Uyandım. Ancak uyanmamak için uğraşıyorum. Gözlerimi kapatıp uykumun kollarının arasına atıldığımı düşünüyorum. Atılıyorum atılmasına. Bir sarılıp koklaşıyoruz. Ama ardından beni kollarından atıp gerçek dünyaya uğurluyor. Ancak ben istemiyorum. Diyorum ki uykuya Sen! Diyorum Misafire kötü davranılır mı hiç?! Ne demek kollarından atmak?! Ne demek o güzel kokulu bahçesi olan evinden kovmak?! Ne demek?! Diyorum... Ancak beni dinlemiyor.
Tekrardan tekrardan deniyorum. Ama sonuç hep aynı. Bu yüzden pes ediyorum. Yatakta oturur pozisyona gelip gözlerimi karşıya dikiyorum. Uykum var benim! Ancak böyle uykum açılır. Uzun bir süre öyle kalıyorum. Uzun bir süre derken ciddi anlamda uzun bir süre. 30-50 dakika falan...
En sonunda ayağa kalktığımda bu sefer aklıma Abim geliyor. Tekrardan oturuyorum. Düşünüyorum.
Neden Kore'ye gitti.
Ya da neden bir yere gitme ihtiyacı duydu?
Peki orası neden Kore?
Neden bize haber vermedi? Beraber gidebilirdik.
Peki ailem... Onlar neden polis dediğimde bu kadar sert çıkıştılar?
Neden beni de Kore'ye gönderdiler?
Bu soruların hepsi aklımda bir arı kovanı gibiydi. Ancak kraliçe arı ortada olmadığı için tüm arılar -yani sorular- telaş içindeydi.
Yine uykum geldi.
Uyumak istiyorum.
Gerisin geri yatağa yatıyorum. Ancak uyursam çok geç uyanacağımı bildiğim için kalkıyorum. Yorganına ve yastığıma son kez daha sarılıp onlarla vedalaşıyorum. Ağlayarak...
Yine ayağa kalkıp bu sefer yatağa gitme olasılığını düşünmemeye çalışarak bavuluma ilerliyorum. Çünkü biliyorum ki bir daha o yatağa girersem çıkamam. Bavuluma ulaştığımda fermuarını açarak içindekilere bakıyorum.
Yarısı kitap.
Diğer yarısı kıyafet.
Bütün kıyafetleri çıkararak yatağa koyuyorum. Elime beyaz uzun kollu bir t-shirt alıyorum. Altına giymek için de kot pantolon alıyorum. Süslü olmayı pek sevmem. Özel bir şey yoksa günlük takılırım. Ancak önemli bir şey varsa sade ama şık giyinmeyi biliyorum. Giyinip aynada kendime bakıyorum. T-shirt vücut hatlarını fazla belli edince siyah deri ceketimi yatağın üstünden alıyorum. Ancak onu giymiyorum. Onu bir köşeye koyduktan sonra diğer kıyafetlerimi bavula tıkıyorum.
Aynaya geri dönüp saçlarımı tarıyorum. Saçlarım benim değerlilerim. Uçlarına maşa yaptıktan sonra yüzüne hafif bir makyaj yapıyorum. İşim bittiğinde kendini süzülüyorum.
Fena değil.
Tam o sırada telefonum çaldığında aynayla bakışmamızı kesiyorum. Etrafımda dönüp telefonumun nerede olduğunu kestirmeye çalışıyorum. En sonunda kendisini koltuğun üstüne buluyorum.
Arayan Rabia.
Kendisini çok severim. En yakın arkadaşlarımdan birisidir. Diğerleri ise Masal ve Sena'dır. Biz dördümüz çok yakın arkadaşız. Vakit kaybetmeden aramayı cevaplıyorum. Cırtlak sesi ahizeyi dolduruyor.
"Selam bebikolotum!"
Yüzümü buruşturuyorum. Bu nasıl bir lakap?
"Selam ama o sözcük benim esprilerimden bile berbattı. Hani o kadar berbat ki ne berbat esprileri söyleyebilen ben , senin o dediğin sözcüğü dile getiremiyorum. Gerisini sen düşün."
"Hiçbir şey senin esprilerinden berbat olamaz."
Sırıtıyorum. Beni ne kadar da iyi tanıyor.
"H²Odenaz geldi mi yanınıza? "
"H²Odenaz?" diyor anlamayarak.
"Su , H²O , Sudenaz , H²Odenaz." diyorum anahtar kelimeleri vererek.
Bir süre ses gelmiyor.
Sonra bir kusma sesi. Birkaç dakika devam ediyor bu durum.
"Allah kahretmesin kı-"
"Amin."
Bu sefer hafif bir çığlık atıyor.
"Sadece biraz konuşmak istemiştim , senin o iğrenç nereden geldiği belli olmayan esprilerini duymayı değil."
Sırıtarak cevap verdim.
"Ah hayır tatlım. Beni özlediğini bildiğim gibi benim o güzel esprilerimi de özlediğini biliyorum."
Bir süre sustu.
"Bugün Louie'yı gördüm."
Louie.
11. sınıfta sevdiğim kişi.
Aslında gerçek adı o değil. Onu ilk gördüğümde izlediğim dizinin ana kahramanına o kadar benzetmiştim ki onun adı kendi aramızda Louie olmuştu. Birkaç gün ilgimi çekmişti. Kantinde onu ilk kez gördüğümde arkadaşına gülerek bizim sınıftaki bir kızı sormuştu. Tam o an dedim ki "Aman Allah'ım. Aynı Louie gibi." . O günden sonra onu izlemeye başladım. Sonrasında hoşlantı.
Rabia yeniden konuştu.
"Göksu?"
Derin bir nefes aldım konuşmadan önce.
"Efendim?"
"İyi misin?"
"Evet , neden iyi olmayayım ki?"
"Bilemiyorum. Onu üç yıldır sevdin. Son iki yılını görmeden hemde. Uzun bir süre. Alp ile ben bile o kadar uzun süre birlikte olamadık ki seninki tek taraflı bir sevgi.
Arkadan sesler gelince kapatması gerektiğini söyleyerek kapattı. Büyük ihtimalle kardeşi ile ilgilenmesi gerekiyordu. Telefonu yanıma koyup düşüncelere dalıyorum.
Louie.
Onu o kadar sevmiştim ki on ikinci sınıfta okula öğretmenleri ziyaret etmek için geldiğinde heyecandan ölmüştüm. Sonuçta onu yaklaşık on aydır görmüyordum. Çok değişmemişti. Saç kesimi biraz değişmişti. Kilosu , boyu , yüzü hâla aynıydı. O gün de dememiştim ona onu sevdiğimi. Diyemezdim ki. O zamanlar öz güvenim o kadar düşüktü ki. Gerçi şimdi de pek yüksek sayılmaz. Sadece eskisinden daha iyiyim. Güzel bir kız değilim. Hiç olmadım. Bu yüzden beni kabul etmezse yıkılacağımı çok iyi bildiğim için söylemedim. Beni kabul etmeyeceğini biliyorum ama ondan duymak canımı fazla acıtır. İnsanoğlu bazen bildiği şeyleri duymayı kabullenemez. Bildiğiniz ama duymadığınız gerçekler. O hesap benimkisi.
Bir anda düşüncelerimden sıyrılıp saate baktım. Vaktin öğlene yaklaştığını gördüğümde koltuktan kalkıp siyah deri ceketimi giyiyorum. Sonra da yanıma eşyalarımı koymak için siyah küçük bir sırt çantası alıyorum. İçine gerekli malzemelerimi yerleştirdikten sonra otel odasından çıkıyorum. Asansör ile zemin kata iniyorum. Otelden çıkıyorum. Soğuk rüzgar yüzüme çarpınca kendime geliyorum.
Hani bazı durumlar vardır. Olay gerçekleşmiştir ancak siz hâla onu kabullenememişsinizdir. Ne kadar zaman geçerse geçsin olayın etkisinden kurtulmak hiç kolay değildir. En basit örnek : ölüm.
Yakınınızdan birisini ölmesini kabullenemez , geri gelmeyeceğini bildiğiniz hâlde o kapıda girmesini beklersiniz. Bunu kabullenmek belki 2 hafta sürer belki 2 yıl. Bende kabullenememiştim her şeyini bırakıp abimi bulmak için Kore'ye geldiğimi. Koskoca ülkede bir insan nasıl bulunurdu? Aklım almıyordu. İmkânsıza yakın bir olasılıktı abimi bulmak. Her yere gitmiş olabilirdi. Her yere. Şu ülkenin her karış toprağını gezmek zorunda mıydım? Belki de tüm ömrümü burada abimi bulmak için geçirecektim.-yahben123

ŞİMDİ OKUDUĞUN
ABİM KORE'DE KALDI
Teen FictionKüçük bir kız. Bir abi. Bir Kore. Küçük kızın abisi Kore'ye gider. Küçük kız da abisini bulmak için Kore'ye gider. Abisi neden Kore'ye gitmiştir? Küçük kızın ailesi hiç bilmediği bir ülkeye kızlarını neden göndermiştir? Neden polise haber vermemişle...