Kan.
Karanlık bir tutku.
Bağımlılık.
Bir zaaf.
Lanet olasıca Ryan DeVere beni okulun arka bahçesinde öldürüp, ardından kendi deyimiyle bana "ölümsüzlüğü bahşettiğinden" beri neredeyse tek düşündüğüm şey o. Hiç aklımdan çıkmıyor, çıkartamıyorum. Eskiden önemsediğimi düşündüğüm insanlar - ki bunlara en yakın arkadaşım Kate, annem ve babam da dahil - hiçbir anlam ifade etmiyor artık. Her gün yüzlerine baktığımda, bana iyi olup olmadığımı sorduklarında, endişeli bir şekilde bakışlarını üstümde hissettiğimde tek düşündüğüm onları öldürürsem vicdan azabı çekip çekmeyeceğim. Ryan istemezsem çekmeyeceğimi söylüyor - lanet olası piç. Bugüne kadar söylediği ne doğru çıktı ki? O benim hayatımı çaldı, insanlığımı, önemsediğim her şeyi... Duygularımı. En sevdiğim şarkı sözünü hatırlayınca içimden gülmek geliyor artık, Three Days Grace'in Pain şarkısından şu kısım: "I'd rather feel pain than nothing at all." (Hiçbir şey hissetmemektense acı çekmeyi tercih ederim.) Her üzüldüğümde kendime hatırlattığım o söz. Şimdi ise tek sahip olduğum şey hiçlik. Kaybolmuş gibiyim.
Bugün 10 Eylül, yani okulun ilk günü. 3. sınıfım. Etrafımda "Tanrım, zaman ne kadar hızlı geçti." konuşmaları yapıyor, evet zaman hızlı geçiyor belki de birileri için. Ama benim için değil. Ben hala o haziran akşamındayım, üstümde kırmızı balo kıyafetim, elma ağacının altında uzanmış; Ryan DeVere'in bir anlık isteğinin kurbanı olurken çığlık bile atamayan o hiçbir şeyin farkında olmayan, gerizekalı ama tekrar o olmak için her şeyi yapacağım o kızım hala. O anla ilgili tek hatırladığım şey o ince acı, dişlerinin boynuma saplanıp şah damarımdan içeri girmesi. Canımı yakmadı, neden bilmiyorum. İsterse yapabilirdi, biz vampirler için en kolay şey birilerinin canını yakmak. Ölüm ne zaman aklıma gelse, en acısızını dilerdim; öyle de oldu sanırım. Ama insan ölünce huzura kavuşur sanırdım; bense arafta tıkılıp kaldım.
"Hey, Danny."
Tüylerimin diken diken oluyor, çünkü gelen Kate. Saçlarını tıpkı benim gibi at kuyruğu yapmıştı, okul kuralları. Onun gelmesini izlerken sadece korkuyorum çünkü bütün yazı boynunu deşme arzusuyla savaşarak geçirdim ve birisiyle ne kadar az konuşursam o kadar iyi, onun için de benim için de. Ancak Kate vazgeçmeyecek biliyorum. Taş gibi bir yüz ifadesi dışında başka hiçbir şey vaat etmiyorum insanlara; ancak Kate benimle mücadele etmekte ısrarlı. Yapabileceğim bir şey yok, sanırım.
"Selam."
"Nasılsın, daha iyi hissediyor musun?"
Gözlerim ister istemez beyaz boynuna yöneliyor, işte damar orada. Vampir olduğumdan beri sarışın insanlardan daha çok nefret ediyorum. Aniden azı dişlerimden biri sivrileşerek dilimi kesti, ağzıma tatlı bir sıcaklık doldu; kendi kanım. Hafifçe yutkundum ve derin bir nefes aldım. Ryan'ın sesi kulaklarımda yankılandı: Konsantre ol. İstediğini deşebilirsin, umrunda değil ama vampir olduğumuzu herkesin de bilmesi gerekmez.
"Daha iyiyim. Sen nasılsın?"
Kate'in yüzüne şaşkın bir ifade oturdu ve içten bir şekilde gülümsedi. "Dört kelime. Hiç fena değil."
Hafifçe gülümsedim. Aslında acınacak haldeyim, insanlar da bunun farkında; herkes konuşmayı yeni öğenen bir bebekmiş gibi davranıyor bana. Haksız da değiller, çünkü söyleyecek hiçbir şeyim yok. Bomboş bir defterden farkım yok.
"Nereye bakıyorsun?"
Kendime gelip Kate'e baktım o ise bana bakıyordu. Az önce nereye baktığımı bile bilmiyordum, sadece herkesin sesini o kadar net duyuyorum ki çoğu zaman kafam karışıyor; düşüncelerimi toparlamakta zorlanıyorum. Kate kafasını yana çevirdi; ben de o tarafa baktım. Kate'den "Anladım." dercesine bir "A." sesi yükseldi, çünkü az önce bilinçsizce baktığım yerde Ryan vardı. Ve... Alexander. Sanırım ara sınıfların yıl sonu balosunda süper karizmatik, hayvani yakışıklı Ryan DeVere'le samimiyetimçoktan duyulmuştu. Aniden onunla göz göze geldik ve ikisi bize doğru yöneldiler. Bugün her şeye hazırlıklıydım; öldürme isteğine, bana psikiyatrik hastaymışım gibi davranan insanlara, acıyan bakışlara... Ama Alexander'ı görmeye hazır değildim.