Seafret - Atlantis
" M.Ö. 9000. Burada tutsağım.
Atlantis, kayıp krallık. Belki de düşündüğüm kadar kayıp değil.
Bize bıraktıkları kanıtları göremediğimiz için sadece, ondan bu görmediğim şeye inanmam tavırlarımız. Oysa ki bize bıraktıkları şey, aslında tam da içimizde.
Platon ve saz arkadaşlarının diyaloglarında, Mısır kalıntılarından kalma kafa karıştırıcı birkaç çömlekte, coğrafi kanıtlarda veya kendilerine Atlantis bilimcileri diyen birkaç araştırmacı insanın not defterlerinde değil, tam da içimizde, şuramızda, kalbimizde.
Çünkü bir zamanlar hırslarında boğulurken, bir süre sonra derin denizin dibinde boğulan insanlar, tıpkı bizim gibi; bizim sonumuz da tıpkı onlar gibi olacak.
Belki biz tufanların arasında değil, makineleşmeyle çoğalan kötü havanın arasında sıkışıp kalacağız. Belki yerin dibine bir kıta batırmayacağız lakin, koskoca dünyayı batıracağız.
Belki Atlantis'te batmadık fakat biz de kendi hırslarımızın bacaklarımızı yakalayıp bizi içine çekmesiyle batacağız. Son, uzakta değil.
Son uzakta değil; tıpkı Atlantis gibi, içimizde."
✩
"Neden okudum şimdi bunu?"
Ben gözlerimi James'ın üzerine dikerken sorduğumda okuttuğu yazının yazılı olduğu eskimiş not defterini elimden aldı. "Dinlemiyor musun beni sen? Kara'nın peşinden koşarken deniz kıyısında buldum bunu. Islanmıştı ama kuruttum, sadece burayı okuyabildim."
Heyecandan titreyen James'e göz devirdim ve arkama yaslandım. "James, gerçekten de boş bir adamsın. Birinin karalama defterini çalıp da bana ne diye getiriyorsun?"
"Çalmadım diyorum sana!" Yerinde tepinip hızla karşıma oturdu ve sayfanın başına nasırlı parmağını koyup deftere bastırdı. "Okuyor musun bak? Milattan helebilmem kaç yıl önce yazıyor burada!"
"Aman be, yazmış işte biri başına. Sanki taa oralardan geldi seni buldu." Sesim bıkkınlık doluyken neden James'a Hayalperest James dedilerini o vakit anlıyordum.
James, siyahi ve bir gün dünyayı siyahi birinin yöneteceğini sanan oldukça hayalperest biriydi. Zengin olduğu için bu haliyle ancak tüccarlık yapabiliyordu. Uzun zamandır tanıdığım biri de sayılmazdı. Aslında kendisi ile Hopkinsville'da tanışmıştık ve şimdi de tam orada, kütüphanede oturuyorduk. Buradan gideceğimiz yol aynıydı, ikimiz de Florida'dan kalkacak ve yolu Atlantis Okyanusu'ndan geçerek Fas'a giden gemiye binecektik.
Epey zeki bir tüccar olmamdan dolayı şu sıralar popüler sömürge topraklara gitmek işime geliyordu. Kurduğum bir ailem de yoktu, bu yüzden ben, Do Kyungsoo, gezmediğim ülke bırakmıyordum.
Koreli bir tüccar olmam herkese garip geliyor olsa da yıl 1897'ydi, hala gözlerim farklı diye dışlanıyordum. İnsanlar hiç gelişme kaydetmiyorlardı gerçekten.
Aynısı James için de geçerliydi. O da fazla değer gören bir tüccar değildi, bu yüzden hayaller kurmayı seviyor, belki şimdi bineceğimiz Atlantis adlı gemiden yola çıkıp kendine bu not defteri hikayesini uyduruyordu.
Kara, bana bahsettiği üzere köpeğiydi ve bu şehire gelmeden evvel köpeğinin peşine kumsala gitmiş, bu bana gösterdiği not defterini de orada bulmuştu. Fakat dediğim gibi, büyük ihtimalle uyduruyordu.
"Bulmuş olamaz mı? Baksana epey de eski." Kahve rengi solmuş defteri eline alıp deftere baktı ve defteri masaya vurdu. "Bahse varım bu defter Atlantis'ten kalma."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Atlantis
FanfictionAtlantis Çift: Chansoo Tür: Fantastik, tarihi kurgu, angst, nc-17 Karakter: 18k Prompt no: 8