Hoşçakal

1.2K 104 0
                                    

2 Hafta sonra saat: 07.15

Sabah gözlerimi açtığımda aralığın son günlerini yaşıyorduk, 2009 olmasına sayılı günler kalmıştı ve belki de hayatım da ilk kez ailemden uzakta olacaktım yeni yılda, yatağın içinde doğrulup gerneştiğimde sabahın bu erken saatın de kim arıyor diye baktığımda Julia'ydi;

"Günaydın Hazal, evrakların hazır yarın Fransa'ya uçuyoruz hazır mısın?"

"Günaydın, Çok hızlı oldu işlemler"

"Yoksa vaz mı geçtin?"

"Hayır vazgeçmedim, hazır herşeyim"

"O zaman yarın saat 11 de Havalimanında görüşürüz"

"Tamam görüşürüz" telefonu kapattığımda içime oturan üzüntü anlatılmayacak kadar çoktu, gitmeyi bu kadar çok isterken şimdi nedense içime acı, keder oturmuştu.

Yataktan çıkıp yavaşça, banyoya doğru ilerledim ve ayna daki zayıf bedenime baktım. Yüzüme keskin soğuk sudan çarptığımda kendime gelmiştim, havluyla elimi yüzümü kurutup çıktığımda hala dalgınlık vardı üzerimde.

Düşünceli bir şekilde merdivenlerden aşağı inmeye başladığımda, bana seslenen Vural'ı dahi duymamıştım. Sandalyeyi çekip oturduğum da söylenenleri duymuyordum, gülüyorlardı, şen bir şekilde kahvaltı yapıyorlardı. Ta kı benim sözümden sonra;

"Yarın gidiyorum" masada ölü sessizliği olmuştu, gülen yüzleri düşmüş ve ellerindeki çatalı bırakmışlardı.

"Bu nereden çıktı!"

"Anne gideceğimi zaten biliyordunuz bir yerden çıktığı yok. İşlemler tamamlanmış ve yarın uçuyorum"

"Hazal hala geç değil gitme"

"Baba lütfen bu konuyu daha önce de konuşmuştuk" hiç birimizin iştahı kalmamıştı.

"Konuştuk kızım konuşmasına ama yüreğim dayanmıyor böylesi gitmene istemiyorum var mı dahası ama gideceksin Hazal bunun çok iyi biliyorum"

"Babam" ona sıkıca sarılmıştım bende istemiyorum onları böylesi bırakıp gitmeye ama buralarda yaşamak bana ölümden beterken nasıl yaşamamı bekleyebilirler böyle ölü bedenle gezmektense uzakta gerçekten yaşarım.

"Kızım Hazal'ım benim sevmeye kıyamadığım biricik prensesim. Çok mutlu ol gittiğin yerde"

"Umarım baba, umarım"

****

Saat gecenin bir yarısıydı ve gözüme bir damla bile uyku girmiyordu bir kaç saat sonra ayrılıyordum vatanımdan. Hiç bir zaman gideceğimi düşünmemiştim ama gidiyordum işte hemde hiç gideceğim düşünmeden. Öyle bir adamı sevdim ki şu anda beni vatanımdan ediyordu, sanki şehire kokusu sinmişti her yerde o varmış gibiydi. Birden bire yataktan kalkıp, giyinmeye başladım arabanın anahtarlarını alıp hızla oda dan çıktım. Arabaya bindiğim de gideceğim yer belliydi, kontağı çevirip gaza bastığımda istanbul sokaklarına gecenin bir yarısı sakinlik çökmüş gibiydi.

Evin önüne geldiğim de arabayı, durdurup öylece oturdum, ölü bir ev gibiydi ışıkları yanmıyor hatta, yok gibiydi annem hep şöyle derdi; "bir evi, ev yapan içerisin de yaşayanlardır diye" ne kadar da doğruymuş bu dediği. Arabanın kapısını açtığımda hızla aşağı indim ve kapıya doğru yürümeye başladım. Anahtarı kilitin içerisine gönderdiğimde ellerim durmuştu, çevirsem açılacaktı ama hareket etmiyordu parmaklarım. Son bir güç çevirip açtığım da kapı açılmış ve bir adım içeri doğru ayağımı attığımda kapıyı biraz da iteleyip girmiştim. Işıkları yakmak için elimi kaldırdığımda, dokunmamla ev aydınlanmıştı, yavaş adımlarla salona gitmiştim ve bir zamanlar burada, bu evde beraber kurduğumuz hayallerin silüeti ile yaşamaya başlamıştım, beraber film izleyişimiz koltuğun üzerin deydi. Mutfağa yöneldiğim de ben yemek hazırlıyorum oda yaramazlık yapıyordu. Merdivenlere doğru yöneldiğimde ağır ağır çıkıyordum, her odayı tek tek açmaya başlamıştım. Elim karınıma gitmişti açtığım oda da, bebeğimiz burada uyuyacaktı, gözümden bir damla yaş süzüldüğünde kendimi geriye doğru bir adımla uzaklaştırdım. Kalan diğer odalara baktığımda son bir odam kalmıştı oda bizim odamız dı. Yaşamayan evin, yaşamayan odası, kapıyı açtığımda birbirimize sarılarak uyuduğumuz bir görüntü gelmişti gözüme.

Okyanus'un Güz'ü - (Tamamlandı)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin