülkede görüşünü açıkça söyleyene de bu muameleyi yapıyorlar. O zaman benim de 6. sınıfta tohumunu attığım dünya görüşüm, yavaş yavaş filizlenmeye başlamıştı. Bazı şeyleri yaşayarak öğreniyorsun. Daha doğrusu, en iyi yaşayarak öğreniyorsun.
Ondan sonra onu defalarca kez aradım. Konuştuk. Ama aramak bile benim için çok zor. Telefonu alıyorum elime, adını yazıyorum, arıyorum... Kulağıma götürdüğüm an kalbim öyle bir çarpmaya başlıyor ki. Hissetseniz o kalp atışımı, delirirsiniz. Şahsen ben sakinleşmeye çalışırken deliriyorum. O telefonu açtıktan sonra da geçmiyor heyecanım. Sürekli artıyor. Adam benimle dalga geçmek için bir şey söylüyor. "O zaman sana şöyle bir şey yapalım olur mu?" diyor. Saf gibi, olur diyorum. Ama oluru olan bir şey değil söylediği. Basıyor kahkahayı. Onu güldürdüğüm için mutlu mu olsam, yoksa rezil olduğum için üzülsem mi bilemiyorum öyle zamanlarda.
Bakın dört yılı fazlasıyla geçti. Ama ben o adama hâlâ aşığım. Her aradığımda aynı heyecanı yaşıyorum. Hatırasını hep içimde sımsıcak, taptaze tutuyorum. Belki size aptallık gibi gelebilir ama, ben onu gibilere destek olabileceğim, yardım edebileceğim bir mesleğe sahip olmak için çabalıyorum. Ona yardım edemedim ama, ondan sonrakilere edebilirim umuduyla. Ve bunu görmeyeceğini de biliyorum ama; yine de, seni seviyorum öğretmenim. Hem de herkesten fazla...