i.
Bacaklarımın ağrımaya başladığını düşünmemeye uğraşarak, iç çektim ve başımla sağa işaret ettim. "Şurdan mı gideceğiz?"
Taehyung, bana hızlı bir bakış attı. Gözlerinin gerisinden gelen o belli belirsiz, huzursuz edici, tehlikeli parlama. Omurgamdan aşağı yayılan bir ürperti hissettim. Dört yıl olmuştu ama bakışları beni hâlâ huzursuz ediyordu.
Dudakları iki yana kıvrılırken eldivenli elini bana uzattı. "Daha fazla yürümeyeceğiz."
Hava neredeyse otuz beş dereceyken neden siyah, deri eldivenler giydiğini açıklamama izin verin lütfen; yenisiniz ve bunun önemli olduğunu düşünüyorum—
Herif bir iblisle, düşmüş bir meleğin oğluydu ve dokunduğu insan, nasıl desem, kirlenirdi. Yani, eh, eldivenlerini yalnız başına olmadığı sürece çıkarmaması gerekiyordu. Birilerinin ruhunu yanlışlıkla zehirlemesi hiç hoş olmazdı çünkü.
Neredeydim? Oh, evet. Elini –eldivenini– tuttum.
(Bunu her yaptığımda kendimi o lanet olası eldivenlerine sessizce küfrederken buluyordum. Elimde değildi, cidden, dokunuşunu deli gibi merak ediyordum. Eldivenler olmadan. Nasıl hissettirirdi? Canımı yakar mıydı? Ya da—)
"Gözlerini kapat, başın dönecek," diye mırıldandı. Düşündüklerimi duymuyor gibi, sakin ve rahatça. İç çekerek elini daha sıkı tuttum ve dediğini yaptım.
Sadece bir an sonra nefesim kesildi, midem rahatsızca kasılırken ayaklarımın altındaki yerin kaydığını hissettim. Sendeledim, boştaki eliyle beni tutup kendine çekmese düşüyordum.
Dengemi sağlamamı beklerken, bir türlü alışamamamın sinir bozucu olduğuyla ilgili bir şeyler mırıldandı. Net duymadım, kendime gelmeye uğraşmakla meşguldüm, bilirsiniz.
Yardım olmadan ayakta durabildiğimden emin olmak için bir an duraksadıktan sonra, kendimi tutuşundan kurtardım ve gözlerimi birkaç kez kırpıştırıp karşımızdaki eski ve geniş evin pencerelerinden sızan loş ışıktan başka bir şeyle aydınlatılmayan küçük, dar sokağa bakmak için başımı kaldırdım. Biraz rahatsız ediciydi, vakit kaybetmeden eve doğru giden Taehyung'u küçük ve hızlı adımlarla takip ederken böyle işlerin neden lunaparklarda falan olmadığını düşünerek kaşlarımı çattım. Duymuş olacak, nefesini dışarı vererek güldü.
Evin kapısının önünde durup, zili çaldı; ben de tam yanında durdum ve kollarımı göğsümde kavuşturarak biraz fazla uzun bir iç çektim. Bana ne yapacağımızı söylememişti, ne beklemem gerektiğiyle ilgili hiçbir fikrim yoktu ve bu, kabul etmek istemesem bile, beni geriyordu. Tekrar vampirlerle uğraşmak istemiyordum. Ya da cadılarla.
Ayak sesleri.
"Bana güvenmeyi dene," diye fısıldadı, "seni tehlikeye atmam, biliyorsun."
Aslında hayır. Bilmiyordum.
"Biliyorsun," dedi, kaşlarını sahte bir kızgınlıkla çatarak. "Dört yıldır benimlesin Yoongi, sana değer veriyorum."
"Kafamın içinden çıkar mısın lütfen?" diye çemkirdim. Gözlerini devirdi –bu muhtemelen hayır demekti.
O sırada kapı, elinde kırmızı sıvıyla dolu bir bardak tutan pembe saçlı bir çocuk tarafından açıldı. Benimle hemen hemen aynı boydaydı, beyaz bir tişörtle basit ama pahalı görünen bir kot pantolon ve kot ceket giyiyordu.
Başta gözlerini birkaç kez boşça kırpıştırmaktan başka bir şey yapmadı. Sonra, bakışları Taehyung'u bulunca, güzel yüzü geniş bir gülümsemeyle aydınlandı. Keyifle kapı pervazına yaslandı ve bizi içkisinden uzun, yavaş bir yudum alarak beklettikten sonra dudaklarını yalayıp dedi ki: "Bu kez ne var, sik kafalı?"
Biliyorum. Yok etmek için yetiştirilmiş biriyle böyle konuşmak akıllı birinin yapacağı bir şey değildi. Yani, çocuk ya çok sarhoştu ya da –umarım– Taehyung'la çok yakındı.
"Bir gecede üç kişi. Vay canına Jimin, yürüyebildiğin için şanslısın." Taehyung yarım bir gülümsemeyle söyleyip adının Jimin olduğunu öğrendiğim çocuğun zaten karmakarışık olan pembe saçlarını karıştırdı. Sonra bana bakıp, göz kırptı ve eve girdi.
Onun peşinden gidecektim ama pembe saçlı velet "Tanışmadık," diyerek beni durdurdu. Yarısı boş olan bardağını elime tutuşturdu. "Sen Yoongi olmalısın. Taehyung bu kadar iyi göründüğünden hiç bahsetmemişti."
Omzumu silktim. İçeride bir parti var gibi görünüyordu ve denersem bile sağdaki merdivenlerden çıkıp gözden kaybolan Taehyung'u öylece bulamayacağımı biliyordum –Jimin'e kalmıştım. Elimdeki bardağa bir bakış atıp huzursuzca kıpırdandım.
"Basit bir içki, öldürmez." Kıkırdadı. "İçeri gelsene."
Birilerini oyalamam falan gerekmiyor muydu? Genelde öyle yapardım. Bilirsiniz. Dikkat dağıtırdım, Taehyung ihtiyacı olanı alana kadar.
Ama bu kez benden bir şey istememişti ki. Öylece... gitmişti. Bu yüzden kırmızı içkiden küçük bir yudum aldım ve eve girdim. Sadece bir parti. Seks ve alkol kokan, sıradan bir parti.
Kapı arkamızdan kapanırken Jimin elini bana uzatıp sırıttı —bu, az önce farketmediğim bir şey farketmeme sebep oldu.
Tadının kötü olmadığına karar verdiğim içkiden bir yudum daha almak için bardağı dudaklarıma doğru kaldırırken boştaki elimi elinin üstüne koydum ve, "Vampirsin, ha?" dedim. Bir yudum. "Uzun süredir sizden birini görmüyordum."
Beni nazikçe Taehyung'un çıktığı merdivenlere yönlendirirken, "Hayatta kalanlarımızın büyük bir kısmı saklanıyor," diye karşılık verdi. "Ölmek istemiyoruz, bilirsin."
Hmmladım. "Pekâlâ. Burada ne işim olduğuyla ilgili bir fikrin var mı, Bay?.."
"Park," diye tamamlayıp güldü ve bana, gözleri parlayarak baktı. Sebepsizce ürperdim—
"Buradasın Min Yoongi, çünkü Taehyung yedi yüz küsür yıllık hayatında ilk kez bir şeyden korkuyor ve sana her zamankinden çok ihtiyacı var."
Son, tam olarak böyle başladı.
&
daha önce hiç böyle bir şey yazmamıştım, hatalarım varsa söyleyin lütfen,,–sydney🌙