Oyuncunun Son Dramı

22 2 0
                                    

“Zift gibi yapış yapış, kapkara, bir çift sivri tırnaklı el, ayak bileklerinden sıkıca kavrayıp çekmeye başladı. Tavandan sarkan iplerin ikisi, kement olup kollarından yakaladı. Kürek kemiklerini, ışık saçan yoğun bir ektoplazma sarıyor, omurgasına girip tüm bedenine yayılıyordu. Saç tellerinden, ayak tırnaklarına kadar sarsıla sarsıla titremeye başladı”

Gecenin bir yarısı, dolunay ışığında, terkedilmiş kilisenin asma kilidini, demir levye ile kırdı. Boyasız kalmış, kırık dökük ahşap kapının, eline batan kıymıklarına aldırmadan, bileklerine abanıp bu heybetli kapıyı ittirdi.

Kulaklarını delen bir gıcırdamayla, paslanmış menteşeler yerlerinden söküldü. Bedeninin geçebileceği bir aralıktan içeri sızdı.

Yüz yılı aşkın zamandır girişi yasaklanmış kilisenin holünde bacakları titreyerek duruyordu. Fenerin ışığının ulaşabildiği mesafede kirli havasında asılı kalan tozları, uçuşan böcekleri, kilise kubbesindeki vitraylardan sızan ay ışığı altında kaçışan yarasaları gördü, irkildi!

Yüzüne çarpan ağır, toz ve kükürt kokusu genzine doldu, öksürdü.

Ağzını, boynundaki fularla tıkar gibi kapattı.

Koşar adımlarla mihraba vardı.

Korkudan kesik kesik nefes alıyor, tıkanır gibi oluyordu.

Ayak seslerine eşlik eden gıcırtıları ve kendisine tuhaf şekilde fısıltı gibi gelen sesleri yok farzetmeyi başararak, aşağıya inen merdivenlerin ilk basamağına adımını attı.

Sonra ikinci, sonra üçüncü…

Hiç bitmeyecek sandığı, yarı yolda geri dönmeyi dahi düşündüğü merdivenleri, saya saya son basamağa indiğinde; Aklında 666 sayısı ve karşısında iki kanatlı siyah bir kapı vardı.

Kapıyı açtı, içeri girdi, yürüdü.

Kendisini devasa bir tiyatro sahnesinde buldu.

Büyük bir gürültüyle, birden bire sahne ışıkları yandı!

Çok korktu!

Titreyen bacaklarını yaklaştırdı, birbirlerine destek olmaları için!

Sonra, ne kadar eski de olsa belki bir yerlerde harekete duyarlı bir sensör olabileceğini düşündü.

Oyunculuk eğitimi almaya başlayalı henüz altı ay olmasına rağmen kendi oyununu yazmış, prova yapacak bir sahne bulamadığı, biraz da gözü kara olduğu için terkedilmiş bu kilisenin var olduğunu bildiği tiyatro sahnesini provalarında kullanmak üzere aklına düşürmüştü.

Şimdi burdaydı ve sahnenin de ışıkları çalışıyordu, üstelik sensörlü!

Mü acaba?

Gözlerini kapadı, repliğini hatırlamaya çalıştı.

- Ölümün gizli büyüsü! İşte ayaklarına kadar geldim. Bedenimi ruhuma kurban ediyorum, beni özgürleştir! Bu titreyen bacaklarım, bu titreyen yer! Duy sesimi, bana özgürlüğümü ver! Oyunumu iliklerimden kaydır, dilimden omurgamdan yükselt! Sanatımı yıldızlar gibi parlat! Beni kutsa!

Sinsi bir gürültü azar azar yükseliyordu. Sahnenin zemini titriyor ve sallanıyordu.

Zift gibi yapış yapış, kapkara, bir çift sivri tırnaklı el, ayak bileklerinden sıkıca kavrayıp çekiyordu. Tavandan sarkan iplerin ikisi, kement olup kollarından yakaladı. Kürek kemiklerini, ışık saçan yoğun bir ektoplazma sarıyor, omurgasına girip tüm bedenine yayılıyordu. Saç tellerinden, ayak tırnaklarına kadar sarsıla sarsıla titremeye başladı.

Repliğini bu denli hissederek oynadığına inanamıyordu, gözlerini açmadan!

Öylesine transa girmişti ki bu olanların gerçek mi yoksa kendi hayalleri mi olduğunun ayırdına varamadı.

İki ayrı ip ayaklarına dolandı.

Kolları istem dışı bir kukla gibi oynatılırken, ayakları da kollarının aksi yönünde yavaşça çekilip itiyordu.

Kapalı gözleriyle kendini bir kuklanın devinimlerine terketti.

Kollarındaki ipler çekiyor, ayaklarındaki ipler ya bollaştırıyor ya da geriyordu.

Burgu halinde kıvrıla kıvrıla yükselmeye başladı.

Bir yandan da repliğini tekrar ediyordu;

- Ölümün gizli büyüsü! İşte ayaklarına kadar geldim. Bedenimi ruhuma kurban ediyorum, beni özgürleştir!

Birden bire yükselen korkunç bir kahkaha duydu, dehşetle gözlerini açtı.

Sahnenin tepesinde dirseklerinden bağlı iplerle sallanıyor, ayakları da iki yana gerilmiş biçimde yavaş yavaş açılıyordu.

Çığlık çığlığa bağırmaya başladı; “İmdaaattt! İmdaaatt!”

Kurtulmaya çabaladı. İpler daha çok geriyor, canı kollarından ve ayaklarından sanki çıkıyordu.

Kendi sesi sürekli yankılanıyordu; “Oyunumu iliklerimden kaydır, dilimden omurgamdan yükselt! Sanatımı yıldızlar gibi parlat! Beni kutsa! Beni kutsa! Beni kutsa!”

Korkunç bir çığlıkla sahne kan gölüne döndü.

Islanan parkelerin arasından kan sahnenin altına sızıyordu.

Bir süre sonra sahne son damlasına kadar kanı yalayıp yuttu.

Terkedilmiş tiyatronun ıssızlığında replikler uçuşuyordu;

“Olmak ya da olmamak!

Bir at, bir ata krallığım!

Çık mel’un leke, çık diyorum!

Sanatımı yıldızlar gibi parlat!

Beni kutsa!

Beni kutsa!

Beni kutsa!

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Apr 10, 2014 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

Oyuncunun Son DramıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin