İtalyan arkadaşlarımızın, uçağının hayvan gibi rötar verdiğini uyunca bir hayli üzüldüm. Gelmeleri, üç günü bulacakmış. Hayır, uçak havada mı asılı kaldı? Böyle rötar mı olur? Hava şirketi, yeni bir kampanya başlatıp yolcuları yürüyerek mi getirmeye karar verdiler? Üç gün demek, benim diğer toplantılarımın üç gün geriye atılması demek, üç gün demek, bu ay sonu şirket işlerini bitirip, gitmek istediğim tatil köyüne gidememek demek, üç gün demek yetmiş iki saat demek! O kadar gerildim ki, şirketten koşarak çıkıp İtalya'ya gidesim geldi.
Şirketin duvarları adeta üstüme üstüme geliyordu. Sinirlerim bozuldu, duygularım incindi, kan basıncım yükselti, gayzer gibi oldum. Hayal ettiğin şey 'asla olmaz' sözünü zaten günlük hayatta sürekli olarak yaşıyordum. Tekrar tekrar özet geçmeye veyahutta hatırlatmaya ne gerek vardı, ulan evren! Yaptığın yine yapacağını.
Şirkette tabii ki durmayacaktım. Biraz daha durursam, duvarlara ve sürekli zam isteyen çalışanlara kafa atmak zorunda kalacaktım. Odamdan çıktıktan sonra, sekreterim Aysel bana ima dolu gözlerle bakıyordu. Ne var Aysel? Ne söyleyeceksen, git Mikail'e söyle! Hava olaylarından ben mi sorumluyum sanki? Bunların tatili de, üç sonraya ertelendiği için hepsi delirmiş vaziyetteydi. Sanki ben delirmedim! Öldürücü gözlerle beni süzüyorlardı, korkuyordum. Duygularımın incindiği yetmemiş gibi, birde bedenimin incilmesini kaldıramazdım.
"Ne oldu, Aysel? Neden öyle bakıyorsun?"
"Pardon, Harun Bey." dedi, oturuşunu ve bakışını düzeltti. Ben sanki doğar doğmaz, genel müdür olarak işe başladım. Ben sanki hiç çalışan olmadım. Kaç numaralı bakışın, hangi cümleye ait olduğunu çok iyi bilirim ben Aysel Hanım! Sesimi çıkartmadım, direkt aşağı inip, şirketten çıktım.
İtalyanların beni ve şirketimi ekmesi beni çok yıprattı. Eve gideyim bari, dedim. Hiç olmazsa uyurum. Bebek götüne benzeyen tipim ile dışarı çıkmaya hiç niyetim yoktu, zaten üç gün sonra uzuyor; uzadıktan sonra tekrar gidip kestirecektim. Ah, ulan İtalyanlar! Birinci dünya savaşında taraf değiştirdiğiniz yetmiyormuş gibi, birde ekiyorsunuz! Atalarına çekmişler, pervasızlar!
Eve geldiğimde, babam; bahçeye kendine masa hazırlatmış, çayını içip gazetesini okuyordu. Suratımın asıklığı sekiz yüz metre öteden belli oluyordu. Hatta bir ara Nazlı yanıma gelip, kulağımın dibinde: "Anne, yeni çıkan çamaşırları ağabeyimin suratına asarız!" dedi. Küçük kardeş işte, ne olacak! Normalde benimle muhatabının sınırı, on cümleyi geçmeyen babam, günlük konuşma sınır kotası on cümle olan babam, evde konuşkan bireyleri görünce, koşarak evi terk eden babam; aldı beni karşısına, otturdu. Konuştuk.
"Ne oldu, oğlum? İhaleyi alamadın mı?"
"Üç gün sonra belli olacakmış, baba." dedim.
"Elli sekiz yıldır tarımla uğraşıyorum, böyle ekilme görmedim! Sen unut o zaman onu, araya başka şirketleri al." Vaaay. Babamda da ne cevherler varmış, canım! Annemle takıla takıla, onun ince espirilerinden azar azar almış anlaşılan.
"Nasıl olur baba? Çok büyük kâr farkı var. Enayi demezler mi bana?"
"Oğlum, adamların kos koca şirketi var. Jetleri mi olmayacak? Dünyanın bir çok yerinden mal siparişi veriyorlar, daha kârlı bir yatırım buldular demek ki. Üç gün sonrada iptal edeceklerini söyleyecekler, sen gel babanın sözünü dinle." Kulağa mantıklı geliyordu, ama risk almakta istemiyordum. Hem şirkettekinler ne derdi, sonra bana? 'Zam, zam, zam' diye kulağımı inletiyorlardı. Kime selam versem, "Harun Bey, bizim zam ne oldu?" diyordu. Adamlar selam verip, sohbet etmeyi unuttular.
"Bizim dosya işleri ne oldu?" diyorum, "Zam" diyorlar. "Mola verin, çocuklar," diyorum. "Zam" diyorlar. Yürüyen zama döndüler. Fark etmediğimi, ya da takmadığımı falan düşünüyorlar ama darbeden sonra işler bir hayli azaldı. Tam düzelttik derken virüs başladı. Yine aynı başladığımız yere geri döndük. Kafayı yedirdiler bana en sonunda. Bir de, iki yüz elli sekiz tane elaman var. üç bin lira zam yapsam, bu bana ay da sürekli olarak yedi yüz yetmiş bin civarında zarar demek. İşlerim mükemmel olmalı ki, zarar değil, kâr ile yapayım bu işi. Sonuçta herkes evine ekmek götürüyor.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Şerefsizsin çünkü, yaparsın!
Humor"Valla, sende bizim öküzlüğümüzü sollayacak bir yapı görüyorum. En son sendeki pala bıyıkları rahmetli dedemde görmüştüm," "Aa! Ne güzel işte, arada dedeni anmaya fırsat veriyorum. Otur da bir dua et," "Subanallah, neler var, bize neler düşüyor...