Yağmur adeta bardaktan boşanırcasına yağıyordu. Servisin silecekleri durmaksızın çalışıyor, araba her çukura düştükçe daha da şiddetli sallanıyordu. Hava bulutlarla kaplıydı, şimşekler çakıyor ve karanlığa boğulmuş göğü aydınlatıyordu. Yollar öyle bakımsızdı ki, çamurdan asfalt gözükmüyordu. Şoför Tarık, artık kırlaşmış sakallarını kaşıdı. Saatine baktı ve bir of çekti. Geç kalmıştı ve daha bir saatlik yolu vardı. Serviste üç tane ikili, iki tane tekli ve en arkada da beşli koltuk vardı. İkinci sırada oturan iki genç hariç öğrencilerin çoğu yabancı idi. Onlarda Türk olmalıydı. Zira bunu kavga ederken ettikleri küfürlerden anlamıştı... Türkçe bir şeyler duymayalı oldukça uzun zaman olmuştu. Tarık öğrencileri beklerken iki tane dev gibi siyahinin, bir gençle kavga ettiğini görmüştü. Siyahilerin yanında çocuk gibi kalan Yılmaz, iki adamı da feci şekilde pataklamış, diğer arkadaşı ise polisi ikna etmişti. Siyahilerin arabayı Kaplan ve Yılmaz'ın üzerine sürmesi üzerine çıkan kavgada, iki dev bir gence yenilmişti. Tarık'ın gözleri fal taşı gibi açılmıştı, o zaman. Bir yandan Yılmaz denilen gencin iki devi nasıl patakladığını merak ediyor, diğer yandan Kaplan'ın polisi nasıl ikna edebildiğini anlayamıyordu. Bu sırada iki Türk Tarık'ın yanına geldi ve selam verdiler. Tarık, "Merhaba çocuklar." Dedi. Kaplan ve Yılmaz kendilerini tanıttıktan sonra, Tarık ikisine termostan çay ikram etti. Kaplan "Tarık amca, hadi biz üniversiteden sürgün yedik geldik. Sen niçin geldin bu adaya? "Dedi. Tarık "Yirmi yıldır burada çalışıyorum. İnan ben bile unuttum ne diye geldiğimi." Dedi ve üçü de güldü. Yılmaz" Kaplan ve ben İngiltere'den geliyoruz. Üniversite aldığımız disiplin cezalarından dolayı geçici olarak burada ki yurda kalmaya geldik." Dedi. Tarık göbeğinin üzerinde duran çay bardağını eline aldı ve " Burada rahat dursanız iyi edersiniz. Yurt Müdiresi Lisa çok çetin cevizdir." Dedi. Kaplan gülümseyerek" Merak etme Tarık amca bu sefer rahat duracağız." Dedi ve servis bir anda sarsıldı, üçünün de çayları döküldü. Yılmaz yanan elinin acısıyla "Nasıl bir yalan söylediysen, az daha servis takla atacaktı!" Dedi ve üçü de kahkahalarla gülmeye başladılar. Tarık bir yandan servisi sürüyor diğer yandan da iki genci süzüyordu. Kaplan siyah saçlı, siyah gözlü, orta boylarda, esmer ve oldukça zeki biriydi. Yılmaz, ise Kaplan'dan birkaç santim uzundu ve siyah saçlı, siyah gözlü kumral ve oldukça güçlü biriydi. Kaplan" Tarık amca bize bu ada hakkında hiç bilgi vermediler. Sadece Karayipler'deki yüzlerce adadan birinde olduğumuzu biliyoruz. Ayrıca burası yüzlerce yıl İngiliz sömürgesiymiş." dedi. Yılmaz "Evet Tarık amca bize biraz bu ada hakkında bilgi verir misin?" dedi. Tarık "Şey, aslında..." diyerek biraz geveledi ve sustu. Bu arada yağmur durmuş ve bulutlar açılmaya başlamıştı. Bir müddet sessizlikten sonra, Tarık endişeli bir suratla gaza basarak, arabayı hızlandırdı. Tarık, servisi durdurdu ve "İşte geldik!" dedi. Yılmaz "Bize adayı anlatmayacak mısın?" dedi. Tarık "Şey, başka bir zaman anlatırım..." dedi. Kaplan ve Yılmaz valizlerini alıp aşağıya indiler. Kaplan" Ben bu adamdan biraz şüphelendim. Bir şeyler dönüyor bu adada" dedi. Yılmaz " Al bende de o kadar. Adayı sorunca nasılda sustu öyle" dedi. Konuştukları için uyuyan öğrenciler rahatsız olmuş ve onları süzüyordu. Sarışın bir çocuk onları parmak ile gösterince Yılmaz" İndir o elini!" dedi. Kaplan arkadaşını durdurdu. Ardından yurda yürümeye başladılar. Yurt adeta bir sarayı andırıyordu. Böylesi gelişmemiş bir yerde, böyle bir yapı oldukça dikkat çekiciydi. Kaplan ve Yılmaz şaşkınlıkla yurdu incelerken aniden tiz bir ses duyuldu...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Zamanda Kaybolan Gölgeler
ActionBeladan uzaklaşıp, sakin bir okul hayatı bekleyen iki Türk için aslında her şey yeni başlamıştır...Kendilerini belanın en derin kuyuların da bulurlar... Işık için yaşayanlar ve Gölgeler de saklananları savaşına onlar da katılır... Zorlukların üstesi...