Merhaba^^
Sonunda geldim :')
Karanlık bir odaya geçelim, ve ışığı kapatalım!
---Şövalye ve küçük kız aylarca o dağ o bayır demeden yürümüş durmuş. Bir gün, küçük kızın ayağı bir taşa takılmış. Şövalyenin ardında yürürken kızcağız yokuştan aşağı kayıvermiş. Göle düşmüş. Sesleri duyan şövalye korkuyla göle atlamış, küçük kız suyun içinde çırpınmıyormuş bile. Şövalye öylesine korkmuş ki hayatında ilk defa bu gölün içinde gözlerini açmış, balıkların dünyasıyla tanışmış. Öylece suyun altında çırpınan ama dışarıdan görünmeyen küçük kızı çekmiş çıkarmış şövalye. Kız öksürmeye başlamış, ama şövalyenin durumu çok daha betermiş. Kız, öleceğini düşünmemiş. Ama şövalye öleceğini düşünmüş. Kızın değil, kendisinin... Çünkü o an anlamış ki, aylardır hayatında olan bu küçük kızdan başka kimi kimsesi yokmuş bu şövalyenin, ne yıldız onunmuş ne ay. Bu küçük kız, şövalyeyi hayatta tutan tek şeymiş... O an kendine bir söz vermiş. Hayatta kalmak için bu kızı hayatta tutabilmek için elinden gelenin kat ve kat fazlasını yapacakmış şövalye.
27.Bölüm : Gri Sıkıcı Bariyer.
*Aşağı in, ben geldim."
Hayatlarımız kolay olmadı. Büyük buhranlar atlattık. Çok engel atladık, çok koştuk, çok yorulduk, çok tükendik. Çok sevdik, çok sevilmedik. Yapayalnız kaldık, yapayalnız bırakıldık. Çok kez bitti dedik, çok kez yeniden başladık. Çoğu zaman normal olmadığımızı düşündük. Kimi zamanlar ise başkaları bizim normal olmadığımızı düşündü. Kendimize anormal sorular sorduk, sonra başkalarına da anlamsız sorular sorduk. Çünkü merak ettik, çünkü sormak istedik, çünkü içimizden geçen neyse dışımıza vurmak istedik. Oysa anlaşılmadık. Kimse bizi anlamadı, kimse bizi zaten hiçbir zaman anlamazdı. Ama her şeyin ötesinde bazen biz bile kendimizi anlamadık. Bazen aynaya baktık, "Sen neden böylesin!" dedik kendi kendimize, sonra aynadaki gözlerimiz bize hüzünle baktı sanki, içimizden bir ses geldi, "Sen bile sevmezsen beni... Kim sevecek?"
Tüm bu düşünceler kafamın içinde sıralanıp dururken Ege'min yatağında uyumak üzereydim. Aklım Ege'nin babasıyla yaptığım konuşmadaydı. Adama örnek olarak Şeyma Subaşı'nın adını vermiştim ve yatağa girdiğimden beri neden böyle olduğumu düşünüyordum!
İçimde bir korku, içimde bir umut... Babası Ege'yi buraya getirecek miydi, bunu başarabilmiş miydim bilmiyordum. Tek istediğim onu yanımda görmekti. Tek istediğim onun her an yanımda olmasıydı. Çünkü sevmediğimiz, umrumuzda olmayan, bize hiçbir iyiliği dokunmamış ve hatta tanımadığımız insanlarla bile aynı şehirde yaşıyorken, yan yana olabiliyorken, yolda yürürken birbirimize çarpıp geçebiliyorken onunla bu kadar uzak olmamız haksızlığın zirvesiydi. Ve ben bu zirveyi gökten yere indirecektim...
"Ben... yol boyunca uzanan gri, sıkıcı bariyer..." diyordu kulaklığımdaki şarkı gözlerimi Ege'nin duvardaki lise mezuniyeti fotoğrafına çevirdiğim sırada.
"Sen, vadinin ardında ilk defa görülen deniz..." diye devam ediyordu...
Bu cümleler benim Ege'ye karşı nasıl hissettiğimin özetiydi. Sanki ben gri, sıkıcı bir bariyerdim. O da rengarenk her tonun sahibi bir deniz. Hayatıma girdiği anda rengime renk katmıştı. Bana sarılmıştı, beni renklendirmişti... Ege benim hayatıma girip beni denizine katmış, hayatımı küçük bir kıyıya çevirmişti...
Gözlerim şarkıyla birlikte ağır ağır kapanırken huzurlu bir nefes aldım. Olmaktan en korkmadığım yerdeydim, en güvenli yerimde. Kendimi uykunun kollarına teslim ettiğimde uzun zamandır uyuyacağım en huzurlu uyku olacağını biliyordum.
"Sanki ailemin yanındaymışım gibi..." diye fısıldadım kendi kendime. Sanki ailemin yanındaymışım gibiydi...
Sabah titreyen telefonumun sesiyle uyandığımda gün çoktan ağarmıştı. Hatta fazlasıyla ağarmıştı, yuh, neredeyse akşam olacaktı! Telaşla telefonumu alıp önce saate baktım. Saat ikiyi geçiyordu. Sonra sıradan bir hevesle Ege'den gelen mesaja baktım.
Şok...
O an kalbimin durduğunu hissettim.
"Günaydın." değildi mesajı,
"Uyandın mı?" değildi,
"Ben uyandım." değildi.
Mesajı benim hayallerimin mesajıydı. Benim aylardır beklediğim mesajdı gözlerimin önünde duran bu mesaj. Gözlerimi dolduran, beni havalanıp uçmaya iten bir mesajdı bu. Titreyen gözlerimi mesaja tekrar çevirdim, ve hayal olmadığını anlamak için mesajı bir kez daha okudum.
"Aşağı in, ben geldim."
Şok içinde yorganı kaldırdım. Ege buradaydı! EGE BURADAYDI! Bağırmak üzereydim! Burkulmuş ayağımı elimle ittirerek yere bıraktım, telaşla ayağa kalktığım sırada kendimi bir anda yere kapaklanmış halde buldum!
"Ah! Allah'ım!" Yere düşmüştüm, burkulan bileğim ölesiye acımaya başlamıştı! Ama bu benim umrumda değildi, o an utanç verici bir şekilde ayağa kalkamayacağımı anladığım için yatağın diğer tarafında duran tekerlekli sandalyeye doğru sürüklenmeye başladım. Bildiğiniz, yılan gibi sürünüyordum yerde. Tekerlekli sandalyeye doğru, Ege'me doğru.
O an, ben yerde sürünürken birden kapı açıldı. Ve Ege içeri girdi. Size yemin ederim, beni çıplak görse bu kadar utanmazdım. Beni yerde sürünürken gördü. Yerde sürünürken.
"Bana sürünerek mi gelecektin?" Ege keyifle gülerken o an utancım, halim umrumda değildi. Buradaydı, karşımdaydı, odasındaydı! Ona dolmuş gözlerle baktım. Ağlamak istemiyordum, ama muhtelemen ağlayacaktım.
"Ege..." dedim titreyen sesimle, "Geldin..." Ege bana etkileyici gözlerle baktı. Altına bir kot pantolon, üzerine siyah bir tshirt, onun üzerin siyah beyaz bir gömlek giymişti. Kapıyı kapattı, bana doğru geldi, yerde diz çökerek az önce sürünen benim önümde durdu, bana doğru eğildi.
"Geldim..." diye fısıldadı, "Gökyüzünü aştım, sana geldim... Sonra odaya girdim, ve seni yerde sürünürken buldum." Ege kısık bir kahkahayla gülerken öfkeyle baktım.
"Güzel şeyler söyleyeceksin sandım. Bu muydu, sakat bir insanla dalga geçmeye mi geldin?" Ege gülerek yüzümü ellerinin arasına aldı.
"Seninle hep dalga geçeceğim. Hayatına bu yüzden girdim."
"Neden!"
"Çünkü seninle çok güzel dalga geçiliyor İzmir. Seninle her şey çok güzel yapılıyor." Öfkem yerini yumuşamaya bırakırken her şeyi kafamdan attım. Kafama sadece Ege'nin burada olduğu gerçeğini soktum. O buradaydı, buradaydı! Benimle aynı şehirde, aynı sokakta, aynı evin içinde.
Ege o an dakikalarca bana baktı. Ben de ona. Sonra kendini tutamadı, sıkıca sarıldı bana. Ben de ona... Birbirimize sanki hiç ayrılmayacakmışız gibi dakikalarca sarıldık, birbirimizden ayrılamıyorduk, birbirimize doyamıyorduk...
"Ege..." dedim bir kez daha,
"Dur. Şimdi konuşma. Gel." Ege beni dikkatlice kucağına alırken kalbimin hızlandığını, yüzümün yandığını hissettim. Burnum boynuna değdiğinde dünyada onun kokusundan daha güzel bir koku olamayacağını biliyordum. Onu getirmiştim, getirtmiştim, buradaydı! Bu gerçeği yüz kez de olsun söylemek, bağırmak istiyordum.
Ege buradaydı! Burada! Bunu her yere yazmak istiyordum.
"Dikkatli ol, gel... Yat bakalım..." Ege beni dikkatlice yatağa yatırırken ona hayranlıkla ve anormal bir mutlulukla baktım. Bana döndüğünde yüzünde gülümseyen ama şaşkın bir ifade vardı.
"Çok mutlusun..." dedi gülerek, başımı salladım.
"Üç günde iki kez görüştük." dedim mutluluktan ağlayacak gibi. Ege etkileyici bir bakışla yüzüme baktı.
"3391 kilometre arayla, iki ülke arasında üç günde iki kez görüştük. Mesafeler şok."
Kahkahalarla güldüğüm sırada Ege yanıma uzandı, yorganın altına girip beni kolunun altına aldı. Başımı omzuna yasladım,
"Hep böyle olur mu dersin..." Ege başını salladı,
"Olduracağız."
İşte bu cümle, benim için kontrattan daha değerliydi. Ege'nin tek cümlesi benim için sözdü, senetti. O olduracağız diyorsa olduracaktık. Ona sığınmıştım, beni kollarının altına almıştı, ve biliyordum ki bırakmayacaktı.
"Annenlerle görüştün mü?"
"Evet... Çok mutlular. Hemen senin yanına geldim gerçi. Birazdan annemin yanına gideceğim. Odasında beni bekliyor. Dertleşeceğiz..." Gülümsedim. Annesiyle konuşacak olması, ailesiyle bir arada olması bile beni o kadar mutlu ediyordu ki...
"Biliyor musun," diye mırıldandım gözlerim dolmuş bir şekilde,
"Ailen çok iyi..." O an sesimin titrediğini hissettim. Hayır, duygulanmamalıydım! Bunu planlamamıştım.
"Şşş," dedi Ege, "Ne oldu şimdi?" Elleriyle yüzümü tuttu.
"Hiç... Bir an kendimi tutamadım. Kendimi burada şey gibi hissediyorum da..."
"Ney gibi?" diye sordu endişeyle.
"Ailemin yanındaymışım gibi. Şimdi sen geldin, ve her şey o kadar tamamlandı ki..." Ege gözlerime gururla baktı.
"Ben senin ailenim İzmir, benim ailem de bundan sonra senin ailen. Burası senin evin, burası senin odan. Ve sen hiçbir zaman yalnız olmayacaksın."
"Biliyorum... Ama... Günlerdir burada bu şehirde o yurt odasında tek başıma kaldığım için sanırım yalnızlık bana çok koydu..." Gözlerimden bir damla yaş akarken kendime lanet ediyordum. Bu konuşma da nereden çıkmıştı şimdi!
"Biliyorum İzmir... Yalnızlığa alışmaya başlamıştın değil mi, bu en kötüsü..." Başımı salladım.
"Evet... Alışmaya başlamıştım... Ailesizliğe alışmaya başlamıştım... Bunu buraya geldiğimde fark ettim. İçim acıdı." Ege'nin gözlerindeki hüzün bana öyle bir güven veriyordu ki kimsenin şu saatten sonra beni üzemeyeceğini biliyordum.
"Sen ailesiz değilsin, yalnız değilsin, tek de değilsin. Sana söz veriyorum, her anında bir mesaj uzağında olacağım. Bu bizim yan yana olma şeklimiz, biliyorsun..." Gözyaşlarımın arasından gülümsedim,
"Biliyorum..."
"Ve sana bir söz daha veriyorum, bir gün seni buralardan alıp götüreceğim. O günden sonra benimle yan yana olmaktan bıkacaksın." Gülerek baktım yüzüne,
"Sence bu mümkün mü?" Ege tek gözünü kapattı, düşünür gibi yapıyordu.
"Sanırım mümkün değil." Aramızda gülüştüğümüz sırada telefonumdan bir bildirim geldi. Ege kaşlarını çatıp telefonuma doğru baktığında burnumu çektim.
"Ben yanındayım. Sana kimden mesaj geliyor?" diye sordu rahatsız olmuş gibi. Omuz silktim.
"Bilmem." Telefonu elime almadım bile, umrumda değildi. Ama Ege'nin aklı telefonda kalmıştı!
"Baksana, kimden gelmiş..." diye mırıldandı.
"Gerek yok. Seninle vakit geçirirken telefona bakmak istemiyorum." Ege bozulmuş gibi kaşlarını çattı,
"İzmir telefonuna bakar mısın, kimden mesaj gelmiş?" Kıskanıyor muydu?
"Tamam?" dedim şaşkınlıkla. Telefonu elime aldım. Instagram'dan bir mesaj bildirimi vardı.
"Tanımıyorum bile... Instagram'dan biri..."
"Kim?" dedi Ege rahatsız olmuş bir sesle. Kaşlarımı bir kez daha çattım ve ekrana baktım.
"CanerB1993 diye biri. Neden soruyorsun?" Ege sinirle gülümsedi,
"Ha..." dedi, "Senin her fotoğrafını beğenen şu çocuk." Şok içinde Ege'ye baktım!
"Benim fotoğraflarımı mı beğeniyor, ne? Sen bunu nereden biliyorsun!" Ege arkasına yaslanıp derin bir nefes aldı.
"Her gün fotoğraflarına bakıyorum. Beğenenlere de bakıyorum... Aklıma takılmış. Tabi Caner de beğenmekte haklı. Çünkü sen de onun her fotoğrafını beğeniyorsun." dedi imalı ve sinir olmuş bir sesle. Şokum giderek büyüyordu!
"N-nasıl yani? Sen benim kimlerin fotoğrafını beğendiğimi bilmiyorsundur ki..." diye mırıldandım şok içinde. Ege yüzüme gülümseyerek baktı,
"Gerçekten beğendiğin fotoğraflara bakmadığımı mı sanıyorsun?"
"Bakıyor musun!"
"CanerB1993, ErkutKocaman1, AhmetFB, Cancat..." Ağzım açık kalmıştı. Size yemin ederim hayatımın şokunu yaşıyordum!
"Sen... bunları biliyorsun... Resmen profesyonel bir stalkersın. Yalnız böyle söyleyince hep erkek fotoğrafları beğeniyormuşum gibi oldu. Bir sürü kız arkadaşımın da fotoğrafını beğeniyorum." Ege omuz silkti,
"Onlara bakmıyorum. Dikkatimi sadece erkekler çekiyor." Yüzüne sırıtarak baktım. Kıskanılıyordum. Ve kıskanılırken sırıtan tek insandım.
"Peki sen neden hiç fotoğraf beğenmiyorsun?" diye sordum merakla.
"Senin dışında kimsenin fotoğrafları umrumda değil." Sırıtmaya devam ediyordum. Bunu yapmamalıydım. Rezil bir davranıştı.
"İzmir..." diye mırıldandı Ege tereddütle,
"Saydıklarımın fotoğraflarını beğenme. Tabi, sana karışamam. Ama beğenmezsen sevinirim." Gülme İzmir, gülmeyi kes! Neredeyse kahkaha atacağım kıskanılmaktan duyduğum keyiften!
"Bu konuyu kapatabilir miyiz?" dedim gülmemi durdurmaya çalışarak, Ege başını salladı.
"Tamam..." Sonra başını kaldırdı, gözlerimin en derinine baktı,
"Sana çok teşekkür ederim İzmir."
"Ne için?"
"Babamla konuşmuşsun. Buraya gelmem için... Babam seni çok sevmiş." Sonra durdu, gözlerini gözlerime çevirdi,
"Yalnız Şeyma Subaşı hakkında dediğin cümleyi anlamamış." Ege büyük bir kahkaha atarken o an donakaldım. Yüzüm yanıyordu. Yemin ederim yüzüm yanıyordu.
"Lütfen... Bu konuyu açma bile. O anı unutmak istiyorum."
"Demek Şeyma Subaşı ve Acun Ilıcalı her gün özel uçaklarıyla oradan oraya giderken Ömer Ege Zorlu Fransa'da hapis kalamaz, ha?" Ege gülmekten ölecekti. Sinirle gözlerimi devirdim,
"Keşke orada kalsaymış." Ege gülerek koluyla beni kendine doğru çekti. Yanağıma bir öpücük bıraktı.
"Kızdın mı?" diye mırıldandı gülerek.
"Lütfen, Şeyma Subaşı hakkında dediğim şeyi tamamen unut, baban da unutsun."
"Maalesef, artık bütün aile biliyor." O sırada ben şokumu yaşayamadan kapı açıldı, içeri Ege'nin abisi girdi. Onu görünce gülümseyerek yüzüne baktım. Abisi de minnetle gülümseyerek odaya girdi.
"Selam gençler..." dedi gülerek,
"İzmir ben sana teşekkür etmeye geldim. Senin sayende kardeşimi gördüm, annem oğlunu gördü, kızım amcasını gördü..." Gülerek başımı salladım.
"Asıl ben teşekkür ederim, böyle bir kardeş yetiştirdiğiniz için." Abisi gülerek Ege'ye döndü.
"Oğlum bu kızı kaybedersen var ya gözümde dünyanın en salak insanına dönersin. Ne yap ne et bu kızı elinde tut eşek sıpası." Ege gülümseyerek abisine baktı,
"Bırakmaya niyetim yok."
"Aferin. Adam ol. Ben şimdi çıkıyorum, annem seni bekliyor..." Abisi odadan çıkarken Ege ayağa kalktı. Ona döndüğüm sırada abisi kapıdan kafasını uzattı.
"Bu arada Şeyma Subaşı örneği harikaymış!" Utanç içinde şok olarak baktığımda Ege de abisi de kahkahalarla gülüyorlardı! Hepsi biliyordu. Hepsi!
"Ege..." dedim korkuyla, "Bütün ailen bir geri zekalı olduğumu öğrenmiş!" Ege büyük bir kahkaha attı.
"Bütün ailem sana aşık olmuş İzmir..." Gözlerime hayranlıkla baktı,
"Peki ya sen?" diye mırıldandım umutla. Ege oyunbozan bir tavırla gülümsedi.
"Annemin yanına gitmem lazım. Sen kahvaltıya in, ben geliyorum." Ege doğruldu, kapıya doğru ilerleyip odadan çıktı. Gözlerimi devirip sinirle yataktan aşağı indim. Burkulmuş ayağıma basmamaya çalışarak yatağa tutunarak ilerledim ve tekerlekli sandalyeme oturdum. Saçlarımı aynanın karşısında toplayıp derin bir nefes aldım. Bugün güzel bir gün olacaktı... Biliyordum.
Odadan çıkıp tekerlekli sandalyeyle koridorda ilerlediğim sırada Ege'nin annesinin odasının önünden geçerken konuşmalarının bir kısmını duydum. Dinlemedim! Yanlışlıkla duydum. Tam odanın kapısından geçerken ismimi duyunca durmak zorunda kaldım. Yoksa asla başkalarının konuşmalarını dinlemem!
"Komşu çok iyi... Her gün yemek getiriyor, biraz konuşuyoruz... Onun dışında değişen hiçbir şey yok anne..."
"Peki ya İzmir, nereden çıktı bu kız oğlum?" diye sordu annesi.
"Hayat..." diye mırıldandı Ege. Sanki utanıyor gibiydi. Merakla kapıya doğru eğildim.
"Çok mutlu ediyor değil mi seni? Bakışların bile değişmiş." İşte o an benim kalbimi durduran, bana dünyaları veren o cümleyi duydum Ege'nin dudakları arasından,
"O beni hayatta tutan tek şey anne..."
Gözlerimin dolduğunu hissettim. O an o kadar şaşkındım ki... Ege bana hep güzel şeyler söylemişti, bunları hep anlatmıştı. Ama onu bunları başkalarına anlatırken duymak... Beni gururlandırmıştı...
Hayat çok garip, değil mi? Biri giriyor hayatımıza, kilometrelerce ötemizde, ama ta oradan ta buraya en yakınınız oluyor. Sizi hayatta tutan tek şey oluyor, başınızı yasladığınız yastık oluyor... Ege benim için her şey oldu, ve şimdi görüyorum ki ben de onun için her şey olmuşum...
Ve o an anladım. Ben gri sıkıcı bariyer değildim, ben Ege'nin deniziydim...---
Merhabaaa! Sonunda geldim. Biliyorum çok ama çok beklediniz. Ama ben inanılmaz yoğun bir ay geçirdim. Tahmin edemeyeceğiniz kadar yoruldum, yıprandım. Şu an ben bu satırları yazdığımda saat gece 4. Bir saat sonra evden çıkıp havalimanına gideceğim, ve sabaha kadar oturup sizi daha fazla bekletmemek için bölüm yazdım^^ E tabi, Ege'mi ve İzmir'imi özlememin katkısı da çok büyük. Ve sizi özlememin :') Ben bölümü çok sevdim, çok naif çok içten çok bizden cümleler vardı. Umarım siz de sevmişsinizdir :') Ege'yi İzmir'e getirdik! Ve daha neler neler yaşayacaklar... Şimdi şöyle söyleyeyim, siz bu bölümü okuduğunuzda tarih 9 eylül saat de büyük ihtimalle akşam 9 olacak. Ben bu sıralarda buralarda olmayacağım, bir yolculuğa çıkıyorum. İki hafta boyunca yurtdışında olacağım. Ama yorumlarınızı bol bol okuyacağım! Ve biliyorum ki sizi çok ihmal ettim, ama inanın uyku bile uyuyamıyorum işlerimin yoğunluğundan. Gitmeden size bir telafi bölümü yazmak istedim. Ama Ege'nin söz verip tuttuğu gibi, bu da benim size sözüm olsun. Gittiğim geziden döndüğüm hafta size bol bol bölüm atacağım! Sizi seviyorum dünyanın en güzel okurları. Hepinizi öpüyorum! Bu arada gezim boyunca her adımımı görmek için beni Instagram'dan takip edebilirsiniiz ahdhgndg^^
Kullanıcı adım : beyzalkoc
Görüşürüüüz^^
Yorum yapmayı ve oy vermeyi unutmayın :')
ŞİMDİ OKUDUĞUN
3391 Kilometre
Teen Fiction''O gün, bana 'Sinemaya gidelim mi?' diye sordu. 3391 kilometre öteden, şehirlerce, denizlerce uzağımdan... Yanımdaki insanlar görmezken beni, o bana imkansız olduğunu bile bile 'Sinemaya gidelim mi?' dedi...'' Aylarca sesini duymadığınız, yüzünü...