"Serhan, Su nerede?" dedi yanımıza yaklaşan uzun boylu adam.
Sinirli bakışlarını kısa sürede benden çekip gelen adamla tokalaştı. "Kızın burada hastaneye kaldırılıyor sen hâlâ babamın işlerinin peşindesin! Bırak toplantıyı gel dedim sana! Siktirtme bana işini!"
"Sen onu bana söylüyorsun ama kolay sanki. Bu işlerle uğraşmam lazım. Akıllı ol şu okulu bitir de yardım et bari!"
Serhan benim yanımda bu sözleri duyduğu için biraz rahatsız olmuştu. Çenesinin kasılmasından ve alnındaki damarın pıt pıt atmasından anlayabilmiştim. Su'yun babasına onun kaldığı odayı tarif ettikten sonra hırsla bana döndü.
"Niye sinirlisin anlayamadım? Alt tarafı bir iki soru sordum. Ailenin soy ağacını çıkarmadık ya!"
"Sen iyi misin ya? Söylediklerini kulağın duyuyor mu senin? Hasta mısın kızım ne istiyorsun benden? Sen kimsin ki bana sorular soruyorsun ha?! Ne bu tavırlar sen kendini ne sanıyorsun?" o güçlü parmaklarıyla iki omzumu sımsıkı kavrayıp sıktı birden. "Bana bak, bana. Gözlerimin içine bak."
Burnundan soluyordu zaten ama böyle bir tepki beklemiyordum. Ürkek bakışlarımı çekinerek gözlerine diktim. İçeride yatan kumral çocuğun ikizi hakkında sorduğum sorularda çok ileriye gitmemiştim halbuki. Bana bakışları beynimdeki bütün düşünceleri uyuşturdu. Yağmurla dolmuş bulutların üşüşmesi gibiydi beynim. Kapkaranlık oluvermişti o bakışlara çevrilince.
Dumanlanmış gri bakışları, onları çevreleyen gür siyah kirpikleri, gözlerinin badem şekli her şeyiyle o kadar güzeldi ki o bir çift gri göz... Bakmaya doyamayacağım içinde yanıp sönen alevlerle savaşamayacağım kadar güzellerdi. Bir erkek bu kadar güzel olamazdı. Allah'ım!
Bedenimle olabilecek en yakın mesafedeydi. Odunsu, sert kokulu parfümü ve tıraş losyonunun ferahlatıcı kokusu burun deliklerimden içeriye süzüldü. Çaktırmadan derin nefesler çektim içime. Bir erkeğin kokusu ancak bu kadar özdeşleşebilirdi kişiliğiyle. Baştan aşağıya öyle mükemmeldi ki...
Gözlerimi kaçırarak siyah deri ceketinin içine giydiği lacivert kazağının desenine takıldı. O kazağın sarmaladığı sıkı vücudunu beynimde canlandırıp kendime işkence etmek istemiyordum.
Beynim bulanmaya devam ediyordu. Ateşimin yükseldiğinin farkındaydım. Omuz başlarımı uzun parmakları kavramış beyaz üniformamın üzerinden sıkıyordu. Canım yanmaya başlamıştı ama sesimi çıkarmıyordum. Biliyordum, eğer cevap verseydim her şey daha da kötüleşecekti. Babamdan biliyordum...
"Lütfen..." sesim titriyordu. Omuzlarımdaki yanma dinecek gibi değildi. "Lütfen Serhan, beni incitme. Canımı yakma."
Anneme her defasında bağırıp çağırmalarını, istediği olmadığında 2 dakikada sinirden köpürdüğünü çok iyi hatırlıyorum. Değişken fikirleri birbirini tutmuyordu. Anneme sesleniyor, karşılık geldiğinde de istediğini söylemiyordu. İkimize de aynısını yapardı. Aynı şeyle yıllarca uğraştım. Yıllarca.
"Gaye..."
"Efendim baba?" sıkıntıyla nefesimi dışarıya üfledim. Cevap gelmeyeceğini biliyordum. "Baba?"
"Yanına git kızım. Hep aynısı, biliyorsun..."annem bıkkın gözlerle bana baktı. "Karşılık verme yavrum. Geçecek, biliyorsun. Çok az kaldı."
"Nerdesin sen ya? Saatlerce seni mi bekleyeceğim ben?" dedi babam yanına gittiğimde.
Mutfaktan kırılan cam sesleri geldi.
Bir kere de işini adam gibi yap be! Bir kere de doğru düzgün becer şu işi! Bu eve geldiğinden beri kırdığın tabak çanağın haddi hesabı yok!" diye sinirle bağırdı. Bağırmaktan,bizi dinlememekten, bizi azarlamaktan başka bir şey bilmezdi zaten.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ayrı Yataklar
Ficción General"Uzak dur!" incecik, biçimli kaşlarını çattı. "Yaklaşma! Yoksa kötü olur. Ne yapmaya çalışıyorsun yine ya! Ne istiyorsun?!" kollarını çaprazlayarak omuzlarını tuttu. Göğüslerini gizlemeye çalışıyordu, ama farkında değildi böyle daha çok göze çarpıyo...