30-"Sonsuzluk..."😿

1.2K 69 55
                                    

▪▪▪

7 gün sonra...

Tren garının tozlu havası nüfuz ettiğinde içine, bir kez daha acıyla titredi bedeni ve yüreğinden midesine doğru ince bir sızı hissetti. Gözleri buğulu, kirpikleri yaşlıydı. Yüzündeki solgun renk bir haftadır değil, yaklaşık üç haftadır kendini tekrar ediyordu ve artık aldığı nefesler kendisine derin eziyetler çektirirken, menfi tasavvurları ekseriya öne çıkıyordu. Avucunda sıkı sıkıya tuttuğu küçük çantası ve bir yandan da boşta olan elini yumruk haline getirerek ilerliyordu, ailesinin arkasından.

Tren on beş dakikaya burada olacaktı ve içinde Hilal ile Ali Kemal'ı, babaları Cevdet'i götürecekti. Kimin yüreği yanmıyordu ki?

Sadece onlar yoktu burada. Daha birçok hemşire ve gönüllü asker, yanlarında ailesi, ellerinde küçük bohçalar ile bekliyordu belki de onları dönüşü olmayan sonsuzluğa götürecek treni.

Hilal ailesine baktı, herkesin gözü bir parça yaşlı, bir parça buruk gülümseme taşıyorlardı. Annesi Azize her vakit olduğu gibi yine metin duruşunu bozmamış, babaannesi Hasibe ise bildiği tüm duaları okuyor gibiydi. Yıldız başını önüne eğmiş, konuşmak istiyor da sanki demek istediği tüm kelâmlar boğazına dizilmiş gibi susuyordu. Her vakit tecellisine ehemmiyet veren ablası, bu kez en ufak bir özen dahi göstermeksizin, kızarmış gözleri ile bekliyordu.

Tren raylarına bir buçuk metre kala durdular yavaşça. Derin bir nefes alarak gülümsemeye çalıştı Hilal. Şimdi babası ve ağabeyi ile yan yana duruyor, karşısında annesi, ablası ve babaannesine bakıyordu. Bir süre sustular ve Hilal bakışlarını daha da ailesinin gözbebeklerinde tutamadı, ayakkabısına indirdi. Bunu farketmişcesine uzun zamandır susan Azize konuşma gereği duydu. Esasen içindeki kelimeler sel olup taşıyordu da, diline getiremiyordu bir türlü. Boğazını temizledi ve bir adım öne çıktı,

"Demek burada ayrılıyoruz..."

Hepsinin gözleri Azize'ye döndüğünde devam etti Azize,

"Aslen bana kalsa sizi gönderemezdim lâkin vatan söz konusu." Derin bir nefes aldı çünkü hiçbir şey sandığı kadar kolay değildi. "Diyebileceğim tek şey, orada birbirinize sahip çıkın. Ali Kemal, aklının estiği her şeye koşma! Babanı dinle. Cevdet, çocuklar sana emanet zaten, biliyorsun. Bu yüzdendir ki, en çok da senin dikkatli olman lazım gelir."

Bir adım attı Hilal'e doğru ve yanaklarını kavradı, sıcacıktı o yanaklar şimdi. Yavrusunun mavi gözleri alev almış, annesine bakıyordu. Belli ki ağlamak isteyip de yapamıyor, hıçkırmak istiyor da duyuramıyordu. Yanaklarını okşadı bir süre, ardından dudaklarını aralayıp son sözlerini söyledi Azize,

"Hilal'im. Benim güzel kızım. Oralarda kendine mukayyet ol, metin ol. İstediğin vakit al kağıdı kalemi, yaz mektubunu. Askerlerimizi iyileştir, iyileştir ki boşuna gitmiş olma. Hadi benim güzel kızım. Sana güveniyorum." Ardından hepsine döndü, "Yolunuz açık olsun, tez vakitte muzaffer olup da gelin inşallah."

Sustu ve hepsine teker teker sarıldı. İlk önce minik serçesine, doya doya sarıldı, kokusunu içine çekti, sırma saçlarını okşadı. Ardından Ali Kemal'e gitti, canından çok sevdiği oğluna. Her evladını canından çok sevmiyor muydu zaten? Ona da sarıldı, belki de bu onları son görüşü, son sarılışıydı.

Ve en son erine, zevcine, Cevdet'ine sarıldı. Sarıldı lâkin yalnızca bedeniyle değil, kalbiyle sarıldı. Ağlamakta ısrar etmesine rağmen gözünden bir damla akmasını engelleyemedi. Derin bir nefes aldıktan sonra geri çekildi ve baktı gönderdiği emanetlere. Allah'a dua etti içinden.

Sıra babaannelerine geldiğinde, yüzündeki o nuri gülümseme ile hepsine sırasıyla sarıldı ilkin. Ardından kendinden emin konuştu, "Rabbim, hiç şüphesiz sizlere yardım edecektir. Sizi Allah'a emanet ederim. Oralarda dikkatli olasınız, yeter. Bu son konuşmamız olmayacaktır muhakkak ki. Hayde, yolunuz açık ulsun!"

Dilhun |Ateşten Gömlek| HileonHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin