Bir gün Mevlana’nın karşısına bir adam gelmiş. Mevlana devrinin en eğitimli, en bilgin kişisi.. Okumadığı kitap yok, kütüphanesinde olmayan kitap yok. Sayfaların arasında dünyayı öğrenmiş, ermiş bir adam.. Bu yeni adam Mevlana’nın karşısına geçmiş demiş ki; ‘Ben de öğrenmek istiyorum seninle. Bana en önemli, en iyi üç kitabını göster.’ Mevlana kuşkulu işaret etmiş üç kitabını, canı gibi sevdiği asırlık üç kitabını.. Adam, o üç kitabı şöyle bir gözden geçirmiş, sonra elinin tersiyle hepsini oradaki havuza atmış. Mevlana çılgın gibi kitapları kurtarmaya koşmuş. Kitaplar suda eriyor, mürekkepler suya karışmış, kapaklar bozulmuş, üzülmüş.. Adam tutmuş Mevlana’yı; ‘Aradığın şey o kitaplarda değil. Aradığın şeyi okuyarak bulamazsın. Sende eksik olan şeyi gözlerinle tamamlayamazsın. Aradığın şeyi dünyada arayacaksın. Aradığın şeyi yüreğinle bulacaksın. Dünyadaki tüm kitaplar, tüm hesaplar, akıl oyunları, sayfalarca laflar sevginin yerini tutmaz.Okuyarak öğreneceksin, ama severek anlayacaksın…’
Sonuç olarak, kim ne derse desin, yine sevdiklerimize gelir, gene o öğretileri dinleriz. Çünkü yüreğimiz ile baktığımızda ya bize ihanet eden ya da bize iyilik ile bakan, gözlerimizi açan birilerini görürüz karşımızda.
Kalpsizler, ne yaparsa yapsın, iyi bir adamın yüreğindeki iyiliği söküp alamazlar…