Umutsuz, karamsar ve kızgın hissediyorum ama en önemlisi korkuyorum. Hayatımın, düşüncelerimin gittiği, kendi gittiğim yoldan korkuyorum. Sonundan korkuyorum. Gittiğim yolun sonunda senin yokluğundan korkuyorum. Sana gelmek için verdiğim onca "ben" den sonra yine sana çıkamamaktan korkuyorum. Sana geldiğim her adımda kendimden uzaklaştığım için bir daha kendimi bulamamaktan korkuyorum. Korkumun diğer duygularımın önüne geçmesinden, senden başka hiçbir şey hissedememekten korkuyorum. Seni unutamamaktan korkuyorum. Yıllarca uğraşıp sonra sadece bir saniyede hatırlamaktan korkuyorum. Beni görmemenden, sana verdiğim değere gülüp geçmenden korkuyorum. Ben senden korkuyorum.
Yolumun başına gidiyor gözlerim hafızamda. Seni gördüğüm o ilk anı, kalbimdeki ilk çarpmayı bir anda tekrar yaşıyorum. Biliyorum çok ironik. Her aşk kavgayla başlar sözünün bizim için de geçerli olması. Ya da, sadece benim için. Arkadaşlarının yanında o kadar kendinden emin duruyordun ki o eski masanın üzerinde otururken. Sana baktığım o ilk anda sana imrenmiştim belki de bilmiyorum. O kibirle bize bakarak-en çok da benim gözlerimi esir alarak- "Siz burası için çok küçük değil misiniz?" deyişin hala çok net aklımda. Sana duyduğum imrenme duygusuyla birleşen sinir ve utancın beni sonradan bu hale getireceğini nereden bilebilirdim ki.
Daldığım düşüncelerden otobüse gürültülü bir şekilde binen insanların etkisiyle sıyrıldım. Gözümü otobüsteki yolcuların üzerinde gezdirirken bir çocuğun elinde bulunan bardak mısır dikkatimi çekti. Seni sevdiğimi tam idrak edemediğim ama yine de senin yanında ne diyeceğimi bulamadığım, ellerimin birbirine dolandığı, gözlerine doğrudan bakamadığım o zamanlarda yaşanan o anı hafızam büyük bir acımasızlıkla gözümün önüne serdi.
Karşılaşmamızın üzerinden çok az bir zaman geçmişti ve benim yakın arkadaşımla senin yakın arkadaşının kardeş olduğu gerçeği beni derinden sarsmıştı. Sana karşı içimde besleyip büyütüp saklamaya çalıştığım o karmaşa beni arkadaşımdan bile uzaklaştırmıştı. Ne düşünmem gerektiğini bile bilmezken yüzüne asla bakamazdım. Adının ilk hecesi geçtiğinde bile kızarırken seninle aynı ortamda bulunmam imkansızdı. Ben seni gördüğüm o ilk günü her gece rüyamda görürken senin benim yüzümü bile hatırlamama, aynı o günkü gibi beni küçümseme ihtimalin korkuttu belki de beni, bilmiyorum. Seninle karşılaştığım o günden sonra kendimle ilgili hiçbir şeyi bilmemem çok acınası değil mi? Belki kendime olan bu güvensizliğim kabuğuma saklanıp bir daha çıkmamama neden oldu onu da bilmiyorum. Kabuğumdan tam çıkmadan sadece bir anlık etrafa bakma izni veriyordum kendime sürekli. O bakma izinlerinden her birinde az da olsa seninle konuşmaya başladığım o zamanlar, bir çocuğun ilk uçurtma uçurduğu anda hissettikleriydi. O kendine güven duygusunun yanında, en az onun kadar güçlü olan o tutamayıp kaybetme korkusu gibi. Yine bakma izinlerimden birinde seninle bir bankta oturup iğrenç karışımlar içeren-sarımsak tozu ile bal yeterince iğrençti bence- mısır kokusuyla birlikte gelecekten, hayallerimizden bahsetmiştik. Sen bu şehirden uzakta gelecek hayallerini anlatırken ben hep senin hayallerinin içine kendimi de sıkıştırdım kafamda. Bunu yaparken salakça sırıtmam senin hoşuna giderdi, çünkü benim de kendininki gibi hayallerimin olduğunu düşünüp benim sıram olduğunu söylerdin...
Gittiğin zaman sana korkak dedim. Beni düşünmeyip görmezden gelmeyi seçtiğin zaman kendinden utanmanı, bir daha aynaya hiçbir zaman bakamamanı istedim. Benim kendimden iğrendiğim gibi sen de bana bunları yaşattığın için kendinden nefret et, iğren istedim. Bana bakarken gözlerinde kendimi görmüştüm. Bunun bana değer verdiğin anlamına geldiğini sanmıştım. Aslında sen beni o kadar görünmez saymışsın ki benim için sadece bir ayna görevi üstlenmişsin. Sana her baktığımda seni severken ne kadar aciz olduğumu görmem canımı acıttı ama bunu olması gerekenden daha geç fark etmem durumumu daha kötü bir hale soktu. Sen seni sevmem için bana nedenler verdiğin için kendinden utanmalısın aslında. Ama en çok da ben her ne olursa olsun bu nedenlerin peşinden koştuğum için kendimden utanmalıyım. Merak ediyorum gözlerindeki yansımam hiç kalbine inmedi mi? Yoksa gerçekten ay gibi sadece aldığın ışığı mı yansıttın bana? Ben sana güneş değeri verip kalbimi ısıtmana izin verirken sen hep görünüşlere aldanmamı mı sağladın? Peki hiç mi gerçekten güneş olmaya çalışmadın? Yoksa ay kimliğin sadece bana mı özeldi? Sorularımın cevabını hiçbir zaman senden duyamayacağım biliyorum. Sen hayallerinin peşinden gittin ama ben o hayallerin içine asla sığamadım. Kendime ait hayaller kurmak yerine sana ait olanlara sığmaya çalışmak, parazit gibi yaşamaktı kabul ediyorum. Ama benim istediğim sadece sendin. Küçük bir çocuğun kocaman bir pamuk şekere olan sevgisi gibiydi sana olan sevgim. Küçük bir çocuk için nasıl yapıldığı asla tam olarak idrak edilemeyen, gökyüzünün çok yukarılarından gelen pembe bir bulut parçası gibi, küçücük bir parçası bile o bulut parçasıyla havalara uçuran ama aslında tamamen sahte ve zararlı olduğu asla gerektiği zamanda kabul edilmeyen bir şeydi.
Aslında hiç var olmamış ama olmasını hep istediğim şeffaf hayalime doğru çıktığım yolcuğun, muavinin seslenmesiyle bittiğini anladım. Nereye olduğunu bile bilmediğim 9 saat 53 dakika süren yolculuğumun sonunda sırt çantamı alarak benim dert ortağım olan o koltuktan kalktım ve yeni bir başlangıç için bilmediğim, sadece hissettiğim o hayali çizgide yürümeye başladım. İlk uçurtmayı, pembe pamuk şekerini, iğrenç kokulu mısırı, bankları kısaca seni ve onca sen arasında harcanmış yine onca beni geride bırakarak tamamen farklı benle çizgimde ilerledim, ilerledim ve ilerledim. Ta ki artık o hayali çizgiyi gerçekten görene kadar.