"Neden buradayım? Daha doğrusu neyim var?"
Elimi kaldırmaya halim yoktu. En son merdivenlerden düşmüştüm ve gerisini hatırlamıyorum. Gözlerimi açtığım da ise hastaneydim. Yaklaşık beş dakika sonra odaya giren doktora neyim olduğunu soruyordum. Fakat o kafasını öne eğmiş tek bir kelime dahi etmiyordu. Sanırım güzel bir haber ile gelmemişti.
"Bayan Kim.."
Evet diyecek kadar bile gücüm yoktu. Sadece bir an önce gitmek istiyordum. Eve dönüp sessizce olacakları seyretmek...
"Konuyu uzatıp sizi daha çok meraklandırmak istemem. Beyninizde azımsanmayacak büyüklükte bir tümör var. Ve malesef en son evrede. Malesef elimizden bir şey gelmiyor..."
Doktor görevini yapıp odayı terk etmişti. Bana ise bunu hazmetmek kalmıştı.
**
"Taeyeon, senin için iyi olacak bir yer var. Binevi huzur evi gibi düşün sadece orada senin gibi iyileşmeyi bekleyen insanlar var yaşlılar yerine. Hem iyileşip şehir hayatından uzak kalırsın bir süre. Ha? Ne dersin?"
"İyi gelmeyecek Tiff. Doktorlar bile bir şey yapamıyorsa orası ne işe yaracak... Bari sessizce öleyim. Hem böylesi herkes için daha iyi olacaktır."
Tiffany'nin yanaklarından akan gözyaşlarını silerken daha fazla dayanamadım ve bende ağlamaya başladım. Daha 27 yaşındaydım. Ne diyebilirim ki...
**
"Seni her hafta sonu ziyaret edeceğim. Benden kurtulamazsın."
Buruk bir gülümseme ve olacaklardan haberi olmasına rağmen kabul etmemesi. Öleceğimi hâlâ anlamak istemiyordu. Ya da böyle olması gerektiğini düşünüyordu. Çocukluktan beri hiç değişmemişti. Ben her olaya realist açıdan bakarken, o ise pembe tarafından bakmayı tercih ederdi. Ama hayatın bize sunduğu tek rengin siyah olduğunu öğrenmesi lazımdı.
"Mutlaka gel." Son sarılmamızın ardından valizimi alıp odama kadar eşlik eden bir görevli ayırmıştı bizi. Belki de bir daha onu asla göremeyecektim. Asla onun
gülümsemesini izleyemeyecektim. Tüm bunlar daha çok acı veriyordu. Kalbimi daha çok yakıyordu. O benim ailemdi. Annemdi, babamdı, kız kardeşimdi..
Bir anda bırakamazdım onu. Bu yüzden uğraşacaktım...**
"Bakın kim ziyarete geldi!" Aşağıdan gelen neşeli sese kulak verdim. Ama gözümü duvardan ayırmadım. Tam bir hafta olmuştu. Tümör sanki tüm vücudumu ele geçirip yavaş yavaş yok ediyordu ve bu çok kötü bir duyguydu. Gün geçtikçe eriyip giden moralim, moraran göz altlarım ve bir hafta da verdiğim 7 kilo iyileşemeyeceğimin kanıtı gibi parıldıyordu adeta...
Odamın kapısı açıldığı zaman yine ilaç vereceklerini düşündüm ve gözümü yine duvardan ayırmadım.
"Selam." Kadifemsi gelen ses tonu içimi bir anda yumuşatmıştı. Gözümü kapıyı açan genç adama diktim. Bu yere göre fazla sağlıklı ve mutlu gözüküyordu. Kafamı salladım. Elinde tuttuğu papatya demetinde bulunan tek siyah gülü çıkarıp, uzattı.
"Bu.. ne için?" Kafasını sallayıp sanki yanlış bir şey yapmış gibi değişen yüz ifadesinin tatlılığına gülmeden edememiştim.
"Ah sorma şeklim yanlıştı. Özür dilerim. Otursana." Elimde gösterdiğim tekli koltuğa oturmuştu. Bu çocukta olan değişik bir şey vardı.
"Ben Byun Baekhyun. Tanıştığımıza memnun oldum."
"Bende memnun oldum. Taeyeon."
Kafasını sallayıp etrafa bakınmaya başladı. "Sanırım yeni gelmişsin?"

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Black Rose
Short Story"Bana siyah gül verdiğin o ilk gün sende bir şey olduğunu anlamıştım. Yanılmamışım. Canımın acıyacağını adım gibi biliyordum. Ama seni tanımıştım bir kere." ▪08.17.2018▪