Çocukluğumun sesi sokakta koşturan gürültüye karışmış onlara eşlik ediyordu. Bir köşe başında soluklanıyor, nefes nefesesoluyor ve ardından koşmaya devam ediyordu. Hayallerin peşinden koşmak o kadar kolay ve güzeldi o günlerde. Hayat öğrenmeye ve keşfetmeye meraklı bir çocuğun gözünde ne kadar da gizemli ve büyüleyiciydi. Keşfettiği nesneler ve canlılar onun zihninde yeni anlamlar kazanıyor, ruhunun derinliklerinde farklı duygular uyanıyor, tarifsiz duyguların tarifi yapılıyor, yeni kazanımlar duygu denizinin ilk damlalarını oluşturuyordu. Küçük bir çocuğun kır çiçeklerini keşfi ile başlayan bu yolculuk onlara hayranlık duyacak duygulara dönüşüyor ve sonsuz maceralara yelken açıyordu. Onları sevmeye ne zaman başladığımı ve ilk nasıl tanıştığımızı inanın bende bilmiyorum. İnsan kır çiçeklerini nasıl keşfeder ve sevmeye başlarsa sanırım benimki de öyle olmuş olmalıydı. Aklımda ilk olarak ne zaman yer ettiğini şuan anımsayamasam da kalbimde ki yerinin varlığını koruyor olması bunun eski bir keşiften çok daha ötelere dayandığını hissediyorum. O yıllara ait yaşamım belirsizliklerle dolu olsa da tüm bu boşlukların yerini doldurmak o kadarda uzun sürmeyecekti. Ben sadece sokakta hayallerini kovalayan küçük bir çocuktum. Kır çiçeklerine sevdalanmak düşüncesi aklımın ucunda dahi yoktu. Çocukluğumun merak duygusu ve keşfedilmeyi bekleyen onca şey varken neden ilk onlardan başladığımı o zamanlar bilemesem de şimdi bunun nedenini gayet iyi anlıyorum. Ardından bir ömür boyu koşacağın en güzel hayal kır çiçekleriydi. Onları tanımak, anlamak ve yaşamak gerçekten bir insanın ömrüne bedel olacak kadar uzun ve meşakkatli bir yolculuğun ürünüydü. O günlerde insan birçok şeyi düşünemese de bazı şeyler düşünmeden de insanın ruhunda anlam kazanabiliyormuş, bunu şimdi daha iyi anlıyorum. Her hayalin peşinden koşmak güzel olsa da her hayal, siz peşinden koşuyorsunuz diye sizin olmuyor ne yazık ki. İnsan bazı hayallerinden vazgeçmesi gerektiğini büyüdükçe anlıyor. O günler de ansızın dalıp giderdim uzaklara erken başladı dedim ya bende kır çiçekleri sevdası ama o kadar küçüktüm ki adını bir türlü koyamıyordum bu duygunun. Beni dalgın bakışlar içinde bir şeyler düşündüğümü gören babam, “oğlum takma kafana kır çiçeklerini” derdi hep. O zamanlar tabi bir türlü anlayamazdım ne demek istediğini. Kır çiçekleri de ne demekti? Neden takmamalıydım onları kafama. Tüm bu sorulara o yaşlarda cevap veremeyecek kadar küçüktüm. Fakat cevabını öğrenmemde o kadar uzun sürmeyecekti. Öğrendiğimde ise artık her şey için çok geçti. Bir kere sevmiştim ben o kır çiçeklerini. Aklımda, gönlümde, yüreğimde hep onlar vardı. Kır çiçekleri tüm benliğimi ruhumu sarmıştı. Hayatta yaşama anlamım olmuşlardı. Bu dünyada ki en güzel şeydi benim için. Bu yüzden hiç incitmeden sevdim onları. Uzaktan izledim, dokunmadan, koparmadan ve zarar vermeden sevdim. Aman Allah’ım ne kadar da güzel duruyorlardı, hepsi birbirinden güzel ve özeldi. Bir anlık istek ve arzularımın kurbanı olarak görmedim onları. Koklayıp bir köşeye atmayı hiç düşünmedim. Bir ben değildim ya kır çiçeği seven başkaları da olmalıydı. Bu yüzden ait oldukları yerde bıraktım. Onlar orda oldukları yerde o kadar güzeldiler ki. Ama sonra bir baktım ki kır çiçekleri benim sandığım kadarda masum değilmiş. Herkesi aynı görmekle ne büyük hata yapıyor insan. Oysa bazıları koklanmak istiyormuş, bazıları dokunulmasından hoşlanıyor, kimi dalından koparılmak istiyor, kimi de elden ele dolaşmak, gezinmek istiyormuş. Bir gönülde tek olan da varmış kırk gönülde dolaşanda. Uzaktan bakıldığında narin gibi görünseler de bazılarının üzerine çoktan basılıp geçilmiş. Oysa kır çiçeklerini güzel ve özel yapan şey onlara kimsenin dokunmamış olması. Bir çocuğun gözünden kır çiçekleri güzel görünse de büyüdüğünde eğer anlamını yitiriyorsa işte o zaman o kır çiçekleri hiçte güzel değil. Çocuklar büyüdükçe hayalleri küçülmemeli. Masumiyetini yitirmiş, şehvetli elleri süsleyen elden elde dolaşan, her gönülde çadır kuran, birilerin başının üstünde taç olmak varken bir başkasının ayakları altında paspas olmayı seçen zihniyetin bir çocuğun hayalini süslemekten ziyade ancak bir vazoyu süsleyen kır çiçeği olabilir. Oda ancak orda ne kadar yaşayabilirse, güzelliği orda kalmaya ne kadar dayanabilirse. Solduğunda ait olduğu yeri bildikten sonra kimin nereyi seçtiğinin de bir önemi yok aslında. Benim derdim küçük çocukların hayali, onlar ölümsüz olmalı. Şimdi birçok kır çiçeğine kimlerin eli değdi kim bilir, kimlerin kokusu var üzerinde, kimlerin ayak izi, ne zaman yenildi nefsine, hangi şeytan kandırdı onu, hangi gencin hayallerini kirletti şehvet arzusuyla, hangi odada namus kapı dışarı edildi. Utanç duygusu hangi çarşafta katlanıp bir köşeye atıldı. Sonra ardından hangi maske takılıp sokağa çıkıldı. İnsan içine karışıldı. Namus abidesi gibi nasıl dolaşıldı. Bütün bunlar görmeyince sezilmiyor mu sandı. Şimdilerde eski bir sokak tabelası artık adın. Kır çiçeği sokağı, hayal kırıklığı sakinlerinden biriyim sayende.