"I loved and I loved and I lost you"

782 69 38
                                    

Elimdeki resme bakıp başımı cama yasladım ve gözlerimi kapattım.  O sırada belime dolanan bir çift kol ile arkamı döndüm ve kolların sahibine baktım.

"Yine mi uyku tutmadı?"

Yoongi, yumuşak bakışlarla gözlerime bakıp başını yana eğdiğinde onun bu haline gülümseyip kafamı hafifçe aşağı yukarı salladım. Elimden tutup beni hemen yanımızda bulunan koltuğa oturttu. Elimi hala bırakmamış, aksine tutuşunu sıklaştırmıştı. "O'nu mu düşünüyorsun?"

Sakin sesi kulaklarıma dolduğunda yere eğdiğim başımı kaldırdım ve doğrudan gözlerine baktım. Siyah kürelerinin derinliklerinde gördüğüm ufak hayal kırıklıkları canımı yakıyordu. Hızla boşta olan elimdeki resmi koltuğun altına tıkıştırdım ve elimi elinin üstüne koydum. "Üzgünüm."

Yoongi o çok sevdiğim ufak gülüşlerinden birini bana sunduğunda kafasını iki yana sallamıştı. "Sana sorun olmadığını söylemiştim. Seni anlayabiliyorum Jungkook, yaşadıkların..Kolay şeyler değildi. Bana henüz anlatmamış olsan bile seni buna zorlayamam, değil mi? Bekleyeceğim Jungkook. Seni ömrümün sonuna dek beklerim."

Yavaşça dolan gözlerimi kırpıştırıp ona sarıldığımda dudaklarımdan dökülen "seni seviyorum" cümlesiyle kıkırdadığını hissetmiştim. "Ben de seni seviyorum Kook. Çok seviyorum."

Ayrıldığımızda bu sefer onun elini ben tutmuş ve onu ayağa kaldırmıştım. "Hadi odamıza gidelim, sana her şeyi anlatacağım."

 How can I say this without breaking 
How can I say this without taking over 
How can I put it down into words 
When it's almost too much for my soul alone  

"Başla bakalım."

Yatakta kıvrılıp bana dönen Yoongi'ye baktım ve kafamı aşağı yukarı sallayarak derin bir nefes aldım.

"Sanırım o zamanlar 21 yaşındaydım. Üniversitenin ilk yıllarıydı ve Seul'e yeni taşınmıştım. Köpeğim Mocha'yı Han nehri yakınlarında gezdirdikten sonra dinlenmek için bir banka oturmuştum ve karşımda duran eşsiz manzaranın tadını çıkarıyordum. O sırada dalgınlığıma gelmişti ve Mocha'nın tasmasını tutmamıştım. Mocha birden önümüzden geçen beyaz bir kediyi kovalamaya başlamıştı. O koştukça ben de peşinden koşuyor ve onu yakalamaya çalışıyordum ama pek mümkün değildi. Çünkü Mocha fazla enerjik bir köpekti ve hızlı koşuyordu. 

Çok geçmeden Mocha gözden kaybolduğunda ağlayacak gibi hissetmiştim. Onu kaybetme fikri benim için gerçekten berbattı. Mocha'nın adını haykırıp Han nehrinin etrafını dolanmaya başlamıştım. Tam o anda omzuma dokundu ve onun meleksi sesini duydum.

"Sanırım bu sevimli şey sana ait."

Mocha kucağındaydı ve hiç olmadığı kadar sakindi. O zamanlar sadece Mocha üzerinde böyle bir etkisi olduğunu düşünüyordum. Aynı etkinin on katını kendi üzerimde hissedeceğimi nereden bilebilirdim ki?

Mocha'yı ondan alıp ona teşekkür ettikten sonra oradan ayrılmıştım. Yaklaşık iki hafta boyunca da onu hiç görmemiştim.

İki haftanın sonunda onu gördüğüm ilk yer okulun kütüphanesiydi. Önünde hukuk kitapları duruyordu ve o başını kitaplara gömmüş bir şekilde bir şeyler okuyordu. Hemen aradığım çağdaş sanat tarihi kitabını alıp yavaşça onun yanına oturmuştum. Başını kısa bir anlığına kitaplardan kaldırıp bana baktığında tanımamış gibiydi. Tekrar önünde döndüğünde çatık kaşlarımla ona bakmayı sürdürmüştüm. Beni tanımasını bekliyordum.

Bakışlarımdan rahatsız olmuş olacaktı ki tekrar bana döndü ve "bir şey mi söyleyeceksin" diye sordu. Boşboğazlık edip "beni hatırlamadın mi?" diye sorduğumda yüzümü daha dikkatli incelemeye başlamıştı. Çok geçmeden kaşlarını kaldırıp "ah evet" demişti. "Sen şu nehirdeki köpekli çocuksun."

Hurts Like Hell // VkookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin