Gittikçe kayboluyordum. Sürekli dibe doğru batıyor ve her seferinde zemini kısa süreli hissedip tam artık yukarı çıkabilirim dediğim anda açılan boşluktan daha da dibe sürükleniyordu hayatım. Kaybediyordum ama artık hiç yakmıyordu canımı sanırım çok fazla alışmıştım. Uzunca bir süre savruldum sığınabileceğim bir liman arayışıyla. Uzunca bir süre kendi yıkıntılarımın içinde yok oldum. Yine içimin buruk olduğu bir doğum günü gecemde bir arkadaşımla rakı içmeye çıkmıştım. O gün tanıdım onu. Hardal sarısı kazak ve haki rengi pantalon giymişti. Bakışları derin ve gülüşü güzeldi. Ama içimde bir şeyler öyle kırık döküktü ki onu hiç incelemedim bile. Kadehime döndüm ve yaşımı kutladım kendimce. Yaralarımı birinin sarabilecegine dair ufak bir inancım bile yoktu. Gözlerim dalıp dalıp gidiyordu boşluğa sonra bir sigara daha yakıyordum geceye usulca. Bir an üzerimde gezinen gözleri hissettim. Beni izliyordu hatta bunu yönünü tamamen bana dönmüş alenen bir şekilde yapıyordu. Bir kaç kez buluştu gözlerimiz. Bakışlarımı çektim utanarak ve kendime şaşırarak. Utanmak mı? Nerden çıkmıştı bu şimdi? Uzun zamandır hiç bir duygu belirtisi yoktu kalbimde. Ne utanma ne şaşırma ne heyecan ne korku ne öfke ne de mutluluk. Kalbim atmıyordu sanki uzun zamandır. Yok olmuş gibiydim. Ama yine de gülümserdim insanlara. Nasılsın dediklerinde gayet iyiyim idi her zaman cevabim. Çünkü alamayacağını bildiğim insanlara mutsuzluğumu kaybolmuşlugumu anlatmak hem saçma hem gereksiz geliyordu bana. Oysa bir yalancı gülüşle süslediğim iyiyimlerim vardı benim ve görmeyi bilmeyen tüm gözleri çok güzel kandırabiliyordum. Bu adam neyin nesiydi? Neden gözlerini bana dikmişti? Herşeyden öte, peki ya bendeki bu heyecan bu utanma da neyin nesiydi? Bir kaç benim göz kaçırmam onunsa derin korkusuz sakin bakışlarından sonra yanıma geldi ve gözlerini gözlerime dikerek:
-Neden dalıp gidiyorsun doğum günü kızı?
- Sen nerden biliyorsun?
- Kız arkadaşınla arkadaşım iki saattir sohbet ediyor arkadaşın söyledi ama sen kadehinden başka şeye bakmadığın için onları da farketmedin sanırım.
-Haklısın, farketmedim.
- Soruma cevap vermedin?
- Evet pardon. Soru neydi?
-Neden sürekli dalıp gidiyorsun?
-Düşünüyorum.
-Bugün bir şey düşünmemen gereken bir gün değil mi sence de?
-Belki de. Ama bazen mümkün olmuyor.
-Gözlerine dalıp gittim bende saatlerdir ve evet dediğin gibi dalıp gitmemek bazen mümkün olmuyor.
- Teşekkür ederim.
-Rica ederim. Peki bu doğum günü kızının bu dansı bana lutfetme olasılığı var mı?
O an müziği yeni farkettim med-cezir çalıyordu levent yüksel'den. Bir şey demek yerine uzattığı elini tuttum ve kalktık. Benim soğuk ellerimin aksine sıcacıktı elleri. Belimi nazikçe tuttu o sırada omuzlarından yayılan o ferah ama erkeksi kokuyu farkettim ne kadar güzel kokuyordu. Başımı omzuna yasladım ve dans etmeye başladık. Adınıbile bilmediğim bir adamın kollarında huzurla dans ederken buldum kendimi. Yeni bir şarkı çalmaya başlamıştı ve biz hiç konuşmadan yeni şarkıda da dans etmeye devam ettik. O an olmak istediğim yerdeydim sanki o an herşey tamdı sanki. Çok dik güzel bir duruşu vardı kumral saçları özenle yapılmıştı. Delici bakışları kendini ele veriyordu zor bir adamdı ama gözlerime aşk gibi bakıyordu. Bir an kendime geldim.
- Artık oturalım mı?
Hiç bir şey demeden belimden çektiği elleriyle ellerimi yakalayarak dudaklarına götürdü. Yumuşakça öperek teşekkürler dedi. Hareketi şaşırtmıştı beni ve hazırlıksız yakalandım samimi bir gülümseme ile karşılık verdim ona ve yerime oturdum. Oda yanıma oturdu. Rakım bitmişti bana rakı doldurmaya başladığı sırada bende bir sigara yaktım. Dans ederken oturmayı istememe sebep olan şeyleri düşünüyordum. Güçsüzsün dedim kendime. Sevgiye muhtaçsın kayıpsın o yüzden etkilendin hepsi bu. Fazla anlam yükleme gözlerine kırılacak yerin kalmadı yapma dedim. Kendime azarım işime yaramış olacak ki ufak bir silkelendim ve benimle sohbet etmeye çalışan adamla daha nötr ve mesafeli bir sohbet etmeye başladım. O şarkı o dans ve o bakışlardan sonra ciddi anlamda afallamıştım ve yine mantığımı oyun dışı bırakmak üzereyken frene basabilmiştim. Ela gözlerini ela gözlerime diken adamın frene bastığımı ya da frene basma ihtiyacı duyacak kadar etkilendigimi anlamamasını dileyerek :
- Evet?
- Evet derken?
- Bir şey diyecek gibi bakıyorsun? Seni dinliyorum.
- Evet pardon. Bugün kaç yaşına girdin onu merak ettim.
-27 ye girdim. Sen kaç yaşındasın peki?
- 29 bende.
-Çalışıyor musun?
- Evet öğretmenim. Sen?
- Araştırma görevlisiyim bende doktora yapıyorum.
-Çok güzel. Bende düşünüyorum bazen ama henüz bir karar verebilmiş değilim yüksek lisans için.
- Çok da güzel yaparsın denemelisin bence.
- Öyle bakma ama..
- Neden? Eminim sende aynaya her baktığında kolay kolay çekemiyorsun bakışlarını kendinden. Üstelik ben seni daha yeni gördüm. Sahi bu gözler nerelerdeydi şimdiye kadar?
Haklıydı bakışlarımı bende çok beğenirdim. Karşımdakini delip geçerdim ve çok şey anlatabiliyordum bakışlarımla kim olursa ne olursa olsun. Bunun tek kötü yanı yalan söylerken beni bariz bir şekilde ele vermeleriydi. Tabi yine görmeyi bilen gözler ve düşünen beyinler için geçerliydi bu durum. Beyinlerini düşünmek için kullanan insanların giderek azınlık durumuna düştüğü şu günlerde tuhaf bir şekilde karşımdaki adam onlardan biri değildi. Sohbetimiz ilerledikçe konuşurken leb demeden anlıyor hemen yeni bir örnekle bana pas atıyor içtiğimiz içkilere rağmen masada muazzam bir sohbet dönüyordu. Üstelik centilmendi. Gözleri sürekli üzerimde neye ihtiyacım varsa hemen müdahale ediyordu beni şaşırtarak. Oturduğumdan beri kendi sigaramı kendim yakamamıştım. Ya da içki mi doldurup sandalyemi o çekmişti. Üşüyüp henüz kelimeye dökmeden şalımı omuzlarıma örtmüştü. Aslında kalkmayı istemiyordum ama içimden bir ses yine frene basmam gerektiğini haber verdi ve kız arkadaşıma döndüm.
- Kalkalım mı?
- Birşey mi oldu canım?
- Yo hayır ama yorgunum biraz.
- Tamam canım bardağımı bitireyim kalkalım.
Adam biraz alınır gibi oldu ama tekrar ellerimi yakalayarak öptü.
- Gerçekten iyi ki doğmuşsun.. Ve bu gece gözlerini ve sesini benden esirgemedigin için teşekkür ederim.
- Rica ederim.
O sırada kız arkadaşım kalkmış beni bekliyordu adama ve arkadaşına gözlerimi indirerek selam verdim ve arabaya bindik. Kız arkadaşım merakla sorular sormaya başladı tabi ki.
- Ee anlatsana ne konuştunuz o kadar? Bir ara göz ucuyla baktım baya dalmıştınız..
-Hiç öyle hayattan. İş güç nereli vs. Canım klasik şeyler işte.
- Ne iş yapıyormuş?
- Araştırma görevlisiymiş doktora yapıyormuş bir yandan da.
- Oo güzel işte. Nereliymiş Peki?
- Ankaralıymış canım.
- Ya kuzu anlatsana ağzından cımbızla laf alıyorum burcu neymiş?
- Ay Burcu ne bileyim Burcu neymiş onu mu soracaktım bir de.
- Allahım! Tabi ki onu soracaktın canım sen delirdin mi? Neyse ben öğrenirim onu Hakan'dan.
-Sahi o çocuk kimdi? Sizde onla baya konuştunuz?
- Ya o benim spor salonundan arkadaşım. Aslında arkadaşım diyemem bir iki selam vermişligimiz var o kadar. Ama bugün bu kadar konuşmamızın sebebi sizdinizonu hisettim.
- Nasıl yani??
- Hakan seninkine beni tanıdığından bahsetmiş laf arasında. Hakana bütün gece git selam ver git konuş o kızla diye baskı yapmış Hakan yanıma gelince de o bahaneyle senin yanına geldi işte. Ama kuzum ben çok yakıştırdım sizi. Dans ederken size bakıp bakıp ne güzel oldular dimi diyip durduk hakanla. Çocuk çok yakışıklı. Boyu, posu, yüz hatları, duruşu.. Seni kaldırabilecek bir çocuk gibi geldi bana.
- Ve zarif, centilmendi.
- Ciddi misin? Daha Ne? Senin en dikkat ettigin şey zaten. Süper!! Ama olsun dur ben yarın Hakan'dan burcunu da öğreneyim tam olsun. Adı neydi çocuğun buarada ?
- Adı mı? Bilmiyorum ki... Hiç sormadım.
- Pess! Hatta yuh artık sana Ece yuh!