Salıncak

9 1 0
                                    

"Hayda! Yine mi topukluyorsun?"

"Yapma Allah aşkına Hakan, gitmem gerektiğini söyledim ya. Israr etme lütfen."

"Ya bırak, kimi kandırıyorsun? Hep aynı terane. Ne zaman sana işim düşse 'Abi işim var, yarın şu var, saat geç oldu' falan bir bahane uydurup tüyme derdindesin. Anlaşıldı, sana güven olmayacağını bir kez daha göstermiş oldun. Hata bende tabi. Ne diye her seferinde senden yardım istiyorsam..."

Cenk, Hakan'a yardım edemeyeceği için mahcubiyet hissediyordu ama yalancı mantı, merdiven altı fason üretim Barcelona forması, altın rengi çakma saat kadar bir mahcubiyetti hissettiği.
İşin aslı, Hakan'a değil yardım etmek, onun yanında durmaktan bile hoşlanmıyordu. Hakan yepyeni spor ayakkabının altına yapışıp, dünyadaki en güzel duygularından birisi olan "yeni spor ayakkabı giyme hissi"nin içine eden ciklet gibi bir tipti. Ondan kurtulmaya çalıştıkça, o seni daha da sinir ediyordu.

Hakan, sarhoş babasından yediği dayakların sayısını azaltabilmek için eve geç gitmeyi yıllar önce huy edinmiş, evden uzaklaşıp sokaklarda takıla takıla güvenilmez, üç kağıtçı, sorumsuz ve yalancı bir insan olup çıkmıştı. Hakan ve Cenk çocukluk arkadaşıydı ama yıllar geçtikçe Hakan'daki değişimden rahatsız olan Cenk kendini ondan kopartmış, araya da iyice mesafe koymaya başlamıştı.

O günlerden beri, Cenk ne zaman sokağın ucunda Hakan'ı görse yolunu değiştirir, olabildiğince göz temasından kaçar ve selamlarını görmemezlikten gelirdi. Cenk'in tüm bu çabalarına rağmen, Hakan nasıl yapıyorsa Cenk ile karşılaşmayı başarıyor, içinde olduğu kişisel ızdırap sarmalında onu yakalayıp, ipe sapa gelmez gerekçelerle mantık sınırlarını zorlayan konularda yardım istiyordu.

Şu an içinde bulunduğu durum da kaderin Cenk'e oynadığı benzer bir oyundan başka bir şey değildi. Cenk'in dış dünyaya karşı dükkânı siftahsız kapatıp, kepenkleri indirdiği, gecenin köründe inin cinin top oynadığı çocuk parkındaki salıncakta sallanırken "Yine neyi yüzüme gözüme bulaştırdım da başıma bunlar geldi?" diyerek kendini sorguladığı bir anda –ister kaderin bir oyunu deyin ister Murphy kanunu-, Hakan parkın girişinde belirmiş ve Cenk'i tanır tanımaz da dibinde bitivermişti.

Cenk, Hakan'ı yanındaki salıncakta gördüğü anda, önce çamaşır makinesinde bir sağa bir sola döndürdüğü sonra da balkona kurumaya astığı, sık yıkanmaktan rengi solan kıyafetlere benzeyen kısır döngündeki karamsar düşüncelerini yedek kulübesine çekmiş ve Hakan'dan en kısa zamanda kurtulmanın yollarını planlamak üzere beyninin yaratıcı kıvrımlarını ısınmaya yollamıştı.

Hakan'ın son söylediklerinden yardım talebinden vazgeçmek üzere olduğu ve artık ısrarcı olmaya devam etmeyeceği sonucunu çıkartan Cenk, defansta gösterdiği üstün başarıyı kontra atağa çevirmek için en uygun zamanın geldiğini anlamıştı. Yüzündeki yapmacık "Sana yardımcı olmak isterdim ama şu an müsait değilim" maskesinin ardında saklanmak ve acelesi olduğu hissini Hakan'a iyice yedirebilmek için oturduğu salıncaktan bir hışımla kalkıp parkın çıkışına doğru hızlıca yürümek üzerine bir plan kurmuştu.

Planına sağdık kalan Cenk, salıncaktan kalkmak üzere hareketlenmeden önce Hakan'ın tarafına kaçamak bir bakış attı. Hakan istifini bozmadan kendi salıncağının sağlı sollu demirlerine iki eliyle tutunmaya, yıldızsız gökyüzüne bakarak kendini sallamaya devam ediyordu.

İkili dışında çocuk parkında kimse yoktu. Boyası sökülmüş boş tahterevalli ve üzeri ne idiği belirsiz grafitiler ile doldurulmuş kaydırak "Buralar tekin değil, çok oyalanmadan hadi evinize gidin," diye bağırıyordu.

Çölde ölmek üzere olan devenin üzerinde içgüdüsel alçak iltifa uçuş yapan akbabalar gibi ikilinin parktan ayrılmasını bekleyen yarasalar, baş aşağı sallandıkları ağaç dallarında sabırsızlanmaya başlamıştı. İnsan isimli memeli canlı akşam akşam çocuk parkını işgal etmiş, yarasaların gece eğlencesine ket vurmuştu. Yarasaların dili olsa dertlerini ve mağduriyetlerini kimbilir nasıl anlatırlardı? İnsanlık neden hep kendini düşünüyordu? Dünyada sırf onlar mı yaşıyor sanıyorlardı?

SalıncakHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin