~Hae Jin'in Ağzından~ Ne kadar olmuştu onu takip etmeye başlayalı? Son zamanlarda bunu saymayı tamamen bırakmıştım. Kendimi bile tanıyamadığım bariz ortadaydı. Garip bir şekilde kafayı ona takmıştım. İçimdeki psikopat yanımı ortaya çıkarıyordum. Ben ki, kendimi insanlardan soyutlayan bir adamdım. İş harici evden çıkmazken şimdi eve girmem bile zor oluyordu. Peki ya neden? Tüm gün etrafta aylak aylak dolanıp onu takip etmekten tabi ki de. Korktuğunu hissettiğim zaman bu bana zevk veriyordu. Onda garip şeyler vardı. Beni ona doğru çeken çok garip ve anlam veremediğim şeyler. Herkesten sakladığım psikopat yanım onun yüzünden zaman zaman gün yüzüne çıkıyordu. Başımdaki şapkamı düzelterek hızlanan adımlarına baktım. Sesli nefes alışverişleri bulunduğumuz sokağa yayılırken korktuğunu anlamamak elde değildi. Dudaklarımın kıvrılmasıyla yüzüme daha çok yerleşen sırıtış beni bir hayli memnun etmiyor değildi. Havanın epey aydınlık olması beni ele verebilecekken tam aksine onu izlemeye devam ediyordum. Kore'de olduğum süre zarfında tüm günlerde onu izliyordum. Ne yapardı, ne yerdi,ne içerdi, kiminle konuşur, kiminle buluşurdu..hemen hemen hepsini biliyordum. Çin'de iken ise durum tamamen farklıydı. Delirmemek için kendimi zor tutuyordum. Onu düşünmeden geçirdiğim bir saniye bile yoktu. Bu yüzden çoğu zaman dizi repliklerini ezberlemeyi bile unutuyordum. Peki ya bu kadar erken saatte nereye gidiyordu? Elbette şirkete gidiyordu. Erkenden gider ve akşam geç saatlerce çıkardı. Gözlerimi hızlanan adımlarından yukarı doğru çıkartarak bedenini süzdüm. Ne diye...bacak hatlarını bu kadar belli eden bir tayt giymeyi tercih etmişti ki? Etraftaki insanların ona baktığını hissettiğim her saniye içimde beliren bir öldürme dürtüsü ortaya çıkıyordu. Evet, ona bakan insanları öldürmek isteyecek kadar kafayı takmıştım ona. Bende bir saplantı halini almıştı. Peki ya neden? Normalde bütün kadınlar etrafımda dört dönerken o garip bir şekilde benden uzak duruyordu. Mesafeliydi. Belki de ilgimi çeken tamamen araya koyduğu mesafe ve benden uzak durmasıydı. Ellerimi bordo şişme montumun cebine sokuşturarak avuç içlerimi ovuşturdum. Birkaç kere geceleri onu takip eden erkeklere rastlamıştım. Ve onları zar zor nefes alabilecek hale getirmiştim. Bu onlara tabi ki de ufak bir uyarıydı. Kızlara ise tamamen daha insaflı oluyordum. Yüzümü saklayarak bir köşede sıkıştırıyor ve ufak tehtidler savuruyordum. Böylece onu dış etkenlerden gelen tehlikeli durumlardan koruyordum. Herkesten korurken tek koruyamadığım insan ise kendimdim. Onu kendimden korumam gerekirken aksine ona daha çok yaklaşmaya çalışıyordum. Her neyse. Takip edenleri hallettikten sonra ki ikinci adımım ise buluştuğu erkeklerdi. Ve bu kesinlikle beni çileden çıkarıyordu. Buluştuğu erkeklerin hepsi kara listemde yer alıyordu. Herkesin bir numara sırası vardı. Ve ona göre yavaş yavaş hepsini halledecektim. Elbette ufak bir dayakla sıyıramayacaklardı bu işi. Onun tenine dokunan her parmağını kırmam gereken insanlarda yer alıyordu bunun içinde. Omzunun üzerinden geriye baktığını fark ettiğimde saklanmak yerine olduğum yerde başımı yere eğerek duruyordum. Eskiden saklanıyordum, çünkü sadece onu koruduğumu zannediyordum. Ama şimdilerde ise tamamen saplantılı olduğumun farkına varmış ve saklanmak yerine öylece duruyordum. Yeniden hızlanan ayaklarına uyum sağlarken yerdeki taşlara çarpıp ses çıkarmamaya oldukça özen gösteriyordum. Şirket binası göründüğünde ise rahatladığını belirten bir nefes alıp vermişti. Korkuyordu, hatta gündüz vakti bu kadar cesaretli olup peşini bırakmadığım için geceleri daha çok korkuyordu. Bu benim neden hoşuma gidiyordu peki? Onu takip etmek gittikçe daha zevkli bir hal alıyordu. Bazen şirketin içerisinde bile takip etmem gerektiğini hissediyordum. Ama bunu yapmak demek kendi elimle hapise girmek demekti. O şirkete girdiğinde bende en yakın binanın çatısına çıkmıştım. Cebimde ki tek gözlü küçük dürbünü çıkarmış şirketin içini izlerken onu göremediğim için sessizce birkaç küfür savurdum. Ne yapabilirdim ki? Gece olana kadar bu civardan ayrılamazdım, her ihtimali karşı olarak. Binanın çatısından ayrılıp en alt kata inmiş ve dürbünü iç cebime sokuşturarak etrafa bakınmıştım bir süre. Gözüme kestirdiğim pek de işlek olmayan bir yere girerek boş bir masaya yerleşmiştim. Tamamen şirketin kapısını görüyor olmam ise benim için bir artıydı. Yanıma gelen garsona bakarak siyah fasulyeli erişte, baharatlı pirinç keki ve soju siparişi vermiştim. Bu kadar erken saatte içmek istememin nedeni aslında kafayı bulmak değildi. Onu biraz rahat bırakmaktı. Son günlerde fazlasıyla tedirgin olduğu için bir bakıma üzülüyordum aslında. Oturduğum yere iyice yerleşirken kenara katlanarak konulmuş gazeteyi almış sayfalarını çevirerek okuyordum. Cinayetler, hırsızlıklar,siyaset.. İç geçirerek gazeteyi katlayıp aldığım yere geri bıraktım. Cebimdeki telefonu çıkartarak sns hesaplarına bakmaya koyulmuştum. Herhangi bir erkek varsa kesinlikle kara listeme ekleyecektim. Son bir aydır yaptığım tek şey buydu. Bu kadın yüzünden içimdeki psikopat hiç olmadığı kadar dışarı çıkıyordu. Bazen katlanılmaz hale gelirken yavaş yavaş bu psikopattan bende hoşlanmaya başlamıştım. Siparişlerimin önüme bırakılmasıyla teşekkür ederek soju şişesini açmış ufak bardağı dolduruyordum. Gözlerim ise tamamen şirket kapısına odaklıydı. ~Hyosung'un Ağzından~ Arkama dolanan başka bir silüet. Onlar sayesinde para kazanıyor ve yine onlar sayesinde edindiğim ünüm aracılığı ile birçok kapıyı kendime rahatlıkla açabiliyordum ama bu işin biraz daha uç bir noktasıydı. Korkuyordum ve korkum artık başka bir noktaya ulaşmıştı; paranoyaya doğru ilerliyordu.Esasen şimdiye kadar hiçbir fiziksel zarar vermemişlerdi.Bu korkumun sebebi daha çok seçtikleri karanlık saatler ve tekinsiz mekanlara dayanıyordu.Arkamdan annem yanaşsa hoplardım o ortamda sonuçta. Ve bir başka sebep artık sadece liseli kızların takibi altında olmadığımdı. İlgilenmediğimi ya da davranışlarından etkilenmediğimi sanmasına ayrıca dikkat etmeye çalışsam da arkamdan ilerleyen ve fark ettiğim kadarıyla yaklaşık üç gününü bana ayıran bu yapılı adamın beni deli gibi korkuttuğunu, olduğum yerde zaman zaman titrettiğini inkâr edemem. Ama beni markajına aldığı saatler tam da genç kızların çok da peşime tutuşamayacağı ama benim ise insan arasına karıştığım saatlerdi.Tam olarak okul saatleri içerisinde şirkete gel-git yapıyordum ve yılların tecrübesine dayanarak söyleyebilirim ki bu sasaeng gidileri haftalıklarını deli gibi biriktirerek bazı 'adamları' peşimize takabiliyorlardı.Taktıkları bu 'adamlar' korkutucu olsalar da bize zarar vermezlerdi, şükürler olsun.Anlıyorsunuz ya, sasengciklerin biricikleri olan bizdik ve zarar görürsek...mahvolurlardı. Net. Genel görevlerinden bahsetmem gerekirse an be an nerede olduklarımızı 'efendilerine' bildirip birkaç kare fotoğrafımızı iletmekti,hepsi bu.Kız grubu üyesi olmamız bizi daha mı şanslı yoksa delicesine şanssız mı kılıyordu bilmiyorum ama kendi sasaenglerimizin daha yufka yürekli olduğu kesindi.Bu sebeptendir ki hemen arkamdan ilerleyen bu adamı ne menajerime ne de bir başkasına henüz bildirmemiştim. Son sokaktan çıkmadan önce omzumun üstünden yeniden arkama doğru bakındım.Biraz geriden ritmik adımlarla ilerliyorken ben duraksayınca o da kendini frenlemişti.Sıkıntı dolu bir iç çekişle yeniden önüme dönüp dikkatle karşıdan karşıya geçerek hızlı adımlarla kendimi şirkete attım.Aman Tanrım... ~ "Sahiden bunlarla dönmek zorunda olduğuma inanmıyorum." Yorgunlukla kalçamı dış kapıya yaslayıp açarak sivri topuklu siyah ruganlara sıkıştırılmış zavallı ayaklarıma bakındım.Gün boyu yaptığımız takvim çekimleri ucu ucuna yetişmişti ve saat neredeyse on ikiye geliyordu.Sunhwa'nın dizi çekimleri,Jieun'ın da yeni bir dizi için soundtrack kaydı olduğundan ön sıraları onlara vermek zorunda kalmıştık Hana ile.Ama iki gündür variety çekiminde olan Hana da en az onlar kadar bitkindi; sonuç olarak en sona aylaklar başı olarak ben kalmıştım ve anca evime dönebiliyordum. Güvenlik şefimizin acil işi olduğundan üstümü değiştirmeye fırsat bulamadan kendimi kapı önünde bulmuştum.Neyse ki bu yersiz elbisemin üstüne şişme montumu giyebilmiştim ama bu öldürücü topuklular için yapacak hiçbir şeyim yoktu; başa geleni çekmek zorundaydım. Tam karşıdan karşıya geçip sokağa dalacakken kaldırımın kenarında duraksayıp usulca etrafıma bakındım.Caddeler bile olabildiğince boşalmıştı ve bir anda karşımdaki sokak olduğundan onlarca kat daha ıssız gelmeye başlamıştı.Parlatıcı kaplı alt dudağımı ısırarak sağdaki uzun yola bakındım, kesinlikle bu taraftan gitmeliydim ama bir yandan da etrafıma bakıp durduğumdan 'adamımın' buralarda olmadığını görebiliyordum.Ayak parmaklarımı sıkıştıran vicdansız rugan bana "Sakın çok yürüme,ayağını linç ederim." demek istemişti sanırım.Gevşek bir iniltiyle ona boyun eğerek hızlı adımlarla önümdeki sokağa adımımı attım.Bu hızla ilerlersem kesinlikle on dakikaya evime ulaşırdım. "Panik yapılacak bir şey yok Gummy...Adam da yok,kızlar da,kimse.Yürü gitsin." Kapüşonumu başıma çekerek bacaklarımı biraz daha hızlandırıp parmaklarımı ceplerime kaydırdım. ~Hae Jin'in Ağzından~ Kaç saattir burada oturuyordum ben? Oturduğum iskemle kuyruk sokumuma batmaya başlamıştı. Ufak bir sızıyla olduğum yerde kıpırdanırken masadaki minik bardağı parmaklarımla kavramış elimin içinde gezdiriyordum. Dolu bardağı fondip yaparak başımı geriye doğru attım. Kafam kesinlikle iyi olmuştu. Zira bu kaçıncı şişeydi onu bile bilmiyordum. Elimi masanın üzerindeki boş şişelerde gezdirmeye başladım. O zaman bu..dokuzuncu şişe? Kusmamak için beklide kendimi zor tutuyordum. Başımı şirketin kapısına çevirdiğimde fark ettiğim hareketle Hyosung'un çıktığını anlamıştım. Peki ya neden bacakları çıplaktı? Ayağında neden topuklu vardı? Beynime hücüm eden düşüncelerle yerimden kalmış hesabı ödemek için tezgaha yaklaşıyordum. Sağa sola yalpalayarak karşımdaki adama bakarak arka cebimden cüzdanıma asıldım. Cüzdanımı elimle iyice kavrayarak hesabı öderken ara ara dönüp onu kontrol ediyordum. Kasada ki işimin bitmesiyle dükkandan yavaşça çıkmış yan tarafındaki tekel bayiden naneli sakız alarak ağzıma atmıştım. Leş gibi koktuğumu kimse inkar edemezdi, hatta ben bile. Karşıdan karşıya geçerken o çoktan yolun dörtte birini gitmişti. Yalpalayarak yürümeme engel olamadığım gibi ağzımdan çıkan kelimelere de engel olamıyordum. Karanlık yola daldığımda adımlarımı ona doğru hızlandırmıştım. Ayağındaki topuklular çoğu kez taşlara takılıyor ve sendeliyordu. Sendelediği bir anda ona iyice yaklaşmış ve hatta belinden tutmuştum. Kafamdaki şapka beni gizleyebilir miydi ki? O sırada burnuma yayılan kokusu tüm hücrelerimi uyarıyordu. Kafamdan bin bir türlü düşünce geçerken oysa kollarımdan kurtulmaya çalışıyordu. Bir elimle ağzını kapatarak nefesimi boynuna doğru verdim. ''Bağırırsan canını okurum. İnan bana.'' Korktuğu belliydi ve bu her zaman ki gibi benim hoşuma gidiyordu. Sırtını duvara yaslarken karanlıktan güç alarak kafamdaki şapkayı çıkarıp yere atmış ve üzerinde ki şişme montun fermuarını yarıya kadar indirmiştim. Dudaklarımı soğuktan buz gibi olmuş boynuna bastırırken kokusunu daha çok içime çekiyordum. Korkudan kollarımda titrerken duvarla kendimin arasına iyice hapsetmiş olduğum bedenine yaslanıyordum. Nefeslerimi boynuna vermeye devam ederken bir yandan konuşuyordum. ''Seni uyarmıştım. Bu yoldan gitme demiştim. Neden beni dinlemedin? Sana beni tahrik etme dedim. Ama sen neden hep aksini yapıyorsun?'' Bir elimle hala ağzını kapatırken yalvarışlarını anlamamak elde değildi. Şişme montunun fermuarını tamamen indirdiğim üzerindeki elbiseye bakmış ve ufak bir ıslık çalmıştım. Bu kadar hayvanlaşabileceğim benim bile aklıma gelmezken, nasıl bu hale geldiğimi düşünmeden edemiyordum. Hücrelerim tamamen ona doğru çekilirken kendime engel olmam iyice zorlaşıyordu. Gözleri korkuyla bakarken bense psikopatça sırıtışlarımı ona sunuyordum. Bir elimi bacağına indirmiş baldırlarından yukarı doğru okşarken diğer elimi ağzından çekmiş iki elini birden sıkıca tutmuştum. ''Neden beni dinlemedin? Neden işlek caddeden gitmedin? Bana korkak muamelesi yaptın. Kimmiş korkak olan?'' Ağzımdaki sakızı uzun zaman önce yutmuş olmamla birlikte dudaklarımı dudaklarına bastırmış izinsiz öpücükler çalıyordum. Baldırlarından yukarı çıkan elim kalçasını kavramış sıkarken bir yandan kendime yaslıyordum. Çıldırmak üzereydim ve bu bariz ortadaydı. Başını benden uzaklaştırmaya çalışırken yüzümü tanımış olup olmadığını anlamaya çalışıyordum. Dudaklarını rahat bırakırken çırpınan ellerini biraz daha sıktım. Bana karşı konulması sinirimi bozuyordu. Neden karşı koyuyordu ki? Kalçasındaki elimi yukarı çıkarıp yanağına fazla sert olamayan bir tokat atmıştım. Bunun etkisiyle yere düşmüş olması ise işimi epeyce bir kolaylaştırıyordu. Kimsenin kullanmadığı bu yolda sadece ikimiz vardır. Sırıtarak üzerine uzanırken ellerini kafasının üzerinde sağ elimle tutmuş bir elimi tekrar kalçasına indirip hoyratça okşamaya başlamıştım. Yanağından ince bir yaş süzülürken umursamaz bir şekilde dudaklarımı boynuna bastırmış yavaşça aşağı doğru kaydırıyordum. Dudaklarımı göğüslerinin hizasına getirdiğimde ellerini anlık olarak serbest bırakmış üzerindeki elbiseyi iki elimle ortadan yırtmıştım. Ellerini tekrar tepede tutarken gözlerimi açığa çıkan göğüsleri ve beyaz göbeği üzerinde gezdiriyordum. Dudaklarımı südyenin üzerinden taşan göğüslerine bastırmış boşta kalan elimle sırtında olan südyen kopçasını açmıştım. Bedeni buz kesilmişti. Südyeni kollarından yukarı doğru çıkarıp ellerinin hizasında bıraktım. Kahverengi uçlarına bakarken dilimi dudaklarımda gezdiriyordum. Bunca yıldır doğru dürüst bir kadına bile dokunmayan ben şuan bir kadın için çıldırmak üzereydim. Kahverengi ucunu ağzıma alırken göğsünü büyük bir istekle emiyor ve alt kısmımda oluşan şişkinliği kadınlığına sürtmeyi ihmal etmiyordum. Bacaklarıyla bana engel olmaya çalışırken hiçbir şeyi umursamıyordum. Tek isteğim bana ait olmasıydı. Göğsünün ucunu dişlerken ara ara ufak inlemeler bırakıyordum dudaklarımın arasından. Ve bu kadın beni tamamiyle deli ediyordu. ~Hyosung'un Ağzından~ Uzun bir aradan sonra sokakta alabildiğine yalnız olduğumu, izlenmediğimi bilmek bende çocukça bir sevinç oluşturmuştu. Tam da farkına varamadığım değişik bir psikolojik baskı yaratmışlardı demek ki üstümde; yoksa şu anki umarsızlığımı açıklamanın başka bir yolu olamazdı şüphesiz. Ayağımı bilmem-kaçıncı-kez bu engebeli asfaltta burktuğumu bilmiyordum ama bir daha bu yolu kullanacağımda delicesine sivri topuklular giymemeyi kendime hatırlatmalıydım. Çıplak bacaklarım ise cabası... Güvenlik şefi anahtarı bana bıraksa ölür müydü sanki? Eve varana kadar bu keskin ve can yakıcı soğuk belden aşağımı felç etmezse şükür duaları etmeliydim şüphesiz. İki eski binanın arasında oluşan, eni yaklaşık bir buçuk metre olan holden geçerken bu seferkinde ayağımı feci bir şekilde burkmuştum. Tam kendimi koruma içgüdüsüyle avuçlarımı açmış yere düşmeyi beklerken çelik gibi iki kol şişme, uzun montumun üstünden belime dolanmıştı. Sırtım göğsüne yaslanmış bir haldeydim ve o saniye içerisinde burnuma alkolle karışık mentol kokusu doluvermişti. Ne olduğunu anlayabilmek için başımı yana çevirmeye fırsat kalmadan semsert bir avuç içi bir kafes gibi ağzımın etrafına kapanmış, çenemi adeta birbirine kenetleyivermişti. Bu kişi her kimse kesinlikle beni düşmekten kurtaran bir centilmen değildi. Korkuyla çırpınarak avcunun ve belimi saran güçlü kolunun etkisinden kurtulmaya çabaladım. Aniden bir çift dudak saçlarımın arasından kulağımın tam merkezine bastırılıvermiş ve iliklerime kadar işleyen bir endişeyle dolmama sebebiyet vermişti. ''Bağırırsan canını okurum. İnan bana.'' Avcunun altındaki dudaklarım her saniye kıpırdamaya çalışsa da bu çabalar sessiz iniltiler olarak çıkıyordu dışarı avcunun müthiş baskısı yüzünden. Hayatımda daha önce hiç tatmadığım bu dehşet korku tüm bedenime öyle yayılıvermişti ki bir anda, şimdiden bacaklarım gücünü yarı yarıya kaybetmiş, gittikçe eriyerek dengesizleşmeye başlamıştı. Hoyratça kolunun arasında döndürüp de sırtımı binanın taş duvarına bastırdığında avcuyla çeneme uyguladığı baskı sebebiyle başım zımpara gibi duvara çakılı kalmıştı. Gözlerimi yuvalarında olabildiğince çevirerek bu holün dışında bir hayat ibaresi bulmaya çalışıyordum kendime; ama sadece uçsuz bir loşluktaydık. Yaşlarla dolmaya başlayan gözlerimi önümdeki silüete çevirdiğimde şapkasını başından sıyırıyordu. Daha kim olduğunu anlayabilmek adına yüzüne odaklanamadan öyle seri bir şekilde montumun fermuarını indirmiş ve yüzünü çenemin altına gömmüştü ki...Avcunun altında attığım çığlık elbette et duvarında silinip gitmişti. Pürüzlü dudaklar boynuma sürtünüp durdukça deli gibi omuzlarımı sallayıp çırpınarak kurtulmaya çalışıyordum. Sonunda bacaklarımın idaresini bir nebze de olsa kazanıp ayağımı hayalarına geçirmek için kaldırdığımda benden kat be kat iri olan cüsse beni duvarla arasına sıkıştırıvermişti. Nefesimi boğazıma dizmek istercesine öyle feci bir şekilde bastırıp hareketlerimi kıstırıvermişti ki aracıkta, iki sert zemin arasında ezilmiştim sanki. ''Seni uyarmıştım. Bu yoldan gitme demiştim. Neden beni dinlemedin? Sana beni tahrik etme dedim. Ama sen neden hep aksini yapıyorsun?'' Boynuma saplı bir halde konuşan boğuk ses zihnime doluyordu ve bende 'bilindik' bir şeyler uyandırıyordu ama aklım yerinde değildi sanki. O an beynimin kullanabildiğim her zerresi kaçıp kurtulmaya öyle odaklanmıştı ki bu tınının ucundan dahi kestiremiyordu. Avcunun altında tekrar tekrar sızlanarak ezildiğim yerde kıpırdanmayı denedim. Elbisemin ince kumaşına saplanmış kemer aparatı ben hareket etme çabası gösterdikçe derine iniyordu. İçimdeki yersiz sevincin bir yerden patlak vereceğini iliklerime kadar biliyordum esasen ama bu kadar çabuk olması hayata olan inancımı yıkmıştı; bir kez daha. ~Hae Jin'in Ağzından~ Bağırışları sokakta yankı yaparken beni tanımış olduğu gerçeğini bir kenara bırakmıştım. Tanıyabilirdi. Beni herkes tanıyordu. Bir an için bunun sorun olabileceğini düşünmüştüm ama şuan ki durumumda aklım pekte çalışıyor gibi görünmüyordu.Altımda bacaklarını ve ellerini kendine siper eden bir kadın vardı. Ve ben ona sahip olmak istiyordum. Yanağından süzülen yaşlar biraz olsun içimi acıtmıyordu. Tek amacım bedenlerimizin tek bir beden olmasıydı. Eninde sonunda buna ulaşacaktım üstelik. Attığı çığlıklarla ara ara sokağın girişini ve çıkışını kontrol ediyordum. Ne gelen vardı, ne de giden. Bu yüzden onu uyarmıştım. Beni ciddiye almamasının sonucu bu olacaktı. Avucuma geçirdiği dişleri ve tırnakları canımı yakmıyordu. Sinek ısırığı gibi gelirken benim onda bıraktım izler kesinlikle kalıcı olacaktı. Kalçasını bu kadar sıktığım için muhtemelen sarı veya yeşil renklerinde morluklar oluşacaktı parmak boğumlarım şeklinde. Altımdaki pantolonu dizlerimden ayaklarıma kadar indim. Çamaşırıma baskı yapan erkekliğim bir an önce dışarı çıkmak için can atıyordu adeta. Altındaki siyah çamaşırını kenarlarından tutmuş hoyratça aşağı çekmiştim. Dizlerinde bıraktığım iç çamaşırına ufak bir göz attım. Islanmış mıydı? Korksa bile bundan zevk mi alıyordu? Yoksa ben mi bu şekilde anlamak istiyordum. Açığa çıkan kadınlığına bakarken içimi kıpır kıpır eden bir duygu vardı. Farklı bir duygu. Bu kadar hayvanca bir işten bu kadar zevk alıyor olmak kesinlikle bir insanın hamurunda yoktu. Kendimi hiçbir zaman normal görmemiştim zaten. Kişilik bozukluğum olduğu diğer bir olaydı. Ve benim ikinci kişiliğimi ortaya çıkaran oydu. Bunu tetiklemeseydi şuan burada çıplak bir şekilde yatıyor olmazdı. Evet, tüm bunlar onun suçuydu. Bacaklarını ortadan ikiye ayırarak arasına kaymıştım. Altımda oluşan kabarıklığı ona sürterken sert öpücüklerim boynundan aşağı akıyordu. Yine.. Ellerini başının üzerine sabitlemeyi uzun zaman önce bırakmıştım. Cılız kolları beni engelleyemeyecek kadar zayıflardı. Dudaklarıma göğüslerine indirdiğimde belirginleşmiş uçlarını dişlerime çekiştiriyor acımasızca ısırıyordum. Artık çırpınmayı bırakmış sadece ağlıyordu. Karşı koymuyordu, çünkü en az o da benim kadar durmayacağımı gayet iyi biliyordu. Boşta olan ellerimi ise kalçalarına yerleştirmiş kendime bastırıyordum. Çamaşırıma dar gelen erkekliğimin beni epey zorladığı aşikardı. Ama biraz daha zevk almak istiyordum bu durumdan. Havanın soğukluğu tenime işlemiyordu. Her ne kadar benim tenime işlemese de onun teni buz gibiydi. Nefeslenerek dişlerimin arasındaki göğüs ucunu serbest bırakmış diğer göğsüne geçiş yapıyordum. Aynı hoyratlıkla onu da dişlerken acı çektiğini belirten inlemeler salıyordu. Başımı kaldırarak yüzüne bakmaya başladım. Açık olan gözleri direk gözlerime hücum ediyordu. ''Neden bunu yaptığımı merak etmiyor musun?'' diyerek başımı yana eğmiş psikopat olan gülüşümü sunuyordum. Başını hayır anlamında sallarken gözlerinden sayısız yaş süzülüyordu. Elimin tersini yanağında gezdirirken gülümsemeye devam ediyordum. ''Çünkü beni bu hale getiren sensin. Beni bu şekilde tahrik eden sensin. En başında aramıza sınır koymamalıydın. Beni geri itmemeliydin. Şimdi mutlu musun? Bir dahakine sözümü dinle dongsaeng. Sözümü dinle ve işlek caddeden git.'' Diyerek kendimi ona iyice bastırmıştım. Dudaklarından dökülen sözcükleri umursamadan göğüs arasına öpücükler kondurarak aşağı iniyordum. Elleriyle omuzlarıma vururken sinirlerime hakim olmak adına küfür ederek kendimi rahatlatmaya çalışıyordum. Göğüs hizasından göbek deliğine inerek yuvarlak biçimli olan göbek deliğinde dilimi gezdiriyordum. Beyaz teni soğuktan kızarmaya başlamıştı. Göbek deliğinden daha da aşağı inerek kasıklarına kalın dudaklarımı bastırıyordum. Soğuk baldırlarına öpücük kondurmaya devam ederken dudaklarım kısa süreliğine benden saklamaya çalıştığı kadınlığına bastırmıştım. Dudaklarımı hissettiği an vücuduna bir titreme yayılmıştı. Sırıtarak geri çekilmiş ve dizlerimin üzerinde doğruldum. Başını hayır anlamında sallarken gözlerinin derinliklerine bakıyordum. Altımdaki gri boxerı dizlerime çekmiş ve üzerinde ki yerimi tekrar almıştım. Bacaklarını kendine siper etmeye çalışsa da bu konuda pekte başarılı olduğu söylenemezdi. Yanağını okşayarak bir elimle bacaklarını ayarlıyordum. ''Kendini kasarsan çok acır. Bu yüzden kendini rahat bırak. Bundan kaçışın yok artık. Hem senin için bir deneyim bu. Yanlış mıyım?'' Kaşlarımı havaya kaldırarak yüzüne bakarken gülmemek için kendimi zor tutuyordum. Dudaklarımı ince dudaklarına bastırarak sertçe öperken erkekliğimi kadınlığına sürterek onu bir nebze olsun hazırlamaya çalışıyordum. Ya da sadece zevk aldığım için bunu yapıyordum. Uzun bir sürtünmenin ardından iri ve kalın başını kadınlığının girişine dayamıştım. Ellerimi kalçasının iki yanına koyarken olabildiğince sıkı tutuyordum ve kendime bastırıyordum. ''Yavaş yavaş ilerlemeyeceğim. Öyle daha çok acımaz mı?'' diyerek kalçasından kendime çekmiş ve bir anda tamamiyle içine itmiştim kendimi. Fark ettiğim akma hissiyle karanlıkta renkleri çözmeye çalışırken kadınlığından hafif süzülen kana bakmıştım. Bakire miydi? Bu kadar dar olması bu yüzdendi demek ki. Dar ve sıcak kadınlık duvarlarını delip geçerken her ilerleyişimde daha da hızlandırıyordum kendimi. Çok fazla bekletmemiş miydim zaten onu? Kalçalarında kalıcı izler bırakarak sıkarken kendimi kaybetmiş bir şekilde içinde gidip geliyordum. Bu kadar dar olması ise tamamen bir erkeği çılgına çevirebilecek bir etmendi. Aldığım zevkle boğazımdan homurtular çıkartıyordum. Yaklaşık on beş dakika kadar içinde ki hareketim devam ederken en sonunda zirveye ulaşmış kendimi içine salmıştım. İçinden çıkarken üzerinden epey önce çıkardığım uzun şişme montunu yere iyice yaymış ve onu ters döndürmüştüm. Elleri ve dizleri üzerinde dururken bir an bile tereddüt etmeden kendimi tekrar içine kaydırmış kalçalarını daha rahat sıkmaya başlamıştım. Dudaklarımı omuriliği çizgisinde gezdirirken ilk girişime göre daha yavaş hareket ediyordum. Hıçkırıkları kulağımda yankılanıyordu adeta. Ellerimi kalçasından çekerek bir elimi göğsüne diğer elimi ise kltorisine bastırarak okşamaya başlamıştım. Sakince hareketlerimi hızlandırırken ellerimin gördüğü işlevleri de hızlandırıyordum. Zevkle uzun inlemeler bırakırken dudaklarımı beyaz teninde gezdiriyordum. Sırtına kondurduğum öpücüklerin haddi hesabı yoktu. Veya içine kendimi kaç kere bıraktığımı ben bile saymamıştım. Biraz olsa bile yorgunluk hissi yoktu bedenimde. Aksine daha dinç ve canlı hissediyordum her zamankinin aksine. ~Hyosung'un Ağzından~ Ellerimi sımsıkı saran parmakları aralanır aralanmaz hışımla itmeye çalıştıysam da hiddetle hemen yine zapt edebilmişti.Dişlerini sıkıştırdığını nefes alış verişinden anlayabiliyordum.Yarıya kadar sıyrılmış fermuarı tamamen aşağı iteleyip montu adeta sökerken avcuyla yüzüme bastırıp cılız yalvarmalarımı bastırmaya devam ediyordu.Gözyaşlarım öylesine feci bir hal almıştı ki görüşüm buğulanan lenslerim yüzünden iyice çekilmez, kimseyi tanımaz bir hal almıştı. Buz gibi bir el çıplak bacağımı kavrayıp okşamaya başladığında altında kalan son gücümle kıvranarak kurtulan ellerimle göğsünden itelemeye çalıştım.Lanet olası herif beni öyle feci bastırıyordu ki ellerim ikimizin arasında bileklerimden içeri doğru bükülüveriyordu.Burnumdan ciğerlerime süzen alkol kokusundan tiksinerek gözlerimi yumdum sımsıkı. Birden çene kaslarımı serbest bırakmış, aynı el benim sersemlemiş ellerimi sımsıkı sarmıştı.Soğuktan ve en önemlisi korkudan çenem öylesine zangırdıyordu ki dişlerimin birbirine çarpma sesi aramızda yankılanıyordu. Tahrikle boğuklaşmış sesi ikimizin arasını doldururken hâlâ baldırlarımı, yukarı sıyırdığı etekten kalçamı okşuyordu. ''Neden beni dinlemedin? Neden işlek caddeden gitmedin? Bana korkak muamelesi yaptın. Kimmiş korkak olan?'' Cümlesini bitirdiğinde ben de çırpınmayı bırakarak şaşkınlıkla loş ışıkta yüzüne bakınmaya başlamıştım. O boynumu, çenemi, dudaklarımı acımasızca ısırıp tenimi acıtarak öperken oracıkta soğuktan donmuş gibi boş boş bakınıyordum.Çenem hâlâ zangırdayarak ikimizin arasındaki sessiz boşluğu dolduruyordu ama zihnimi kavurup geçen düşünceler her şeyden soyutlanmama neden olmuştu. "Sen..." Ağlamaktan kuruyan boğazımı acıtan, yakıcı bir yutkunmayla beni zerre duymayan adamın yüzünün yarısına dökülen kara saçlarına bakıyordum. O kadar kendinden geçmiş bir halde, açlıkla yumuşak baldırlarımı avuçlayıp konuşmaya çabaladığım dudaklarımı öpüyordu ki o an adını bile unuttuğuna yemin edebilirdim. "Haejin. Park Haejin." Bunca zamandır beni hasta gibi her gece takip edip korkudan mahveden, telefonlarıma sayısız mesaj bırakıp 'sözde' beni koruyan çift kişilikli herif buydu yani, öyle mi? Bir yandan ise merhametli bir abiymiş gibi sözde benim kiralık ev işlerimi halleden sunbaelik rolünü oynuyordu. Parmaklarını bacaklarımdan kalçama kaydırıp çamaşırımın kenarından yumuşak kalçalarımı delice bir hızla yakalayarak kendine bastırdığında karnımda hissettiğim ve kesinlikle kemer olamayan o sertlikle aklım yeniden başıma gelmişti aniden. Deli gibi çırpınarak hiddetle başımı kurtarmaya, bacaklarımı kıpırdatmaya çabalıyordum. "Bırak beni!" Titreyen çenem yüzünden ancak birkaç kelime edebilmiştim ki o lanet topuklularım yine bükülüvermişti. Acıyla sızlanmaya fırsatım olamamıştı ki henüz, yanağıma savrulan bir tokat beni yere devirmişti. Kendimi koruma içgüdüsüyle sağ bileğim ve dizlerimin üstüne yığıldığımda acıyla inleyerek başımı yasladım. Diz kapaklarım ve avuç içlerimin parçalandığını yakıcılığından sonuna kadar hissedebiliyordum. Yanaklarımdan ardı ardına süzülen yaşların arasından birkaç metre ötemdeki çöp konteynırına bakınarak yeniden seslendim, sesim hâlâ fazla güçsüz ve cızırtılıydı, kendimden kat be kat güçlü, gözü dönmüş bir erkeğin orantısız kuvvet bezeli tokatının etkisiyle aralıksız zonkluyor, titriyordu. "Yardım edin!" Dizlerimin daha da parçalanmasını umursamadan bacaklarımdan kendine çekerek beni sertçe sırtüstü döndürdüğünde hıçkırarak ağlamaya ve yeniden tüm gücümle çırpınmaya başlamıştım. O daracık holde üstüme abanmış sert vücudunu bana bastırırken başımı arkaya atarak tepetaklak ışığa bakmaya, bir yandan da omuzlarına vurup onu itelemeye çalışıyordum. Bir sinek koluna konmuş da kendisini rahatsız etmiş gibi tek elini uzatarak iki elimi birden kavrayıp başımın üstünden asfalta sabitledi. "Bırak beni...yalvarırım bırak beni." Ben sızlanıp kıpırdandıkça kalçamın yumuşak etini daha sert sıkıp yoğuruyordu sanki -ya da artık son sınırıma ulaşmıştım, her hareketi daha acımasız geliyordu. Bir anlık ellerimi bıraktığında umutla başımı kaldırarak yumruklarımı tüm gücümle omuzlarına indirdim, sertçe itelemeye çalıştım. Ne var ki daha o anda iki yanını kavradığı yaka kumaşımı yüzünde acımasız bir bakışla iki yana ayırmıştı. Bir çığlık atarak hıçkırıp kollarımı hızlıca üstüme sarmalamaya çalıştım.Dudaklarından dökülen edepsiz bir küfürle bileklerimi yeniden kavrayıp ellerimi sertçe asfalta indirmişti. Nefes nefese, bacaklarımı ve kalçamı tüm gücümle kaçırmaya çalışarak deli gibi başımı iki yana sallıyordum. Kalbim göğüs kafesimin altında değil de boğazımda atıyordu sanki."Seni kimseye söylemeyeceğim! Yemin ederim." Yüzünü açlıkla gerdanıma, kabaran göğüslerime bastırdığında çırpınarak yeniden haykırdım. "Bırak beni!" Dudaklarını göğüslerimde gezdiriyor, arada bir bana minik çığlıklar attıran acı dolu ısırıklar bırakıyordu. Avcunu sırtıma kaydırmaya başladığında niyetini anlamıştım; sertçe kendimi yere iyice bastırarak elini oraya ulaştırmasını engellemeye çalışıyordum. "Sakın...sakın yapma. Sakın..." Kumaş pantolonundan bile tüm kuvvetiyle kendini hissettiren kabarıklığını, şimdi sadece bir külot parçasının kapattığı kasığıma bastırarak omzumu cimcikleyip beni olduğum yere mıhladı. Acıyla sırtımı kavislediğim o minicik anda parmaklarını kaydırarak sütyenimin kayışlarını kavramış ve ustaca açıvermişti. Ben omuzlarım sarsıla sarsıla ağlarken o ise sütyenimi iki bileğime sararak oracıkta sıkı bir düğüm yapıvermiş, kollarımı yeniden arkamdaki asfalta saplamıştı. Bu loşlukta göğüslerimi seçemiyordu bile belki ama utanç ve mahremiyet yoksunluğu beni oracıkta öldürebilirdi. İlkimin böyle bir yerde, bu şartlarda ve acı içinde olmaması gerekiyordu. Yirmi beş yaşına kadar bunu yapmadıysam, hep kendimce tatlı bir hayalini kurduysam kesinlikle ama kesinlikle bunun için değildi. Sinir ve soğukla daha da hassaslaşmış göğüs uçlarım acıyla sızlayınca dehşetle başımı kaldırdım. Sıcak ve ıslak bir yerdeydi kesinlikle; hayvan herif ağzına almış...ne yapıyordu? "Saçmalama!" Deli gibi kıvranarak kendimi çekmeye çalıştıysam da anlamsız bir hırıltı eşliğinde dişleri ile asılarak yeniden ona kaymama mecburiyet vermişti. Ben geldikçe meme ucumu daha da ısırıp asılarak kendine yaklaştırıyordu beni. Tanrım, hiç acıması yok muydu gerçekten? Nasıl acı verdiğini, iliklerime kadar sızlattığını anlamıyor muydu? O kadar gözyaşı dökmüştüm ki artık boğazımdan kuru hıçkırıklar kalkıyordu sadece. Gözlerim tamamen şişmiş, bacaklarım hâlen sıkıştırılmanın etkisiyle sızlar bir halde göğsüme yapılan işkenceyle sarsılıyordum. Birinin ucunu ısırıyor birini ise iki parmağının arasında acımasız bir şekilde sıkıştırıp çekiştiriyordu. O karmaşada ayakkabılarım da çıkmıştı ve topuklarım soğuk taşta ezildikçe iliklerime kadar titriyordum. "Sokakta...biri yok mu?" İnleyerek yeniden tepetaklak arkama bakındım; koca bir konteynır. Yalnızca. Üstümdeki ağırlık kalkar kalkmaz inleyerek kendi çamaşırımla birbirine bağlı avuçlarımı göğüslerime sarmaladım, bacaklarımı sıkıca kapatıvermiştim. Parmak uçlarımla pembeliklerimi ovuyordum bir yandan. O vahşi bir aslan gibi montundan kurtulup kemeri ile boğuşurken sırtımın ve bacaklarımın parçalanmasını umursamayarak gerileyip kendimi sıyırdım. Henüz dirseklerimi yaslamış ve bir adım kendimi sürükleyebilmiştim ki yeni birkaç küfür ve sorgulayan, aklı başından gitmiş cümlelerle kalçamdan kendine çekmişti. Acıyla çığlık atarak kendine çektiği kucağında kıvranmaya koyuldum. "Yalvarırım bırak...sana yalvarırım. Lütfen gitmeme izin ver." Kalçamdan tutarak yatırmaya çalışırken bir anlığına gözlerini benim gözlerime dikip duraksadıysa da hızlıca yatırarak avcunu en baştaki gibi çeneme sapladı. Korkuyla bakarak kıvranırken bacaklarımı hızlı hızlı hareket ettirerek engellemeye çalışıyordum. Ben ne olduğunu anlayamadan tek eliyle beni yan çevirmiş, dizini benim üst üste binmiş diz kapaklarıma yaslayarak bedenimi yere çivilemişti. Avcunun içini tüm gücümle ısırmaya çalışıp tırnaklarımı bileklerine saplıyordum ama bir insan nasıl bu kadar kayıtsız, acıya karşı nötr olabilirdi, anlayamıyordum bir türlü. Siyah çamaşırımı tek bir hamleyle kalçamdan aşağı sıyırdığında hıçkırarak kapanmış gözlerimi araladım, kollarımın arasından ona bakmaya çalışıyordum. Benim aksime o dizlerinin üstünde, yarım yamalak ayakta duruyordu. Göğsünü saran sıkı kazağı hâlâ yerli yerindeydi. Sıyırdığı pantolonu kalçalarından düşüp dizlerinde toparlanmıştı ve bu loş ortamda dahi tamamen çamaşırından belli olan akıl almaz iri erkekliği mümkünmüş gibi daha da titrememe sebep olmuştu. Canım yanacaktı! Her şey sadece bekaretten ibaret değildi. Acı öyle yoğundu, kalp kırgınlığı öyle can yakıcıydı ki...Tüm özgüvenim de bedenimle birlikte orada parçalanıyordu sanki. Ve unufak olacaktı. Kesinlikle. Beni bir hışımla yeniden sırtüstü çevirip bacaklarımı kalçasının iki yanında katlarken daha fazla çırpınamıyordum...ya da çırpınmıyordum. Şu raddeden sonra hiçbir şansımın kalmadığını biliyordum. Normal şartlarda bile bir erkeğin bu noktadan sonra durması biyolojik olarak imkansızken gözü dönmüş, takıntılı bir sarhoşun insafını beklemek düpedüz aptallıktı, değil mi? Hayatımda canımı yakan birçok deneyimim olmuştu; manen ve madden. Uzun seneler yaşadığımız maddi sıkıntılar, çıkış yapamadan dağılmış bir grup, babamın seneler süren hastalık mücadelesi ve ardından ölümü, Hana'nın komada kaldığı günler, senelerimi verdiğim oğlanların bir anda bırakıverip gitmesi ruhuma açılan büyüklü küçüklü yaralardı. Bir de fiziksel şeyler elbette; küçükken kırdığım kolum ve pratikler sırasında kırılan bacağım, kızlarla geçirdiğimiz kazanın çürükleri, göz ameliyatımın ardında süren üç günlük can yakıcı günler. Babamın ölümünden bu yana yaşadığım en büyük çöküntü şüphesiz bu geceydi. "Neden bunu yaptığımı merak etmiyor musun?" Sesini algıladığımda başını göğüslerimden henüz kaldırmıştı. Belirli belirsiz, korkuyla başımı iki yana salladım. Hayır, kesinlikle bilmek istemiyordum. Sadece buradan kurtulmak, bir an evvel güvenli bir yer saklanmak istiyordum. Belki de dikkatimi yeniden ona vermemi sağlamak için elini yanağıma bastırdığında usulca mümkünmüş gibi daha da sinmiştim. "Çünkü beni bu hale getiren sensin. En başında aramıza sınır koymamalıydın. Beni geri itmemeliydin. Şimdi mutlu musun? Bir dahakine sözümü dinle dongsaeng. Sözümü dinle ve işlek caddeden git." Ağlayarak başımı sallarken kuruyan dudaklarımı zorlukla hareket ettirdim. "Ö-özür dilerim. Özür dilerim, çok özür dilerim. Lütfen beni affet." Sesim bir kurbağadan farksızdı ama bu kadarını bile başarabildiğime şaşırıyordum. Hadsizce, severmiş gibi tenimi öperek aşağılara kaymış, hiçbir erdem zerresi göstermeden, engellememe zırnık fırsat vermeden dudaklarını kadınlığıma bastırmıştı. İçimde kopan bir fırtınayla elektrik akımına uğramış gibi sıçrayarak kaymaya çalıştığımda parmaklarını kalça etime saplayarak kendine çekivermişti -yine. "Yalvarırım bırak..." O kadar yalvarmıştım ki korkuyla, tüm benliğimle...Gözünü bile kırpmadan içime girdiğinde acının getirisinden bağıramamıştım bile. Vajinal kaslarımı yırtarak son duvara dayandığında o zevkle inlerken ben acıdan bayılacakmışım gibi hissediyordum. Utanmadan bana "Kasma kendini" demişti; bu cümleyi kurabilmişti. Ömrümde kendimi bu kadar kastığım bir saniye bile olmamışken... Acının daha feci bir hal alamayacağını düşündüğümde hareket etmeye başlamıştı -ki bu tüm bedenimde yankılanan bir sızıydı kesinlikle. Bir kıskacın içindeymiş hissi veriyordu göğüslerimi mahveden parmakları, tamamen güçten tükenmiş ellerimle engellemeye çalışamadım bile, bir bebek gücüyle vurabiliyordum yalnızca. Her zaman güvenle bakındığım güzel aktör yüzünü göğüslerime yaslayıp en hassas tenimi dişlemeye başlamıştı yine. Titreyerek kıpırdanmaya çalıştıkça başka bir noktama yeni bir acı silsilesi vermeye başladığından daha uslu durmayı öğrenmiştim bu son yarım saatte. Soğuktan donuyordum ama ayak parmaklarıma kadar ter boşanıyordum bir yandan da. Tüm dengem yerle bir olmuştu. Sürtünme, sürtünme, sürtünme...Öyle tahriş olmuştu ki kadınlığım, her bir hareketinde cılız bir inilti bırakmadan duramıyordum. Daha ne kadar sürecekti ki bu? Bitmiyor muydu hiç? Sonuna ulaşıp yorgun düşmesi gerekmiyor muydu? Takatim kalmamıştı artık, buna bir son vermeliydi. Gerçekten az sonra kalbim duracakmış, ruhumu teslim edecekmişim gibi geliyordu. Tam tüm irilik içimden yok olduğunda rahatlıkla gözlerimi yumacakken kendimi sıcak bir zeminde yüzüstü buluvermiştim. Son bulduğunu umduğum o anda her şey gerisin geriye dönmüş, devasa irilik yara içinde kalmış sıcaklığıma yeniden dalmıştı. Yüzümü montun iç keçesine bastırmış hıçkırarak ağlıyordum, başka bir bok yapamıyordum ki! Sırtıma utanmadan kondurduğu her öpücük yüzüne indirmek istediğim başka birer yumruk oluyordu. Hayatımda hiçbir zaman, herhangi bir canlıyı öldürme hissiyle dolmamıştım; o ana kadar. Bu yaşıma kadar öğrendiğim her bir işkence çeşidi ile etini lime lime etmek, saatlerce can çekiştikten sonra ruhunu kaybetmesini seyretmek istiyordum. Her bir anını kendim düzenleyerek, sızlatarak, ağlatarak... ~Hae Jin'in Ağzından~ Kendimi kaptırmış bir şekilde kızlık duvarlarını parçalamaya devam ediyordum. Bu kadar taze olmasının verdiği his beni daha çok etkiliyor ve daha sert olmam gerektiğini söylüyordu adeta. Başımı öne eğdim sırada midemden gelen acı burkulmayla ellerimden birini ağzıma götürdüm. Bu da neydi şimdi? Bu kadar önemli bir anı yaşıyorken üstelik. Yukarı doğru hareket etmeye başlayan mide sızısıyla anında geri çekilmiştim. Dizlerimin üzerinde apalayarak yan tarafa kaydım ve ağzıma gelenleri toprağa bıraktım. Dokuz şişe soju içmenin sonucuydu bu. Sağlam kurtulacağımı düşünmüş olmam ise tamamen benim aptallığımdı. Elimle karnımı kavrarken gelen her şeyi toprağın üzerine bırakıyordum. Montumun cebindeki peçeteyle ağzımı silerken kalçamın üzerine oturdum. Gözlerimi kapatmış alnımı ovarken boşta kalan elimle karnımı sıvazlıyordum. Boşalan zihnime dolan düşüncelerle kaşlarımı çatarak gözlerimi aralamıştım. Tam karşımda bitik bir durumda olan çıplak bir kadın yatıyordu. Kesit kesit aklıma gelen düşüncelerle olduğum yerde gerilemiştim. Kimdi? Yüzüne düşen saçlarının arasında belli olan hatlarına baktım. Hyosung.. Bunu gerçekten yapmış mıydım ben? Şaşkınlıkla açılan ağzıma elimi götürdüm. Gözlerim iricesine açılmış yerde yarı baygın olarak yatan Hyosung'a bakıyordu. İncinmiş olan bedenini süzerken boğazımda düğümlenen bir yumru oluşmuştu. Başımı iki yana sallayarak bir adım daha geriledim. ''Hayır..hayır..bu olamaz.'' Ağzıma götürmüş olduğum elimi saçlarımın arasına daldırmış öylece ona bakıyordum. Parmaklarımın arasına dolanan saçlarımı çekiştirirken zihnime dolan düşünceler beni delirtmeye yetecek kadar haşindi. Onun yalvarışları benimse aksine zevk alışlarım, onun ağlayışları benimse daha da sertleşiyor olmam. Hepsi zihnime dolarken hızla toparlanmıştım. Bacaklarımda olan boxerımı yukarı çekmiş, ardından pantolonumu giyerek kemerimi bağlamıştı. Hızlı bir şekilde ayaklanırken aklımda olan tek düşünce bir an önce buradan toz olmaktı. Ayağa kalktığım gibi sokağın çıkışına ilerlerken aklım ona takılmıştı. Bu havada..çıplaktı. Soğuktan ölmesi ise kesinlikle olası bir durumdu. Topuğumun üzerinde geriye dönerek hızla yanına ulaştım ve dizlerimin üzerinde yere çöktüm. Kollarından tutarak yavaşça kucağıma çekerken korku dolu yarı açık gözlerine bakıyordum. Niçin yapmıştım bu hayvanlığı? Bu kadar azmış olmazdım öyle değil mi? Ellerini bağladığım südyeninin düğümünü açarken dudaklarımı kemiriyordum. ''Lanet olsun.. özür dilerim. Özür dilerim..'' Dudaklarımdan dökülen tek kelimeler bunlardı. Ellerini açtığımda kızarmış bileklerini birkaç dakika okşayarak bulanıklaşan gözlerimi sildim. Südyenini dikkatle ona giydirirken incitmemek için elimden geleni yapıyordum. Sanki daha fazla incitebilirmişim gibi.. Ona en büyük yarayı vermiştim. Hayatı boyunca unutamayacağı bir korku tattırmıştım. Südyenin kopçasını ilikleyerek ayak bileklerinde ki siyah çamaşırana baktım. Başımı başka yöne çevirip elimi ağzıma kapattım. İlk defa kendimi bu kadar sıkıyordum belki de ağlamamak için. Kollarımla ayak bileklerinde ki siyah çamaşırını yukarı doğru çekiştirip kalçalarındaki eski yerini almasını sağladım. O sırada fark ettiğim kanla beynimden vurulmuşa dönmüştüm. Bakireydi.. Ve ben bunu bilmeden ona tecavüz etmiştim? Üstelik içine..içine boşalmıştım. Ya hamile kalsaydı? Kendine tecavüz eden bir adamdan hamile kalmak onun için ikinci bir vurgundu. Böyle bir şey olmamasını umarak yırtık elbisesine baktım. Bununla gidemezdi, hayır. Buz kesilmiş bedenini uzun şişme montuyla sararak yüzüne bakmaya başladım. Ağlamaktan makyajı bile akmış hatta yanaklarında kurumuştu.Beyaz yanaklarında ki siyah çizgileri elimle silmeye çalışırken bir yandan omuzlarından sarsıyordum. ''Hyosung..Lütfen...'' Nefesim kesilmişti. Ne diyebilirdim ki? Ona tecavüz etmiştim, bunun bir açıklaması olabilir miydi? Sarhoştum? Bu tamamen bir bahaneydi. Sarhoş olsam bile bu kadar hayvanlaşmamalı, o lanet olası uçkuruma sahip çıkmalıydım. Üzerimdeki montu çıkarmış, montumun altındaki kazağımı üzerimden sıyırıyordum. Korkuyla bir anda geri çekildiği sırada yeniden bir şey yapacağımı düşünmüş olmalıydı. Kazağımı çıkardığım yutkunarak ona baktım. ''Bir şey yapmayacağım..'' diyerek onu sakinleştirmeye çalışmıştım. Bunu yapması gereken en son kişi bendim üstelik. Kazağı kollarından geçirip büz kesilmiş gövdesine doğru indirdim. Kazağımın altındaki gömleğimin düğmelerini hızlı hızlı açarken bacaklarında oluşan yuvarlak noktalara baktım. Bir süre iz kalacaktı. Ve o vücuduna baktığı her an bu geceye dönecekti. Belki geceleri uyuyamayacaktı bile. Gözlerimde biriken yaşlar yanağımdan süzülürken göleğimi kalçasına sarmış kollarını beline bağlarken önden de düğmelerini ilikliyordum. En azından bir nebze olsun sıcak tutardı belki bunlar. Şişme montumu tekrar üzerime geçirip fermuarını yukarı çektim. Saatler önce yere fırlattığım şapkayı alarak onun başına takmıştım. Uzun şişme montunu kollarından giydirip fermuarını yukarı çekmiştim. Ayaklarından çıkmış olan ruganlarını soğuktan morarmış ayaklarına geri giydirmiş ardından elimle sırtından doğrultmuştum. Sorumluluk almam gerekiyordu. Bir kadına böyle bir zararı verdikten sonra onun soğuktan ölmesine göz yumamazdım. Yakalanacak olsam bile sorumluluk almam gerekiyordu. Yavaşça onu kucaklarken elini kaldırmış ve buz tutmuş parmaklarını yanağıma sertçe çarpmıştı. Bunu hak etmiştim. Hatta daha fazlasını hak etmiştim. Tokattan sonra başı geriye gitmiş gözleri tamamen kapanmıştı. Bende ona tokat atmıştım. Acımadan bir bayana el kaldırmıştım. Ve bu kadın benim içten içe hoşlandığım kadındı. Bundan sonra onu görme ihtimalimi bile kendi elimle kaybetmiştim. Salaklığım sonucunu savunmasız bir kadın çekmişti. Kollarımdaki yerini iyice sağlamlaştırırken sokağın çıkışına doğru ağır adımlarla ilerliyordum. Bundan sonra ne olacaktı? Yüzümü bile görmek istemeyecekti. Ama benim kendimi affettirmem gerekiyordu. En azından iyi olmasını sağlamam gerekiyordu. Ki bunu yapabilecek en son kişi yine bendim. Cılız ışığı ile garip sesler çıkaran lambanın altına vardığımda yüzünü daha net görür olmuştum. Göz kapakları, dudakları.. hepsi şişmişti. Yüreğim burkulmuştu. Bir anlık zevk için belki de hayatı boyunca bunun izlerini taşıyabilecek bir yara açmıştım onda. Başımı yukarı kaldırıp ufak ve sessiz bir küfür savururken kendimden ne kadar nefret ettiğimi düşünmeden edemiyordum. Zaten bildiğim evinin yolunda ilerlerken ağrıyan kollarımı görmezden gelerek ilerlemeye devam ediyordum. O ne kadar acı çekmişti kim bilir benimkinin yanında. Site girişine geldiğimde güvenliğin kulübede olmadığını görmüş ve tanrıya şükranlarımı sunmuştum. Hızlı adımlarla girişten geçerek sağ tarafta kalan binaya ilerledim. Kapıyı kalçamla ittirerek içeri geçmiş ve merdivenlere yönelmiştim. Bu sırada bir yandan onu sarsıyordum. ''Hyosung..kalk..uyan hadi. Hyosung..'' Gözlerini yavaşça aralarken etrafa bakınmıştı. Kapının önüne ulaştığımda onu yere indirmiş yüzüne bakıyordum. Birkaç adım sendelediğinde ellerimle onu tutmuş ve düşmesini engellemiştim. ''Üzgünüm.. gerçekten.'' Fısıltılarımı kulağına bırakırken beni eliyle ittirmiş ve sol yanağıma bir kez daha parmaklarını çarpmıştı. Başımı eğerek ellerimi önümde birleştirip hızlı bir şekilde merdivenleri inmiş ve binadan dışarı atmıştım kendimi. Ne yapacaktım şimdi? Her şey boka sarmıştı. Nasıl toparlayacaktım bu durumu? Düşüncelerle boğuşurken evimin yolunu tutmuştum. Gözlerimden dökülen yaşlara ise engel olamıyordum. Bunca zaman boyunca kimseye el sürmemişken her şey onda patlak vermişti. Bir daha yanına yaklaşmayı geç yüz metre ötesinde bile gezemeyecektim. Çünkü her şeyi yapan bendim. Tıpkı gerçekleştirdiğim sokak arasında ki tecavüz gibi. ~Hyosung'un Ağzından~ Bedenim yeniden kendi özgürlüğüne kavuştuğunda dizlerim istemsizce kırılarak gövdemi yana devirivermişti. Kendimi taşıyamıyordum, kolumu bile kaldıramıyordum artık. Sessizce soluyarak olduğum yerde yatarken soğuğun da etkisiyle tamamen kendimden geçmek üzereydim. Gözlerimi yumarak çatlak dudaklarımın arasından usul usul nefesler çekiyordum. Kadınlığım zonklayarak kendi halinde kasılıp gevşerken sızıyla yüzümü buruşturdum. Hemen üstünde uzandığım montun bir kısmını kendimi koruyabilmek için üstüme çekmek istesem de yapamıyordum bir türlü. Hemen ayakucumdan gelen öğürme ve dağılan toprak sesleri kulağıma ulaştığında onu durduranın uçsuz merhameti (!) olmadığını fark etmiştim. Kusuyordu. Gecenin başından bu yana aldığım mide bulandırıcı alkol kokusu midesini felç eden bir içme seremonisinin eseriydi besbelli. Anlamlandıramadığım birkaç söz sarf ederek ayaklandığında inleyerek yüzümü montun keçesine bastırdım; başa dönüyorduk. Yine üstüme eğilecek ve o amansız eziyetine yeni baştan başlayacaktı. Beni yanıltmayarak yanıma yanaştığında büzüştüysem de beklediğim atak gelmemişti. Yanımdan çekip giderken kastığım bedenimi yeniden serbest bıraktım. Şükürler olsun Tanrım. Sonunda...sonunda defolup gidiyordu. Nasıl ayağa kalkıp eve gideceğimi bilmiyordum ama her şeye karşın bunun son bulması müthişti. Rahatlatıcıydı -ne kadar olabilirse. Geriye kalan üç dakika içinde zihnime koca bir pus perdesi inmişti. Yarım yamalak etrafı görmeye çalıştığımda kollarımdan omuzlarıma doğru sıyrılan askılar hissetmiştim, asfaltın aksine yumuşak bir zeminde oturuyordum. Dudaklarımı kıpırdatıp bir şeyler söylemek istesem de bedenim pek benim kontrolümde değildi. Çıplaklığımdan utanamıyordum bile çektiğim acılar yüzünden. O çamaşırımı olabildiğince nazik hareketlerle kalçama sıyırırken şişmekten görüşümün yarısını kapatan göz kapaklarımın arasından yıldızlarla kaplı gökyüzüne bakıyordum. Bana inat olsun diye mi etraf şimdi biraz daha aydınlamıştı? Sanki sokak lambalarının gücünü artırmak şimdi akıllarına gelmiş gibiydi. Beni tekrar kucağına çekince gözlerimi tamamen yumarak aciz yalvarmalarını, yersiz özürlerini dinlemeye koyuldum. Gücümü bir toparlayabilsem onu buracıkta boğazlayacaktım ama hâlâ onun insafına kalmış bir haldeydim. Aciz ve güçsüz olandım. Kendi kıyafetlerinin bir kısmından kurtulup benim bedenime sarmalarken görüşüm de zihnim de gittikçe benden uzaklaşıyordu. Göz kapaklarımı aralık tutamıyordum, tutabildiğim anlarda ise her yer karanlık-loş arası bir halde oluyordu. Sorgulamıyor ya da bir şeylerden kurtulmaya çalışmıyordum. Ölüyor muydum? Mühim değildi. Hatta tam da ölmenin sırasıydı. Hemen şimdi ölebilirdim. Zihnim kapanmadan önce yapabildiğim, kalan son güç kırıntılarımı harcayabildiğim şey içimdeki şiddetin bir yansıması olarak yanağına attığım güçsüz tokattı. -- Bedenim usulca sarsılınca gözlerimi aralamadan tüm ciğerlerimi rahat bir nefesle doldurdum. Kabustu. Hepsi birer kabustu. Jiji beni kahvaltı hazırlamam için sarsıyordu, gözlerimi araladığımda kendimi dağınık odamda, yatağımın içinde bulacaktım. Haejin sunbae hâlâ tatlı bir abiydi, benim için endişeleniyordu. Sokaktaki sayko, sasaenglerin bir çırağından başka bir şey değildi. Güvende ve tamamen sağlıklıydım. Her şey bitmişti. Keşke gözlerimi hiç aralamasaydım. Yeniden kendimi onun kucağında, apartman dairesinin hemen içinde, tüm kadrajımı onun sıfatı kaplarken bulmak içimde çığlık atma isteği uyandırıyordu. Beni yere indirdiğinde hemen uzaklaşmak istediğimden adımımı atmıştım ki krema kıvamına erişmiş bacaklarım bugün beni bu hâle getirdiği zaman gibi yeniden bükülmüştü. Ve o yeniden yardım (!) etmişti, yeniden belimden kavramış, yeniden kendi bedenine bastırmıştı. Şimdi ise yeniden kulağıma fısıldıyordu. Hayır, yeni başa dönmeyecektik. Hayır! Göğsünden olanca gücümle iterek pürüzsüz yüzünü yeniden tokatlarken dişlerimi birbirine bastırıyordum. Tam tırnaklarımı boynuna geçirip hayalarını tekmelemeyi planlarken öylece çıkıp gitmişti apartmandan. Birkaç saniye olan şaşkınlığımla sakince duran apartman kapısına bakındım, hemen ardından görmeyen bakışlarımı beton duvarlarda gezdirmeye başlamıştım. Sessizlik. Sadece benim usul usul, sakince aldığım ılık nefesler... Öylesine boş, dehşet içindeydim ki. Beynim "Eve gir!" sinyalini bir buçuk dakika sonra verebilmişti. Yalnızlık. Beden hakimiyetim. Ben! Benim bedenim! Benim otoritemde! Başıma bir balyoz inmiş gibi sık nefesler alıp hıçkırarak titreyen yumruklarımı evimizin kapısına indirmeye, arada edindiğim saliselik boşluklarda da zile basmaya başladım telaşla. Boğazlarımı yırtarcasına bir çığlıkla isimlerini kapıya haykırıyordum. "Sunhwa!!! Aç kapıyı! Jieun, Hana!" Kapıya öylesine sokulmuştum ki aralandığında içeri doğru sendelemiş, şaşkınlıkla bana bakan küçüğümün kollarına düşüvermiştim. "Sunhwa!" Hıçkırarak boynuna dolandığımda ne olduğunu anlayamadan cılız kollarını bana sarmalamıştı. "Abla? Neyin var?" Ben komşuları umursamadan kucağında hıçkıra hıçkıra ağlarken o ardımdan kapıyı kapatmıştı. Korkuyla kasıldığını tüm bedeninden anlayabiliyordum. Parmaklarını şapkanın altındaki saçlarıma daldırdığında güveninin verdiği sıcaklıkla omzuna doğru inledim. "Sunhwa..