Aşkın ne yaman bir ateş olduğunu tadanlar bilir. Gerçek aşk ise, insanı Yaradanına ulaştıran bir merdivendir.
Ruh ordusunun başı, gönüller sultanı, Mevlana’ya aşkın tarifini soranlara, “Benim gibi ol da gör” der…
Her şeyin fersudeleştiği günümüzde, aşk ve meşkler de yerini cinselliğe, doyumsuz bir hedonizme bırakmıştır. Gül dikeninden, diken gülünden şikayetçidir.
Bizim neslin insanın çoğu; kara kaşlı, ela gözlü, lepiska saçlı sevgilisine gönlünü pek açamaz; hicranını, ıstırabını, sevgisini gönlüne gömerdi. Dahası da, çeşitli nedenlerle kavuşamadığı gönül yaresi kara sevdaya dönüşür, arkasından ölüm gelirdi.
Kahramanımız büyük bestekar Şevki Bey’i de Nâtüvan Hanım’a olan aşkı yıkmıştı.
Hayatı hakkında pek az şey bildiğimiz Şevki Bey, 1860’da İstanbul’un Fatih semtinde dünyaya gelmiştir. Öğrenimi ortaokulu aşmayan Şevki Bey, küçük yaşta iken Müzika-i Hümayun’a alınmıştı. Saray fasıl topluluğunda hanendelik yapmış; güzel sesi gibi, kibar tavırları ile de büyük bir ilgi toplamıştır.
Ünlü Besteci, bir süre sonra saray hayatından sıkılarak ayrılmak, hatta kaçmak ister. İstanbul gümrüğüne girer, çalışmaya başlar. Bu sırada yirmi dört yaşındadır, seçkinlerin tanıdığı, halkın çok sevdiği bir besteci olmayı başarmıştır.
Saraydan ayrılan Şevki Bey ne yazık ki içkiye alışır, artık her gece meyhanelerden çıkmaz olur.
Çok kolay beste yapan bestekârımız, her gün yeni bir aşkın acısını kadehindeki içkiyle birlikte yudumlarken, besteler arka arkasına sıralanırdı. Dostların sıcaklığı, içkisinin ateşi aşklarının yangını, onun için çok sayıda beste yapmasına neden olmuştur.
Şevki Bey’de aşk, kelimenin tam anlamıyla hicrandır, ayrılıktır, ıstıraptır. şarkılarında renk ise sonbahar gibi sapsarıdır. Gül bahçelerinin perişan halini, gezip eğlenmenin hayal olduğunu, güllerin sararıp solduğunu, bülbüllerin sustuğunu, kuvvetli kış günlerinin giderek yaklaştığını anlatan eseri (şarkıları) onu adeta ölümsüzleştirir:
“Gülzâra (gülbahçesi) nazar kıldım, virane misal olmuş
Seyrân-ı sefalar hep bir hab ü (uyku, rüya) hayal olmuş
Güller sararıp solmuş, bülbülleri lâl (dilsiz) olmuş
Gam mevsimidir şimdi, zevk, emr-i muhal (olmaz) olmuş
Sabret, gelir o demler ki ehl-i sefânındır”
Çok içen, çok içtiği için de Eminönü Balık Pazarındaki Bedros Efendi’nin meyhanesinden çıkmayan Şevki Bey’in âşık olduğu, belki eden içten, en gönülden bağlandığı kadın Nâtüvan Hanım’dı.
Beylerbeyi’nde Eczacı Hacip Efendi’nin kızı olan Nâtüvan Hanım için yanıp tutuşan Şevki Bey, içindeki bu ateşi küllendirememiş. Hacip Bey, yakın dostu olduğu için de ona da, Nâtüvan’a da açılamamış; gönül yarasını şarkılara taşımıştır.
“Dil yâresini andıracak yâre bulunmaz
Dünyada, gönül yâresine çare bulunmaz
Her derdin olur çaresi, meşhur meseldir
Dünyada gönül yâresine çare bulunmaz
Kış geldi, firak (ayrılık) açmadadır sineme yâre
Vuslat yine mi kaldı güzel, başka bahâre
Bari bulayım, söyle de sen derdime çare
Vuslat yine mi kaldı güzel, başka bahâre”
Acısından böyle şarķıar bestelemişt ve
211 şarkıyla gönüllerimize taht kurmuştur Şevki Bey; biraz içki, aşırı hassasiyet, sayısız aşk acısı ve özellikle duygularını açıklayamadığı dostu Hacip Bey’in kızı Nâtüvan Hanım’a olan aşkı yüzünden yıkıldı.Bu büyük besteci, henüz otuz yaşında iken kalp krizi sonucu hayata veda etmiştir…