39

1.3K 100 35
                                    

Bölüm Calum'dan. ;))))

Zili çalmamın üzerinden otuz saniye falan geçtiğinde kapı açıldı. Açılmasını izlerken derin bir nefes aldım ve sakin olup mantık duygumu yitirmemeye çalıştım. Dudaklarımı dilimle ıslattığımda kapı tamamen açıldı ve o ana kadar adeta kapının arkasına gizlenmiş olan Riley'i görebildim. Üzerinde ortaokul sondan beri eskimesine aldırmadan giydiği gri bir t-shirt vardı. Kendine birkaç beden büyük olduğu o kadar belliydi ki. Ne zaman bunu giyse dünyanın en rahat insanı olurdu. Sadece parmak uçlarını görebilirdiniz, t-shirt ellerini kapatıyordu ve yakası açık olduğundan dolayı sürekli iç çamaşırının askılarını gizlemek adına büyük bir çaba verirdi. Ashton, askıları gözüktüğünde onu hep uyarırdı ama ben bunu yapamazdım. Sadece gözlerimi çevirirdim ve kendisinin de fark edip düzelteceği anı beklemekle yetinirdim. Altında siyah bir tayt vardı, saçlarını yeni kuruttuğu hafif nemli oluşundan da, kabarıklığından da belli oluyordu. 

"Selam," dedi benden bir hareket gelmemesine dayanamayarak. Derin bir nefes alıp büyük bir adımla içeri girdiğimde korkarak geri çekildi ben de ona bakmayı bırakmadan kapıyı arkamdan kapattım. 

"Geleceğim dedikten sonra işini hemen bitirdin ve kapının önünde gelmemi bekledin ama beklediğini anlamamam için kapıyı bilerek geç açtın." Hızlıca konuşmama karşılık kaşlarını çatıp bana baktı. "Sen ne-"

"Hayır, ben hiçbir şey saçmalamıyorum. Doğru bu. İtiraf et."

"Calum, buraya beni seni kapıda bekletmekle suçlamak için mi geldin sen?"

Omuz silkip kafamı hayır anlamında iki yana salladım. "Buraya sana seni anlamaktan korkmadığımı kendime ve sana itiraf etmek için geldim."

Susup korkakça geri çekildi. Ama ona biraz daha yaklaşıp aramızdaki mesafeyi attırmasına izin vermedim. "Seni bazen ne kadar sinir ettiğimi ama ardından bana cevap veremeyince daha çok sinirlendiğini biliyorum. Sen herkese cevabını verebilirsin çünkü. Bana susuyor olmak seni deli ediyor."

"Bundan gurur duyuyor gibi bir halin var."

"Bunu senin ömrün boyunca sağlamış tek insanım, gurur duymak benim hakkım." Saçımı tek elimle kaldırıp önünün havada durmasını sağladım. "Saçımın böyle olduğunda bana çok komik olduğumu söylüyorsun ve bu nedeni vererek aynısını bana sürekli yaptırmaya çalışıyorsun. Ama amacım gülmek değil, çünkü saçımın böyle olmasından hoşlanıyorsun." Tam itiraz edecekken elimi kaldırıp onu susturdum. "Al," dedim bileğimdeki saati ona uzatarak. Saat uzun zamandır bendeydi ve sınıftaki kızlar sürekli benden alıp kendi bileklerine takardı. Riley hariç. 

Saati ona uzattığımda saate dik dik bakıp kafasını iki yana salladı. "Olmaz, takmam."

"Çünkü bunun için kendine söz verdin."

Riley'nin gözleri büyüdü. "Sen bunu nereden..."

"Herhangi bir yerden işte, ne yapacaksın? O yer bana saati asla takmamanın nedenin de tüm kızların sürekli bileğinde dönüp durmuş olması olduğunu söyledi. Asla onlarla aynı olmak istemediğin için takmadığını bir şekilde biliyorum. Tuhaf bir metafor, ama seni anlıyorum."

Riley'nin yüzü iyice şaşkına döndü. Bu sefer bana kızmış gibi yapamıyordu. 

"Calum, bunları neden söylüyorsun, cevap ver artık." Bitkin sesine içim acıdı ama ona bir adım daha attım ve doğrudan gözlerine bakıp konuşmaya devam ettim. "Çünkü bunları biliyorum." dedim. "Bildiğimi bugüne kadar kendime bile itiraf etmedim. Ama bir yerden, bir şekilde biliyorum ve artık kör olmadığımı bilmen lazım. Ashton'ın da bilmesi lazım, herkes bilmeli. Ben kör değilim, belki biraz şaşı olabilirim, ama kör değilim."

"Tebrik ederim o zaman seni. Hatta sizin hepinizi. Topluca tebrikler! İşiniz gücünüz yok beni çözmeye çalışın, oldu mu?" Sinirle bağırdığında gözlerimi kapattım. Eh, haklı sayılırdı. Sürekli onla uğraşıyordum ve sonra suçu ona bırakıyordum. Neden sürekli bana bulaşıyorsun demem hep yeterli oluyordu. İnsanlar da onun bana takıntısı var sanıyordu. Aslında, çok sayıda insan değil. Ortaokul son dönemimizde tüm sınıfın hakkımızda konuştuğu olmuştu ama bir iki yıldır Riley dışarıya benden epey bağımsız gibi görünüyordu. Gerçi, belki cidden öyleydi, belki de kızın sabrını tüketmişim sonunda.

"Hiçbirisi seni çözemez," dedim cesurca. "Ben yaklaşık 12 yıldır kendimi buna adadım ama hala tamamen bir sonuca varamadım. Kimsenin seni çözmeye gücü yetemez Riley. Ben daha yapamamışken kimsenin hakkı yok."

Gözlerinin dolduğunu fark ettiğimde bu beni üzmedi, iyi bir şeydi bu. Duygulanmıştı sonuçta. Üzülmüş olacak hali yok ya. Gözüm rafta duran araba maketini takıldığında çocuklar gibi ona koşmamak için kendimi zar zor tutmuştum. Daha önemli bir işim vardı sonuçta. Odaklanıp en ciddi sesimi kullanmaya çalıştım. Derin bir nefes aldım.

"Bak Ri, evet, geldiğimden beri bir şeyleri gördüğümü, bildiğimi kanıtlamaya çalışıyorum ama Tanrı yukarıda, hala bugünden sonra ne olacağını bilemiyorum. Belki benimle bir daha hiç konuşmayacaksın, belki kanka gibi devam edeceğiz ve belki de arada sırada konuşan iki arkadaş olacağız. Belki bana şu kapıdan çıktıktan sonra bana son sürat ile gelen mükemmel bir Lancer çarpacak ve öleceğim ki bu güzel bir ölüm yolu olurdu doğrusu." Gözlerini devirmesini bekledim ama yapmayınca beni ne denli dikkat eşliğinde dinlediğini anlamış oldum. Güzel dudakları hafif ayrıktı ve ön dudağının ortasındaki şişko yer alt dudağına değmeyi başarıyordu. Tek başına orası bile, onu öpme isteğimi körüklemeye yetiyordu.

Devam ettim.

"Ama bugün, ben bu kapıdan çıkıp gitmeden önce ne olacağını biliyorum. Ve tüm bu belirsizlikler bunu yapmamı engelleyecek kadar güçlü de değil. Çünkü zaten, senelerdir bu an için bekliyorum." 

Derin bir özlemle konuştuğumda nefesini tutup bana baktı. Aramızdaki on, on beş santimetre kadarlık boy farkını içten içe selamladım. Riley'ye ondan bu kadar uzun olacağımı defalarca kez söylemiştim. Dalga geçme sırası bana geçmişti ama burada onun gözlerine bakarken hiçbir şeyi şakaya vuramayacak kadar dolu hissediyordum. Şiirsel bir andı adeta.

Kalbim göğsümü döverken ve tüm damarlarımdaki kanlar dilime, dudaklarıma ve ağzımdaki konuşmaya yarayan o tüm lanet hücrelere ulaştı. Daha fazla uzatmanın anlamı yoktu. Bu kez, tam zamanıydı. 

Ve ben Riley'nin kulağına doğru eğildim. Nefesimin kulağına ve boynunun bir kısmına çarpacağını bile bile fısıldadım: "Seni seviyorum."

Gözümün ucuyla gözlerini kapattığını gördüğümde, bedenimin küçücük bir zerresiyle bile olsa onun titremesine sebep olduğumu hissettiğimde kalbim deli çarpıyordu ama üzerimden büyük bir yük kalkmıştı. Ve ne dediysem bu sonuna kadar gerçekti. Onu seviyordum. O aynı şeyleri hissetmiyor olsa bile bu gerçekti ve o kadar uzun zamandır devam ediyordu ki kendimde en uzun süreli yaşattığım his buydu. Çocukluğumdan hatırladığım tek alışkanlığım, büyürken tutunduğum en büyük gerçek.

Onu sevdiğimden başka hiçbir şeyden emin bile değildim.

Yavaşça doğruldum. Ve bir şey söylemesine fırsat vermeden az önce içeri adımladığım kapıdan dışarı çıktım. Yıllardır rahat rahat uyuyamıyordum. Bir gece de o uyuyamazsa bir şey olmazdı, ha?




Bu da bonus gifiniz hanımlaar :))))

Bu da bonus gifiniz hanımlaar :))))

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.


In the Blink of An Eye || HoodHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin