Sanırım bir hikaye anlatacağım. En azından deneyeceğim. Lise yıllarıma dair hatırladıklarımdan bir şeyler işte. Bilemiyorum ne çıkar ya da ne kadar devam eder.
Ergenlik her insanı farklı şekilde vurur. Herkesi agresif yapar. Ama herkes bunu göstermez. Amerikan dizi ve filmlerinde sıkça işlenen zorbalığın sebeplerinden biri de budur aslında.
Liseye başladığımda, ki ergenliğin beni vurduğu yıllara gelir, o dizilerdeki kaybeden başrol olmaktan bir adım uzaktaydım, sanırım. Tam emin değilim, çünkü Amerikan lisesinde geçen bir hikaye olmadı benimki. Aynı zamanda öyle olsaydı bile, başrol olamayacak bir kaybeden olurdum herhalde.
Liseye başladığım yaz, hayatımın dönüm noktalarından birisidir. Çok ciddiye almamış olsam da lise sınavlarına ailemden dolayı iyi bir şekilde hazırlanmıştım.
O yazı önemli yapan iki şey var. Birincisi başarısızlık korkusu. O zamana kadar her şey kolaydı. Sınav sonuçları açıklanana kadar. O anda, tam o anda başarısızlığın ne kadar gerçek olduğunu fark ettim.
Bu dünyada isteyip de elde edemeyeceğim şeyler vardı. Bu dünyada benden daha iyi binlerce insan vardı. Ve sanırım o zamanlarda karar verdim, bilinçsiz bir şekilde, eğer kaybetme ihtimalim varsa denemek için geriye hiçbir sebep kalmadığına.
Yine o yaz susmaya alıştım. Sinmek, kabullenmek gibi değil. Sessiz, içten ama güçlü bir öfkeyle sustum. Ve işte o yaz kaybeden olmaya bir adım kalana kadar sustum ve vazgeçtim her şeyden. Basketbol dışında her şeyden.
Basketbolun bu hikayedeki öneminden daha sonra bahsedeceğim. Ama bu noktada biraz ailemi anlatmam lazım sanırım.Annem, dünyanın en fedakar annelerinden biridir, sanırım. Yemeyip yediren, giymeyip giydiren türde annelerden. Başka türlü anne var mı bilmiyorum gerçi. Babamsa dünyanın en inatçı insanı. Bense inatçılıkta ikinci sıradayım. Bütün kötü huylarımı babamdan alıp, iyi olduğu binlerce şeyden tek birini alamamışım. Neyse sonuç olarak, annem her zaman arkamda duran, yol göstermeye çalışan biriyken, babamsa tam tersi sürekli laf söyleyen, daha kendi beynimde bir fikirle boğuşurken, o fikre ilk karşı çıkan insan. Ne zaman gidip bir şeye karar verdiğimi ya da bir şey yapmak istediğimi söylesem, aynı cevabı verir.
"Artık büyü biraz, işleri ciddiye al. Bu hayat böyle gitmez."
Cümleler farklı olabilir zaman zaman ama içerik değişmez. Kötü bir baba olup olmadığı tartışılabilir ama kötü biri değildir. Karşı çıksa da çoğu zaman yapmak istediğim şeyler konusunda yardım eder. En azından maddi konuda. Bunun dışında da iletişimimiz yok zaten babamla. Neler yaşadığımı bilmez, neler hissettiğimi bilmez. Ya da neleri sevdiğimi...
Ve ben okulun ilk gününde, neredeyse her şeyden vazgeçmiş bir şekilde okulun kapısındaydım. Neler olacağına dair hiçbir fikrim olmadan. Yanlış anlamayın çok büyük şeyler olacağından değil, sadece ben hiç düşünmedim ileride neler olabileceğini. Şu anda bile çok fazla düşünmem yaptığım şeylerin sonucunu veya hayatıma etkisini. Bu yüzden de sonucu çoğu zaman iyi olmaz.
YOU ARE READING
Hatıralar
Non-FictionBir hikaye anlatacağım. En azından deneyeceğim. Lise yıllarıma dair hatırladıklarımdan bir şeyler işte. Bilemiyorum ne çıkar ya da ne kadar devam eder. Birazı kurgu, birazı gerçek.