Bunu söyledikten sonra Fûln aynı soğukkanlılıkla tekrar yemeğine döndü. Nâor ise duydukları üzerine şok olarak, dona kalmıştı.
"Biz sizi berabersiniz diye biliyorduk." dedi Pûln abisine.
"Üç hafta öncesine kadar öyleydi zaten. Sarkasya'nın batısına gelince onu kaybettim." dedi Fûln.
"Nasıl kaybettin? Ne oldu? Anlat," diye sormaya başladı Pûln ve o anda Nâor da yavaş yavaş, hala kendine gelememiş bir şekilde masaya doğru geldi. Fûln da hafif hafif bir şeyler atıştırırken aynı zamanda konuşmaya başladı."Sarkasyanın tepelik bölgelerinde fırtına çıktı. Evet, burada havalar enteresan bir şekilde güzelleşiyor, fakat oraların soğuğu hala tehlike barındırmakta. Batı, kuzey duvarlarının kıyılarıyla örtülü durumda ve resmen bir gard olmuştu. Biz de geçiş için Sarkasya'nın tepesine tırmanmaya başladık. Yukarılara çıktıkça zaten karın derinliği, bu, soğuğun unuttuğu topraklara göre epey fazlaydı. Uzun uğraşlar sonunda tepeye vardık. Biraz ilerledikten sonra havadan tuhaf sesler gelmeye başladı. Tehdit edercesine çığıran bir ses. Sanki oradan geçmemize izin vermiyordu. Lakin Hûnr sesleri aldıracak durumda değildi, devam etti. Tepenin öte tarafına kadar zar zor yürüdük, yürüdük yürümesine lakin soğuk orada şiddetini iyicene arttırdı."
"Neden o kadar kuzeye gittiniz?" diye sordu Yofa.
Ardından Fûln'un bir yandan önündeki tabağında bulunan yemeği çatallayarak anlattığı lafı bölününce, kafasını yemekten kaldırıp Yofa'ya baktı.
"Çünkü, Hûnr batı yolunu unuttu. Uzun zamandır Felasmus'a gitmediğini, oradan yolları karıştırabileceğinden söz etti. Riske girmek istemedik. Tepenin batı koluna gelince yavaş yavaş aşağı inmeye başladık. Yamaç epey dikti, zorlandık.
Ardından daha aşağılara doğru yürüdük ve biraz önce işittiğim ses bir daha duyuldu, bu seferki daha güçlü ve daha yakındı. Yakınlığı sanki giderek artıyordu ve en sonunda Hûnr de buna kulak verdi. O an durduk. Ses arkamızdan, tepeden geliyordu. Arkamızı dönüp baktık."Bunları söyledikten sonra bir süre durup nefeslendi Fûln.
"Çığ. Üzerimize doğru gümbür gümbür gelen bir çığ vardı. Dehşete kapıldık. Hûnr'e baktığımda tedirginliği hat safaya çıkmış gözleri fal taşı gibi açılmıştı. Ben ise kurtulmanın yollarını arayarak koşturmaya başladım. Biraz ilerleyince dağın doğu yamacının açık olduğunu gördüm. Tepeden çukur gibi başlayan kayalarla dolu bir uçurumdu. Fakat hemen aşağısındaki beyazla örtülmüş büyük kayanın üzerine atlarsak çığdan bir nebze kurtulabilirdik.""Hûnr'e bağırdım çağırdım. Ona çukur bulduğumu söyledim. Uzaklarda sisin içersindeydi. Önce biraz bana doğru yaklaştı. Neyden bahsettiğimi kesinlikle anlamıştı. Fakat o çukurun nereye açıldığını da çok iyi biliyordu. Eğer oraya atlarsak Sarkasyanın doğusunda kalacaktık ve batıya geçiş için pek umudumuz kalmayacaktı. Ya güneyden onlarca kilometre ilerleyip başka yollar arayarak haftalarımızı harcayacaktık, yada eve geri dönecektik. Çünkü biz atladıktan sonra çukur da çığın etkisiyle ağzına kadar dolacak, dağın tepesindeki yolun ise zaten yüksek olan kar derinliği iyice artarak geçilmez bir hâl alacaktı."
"Hûnr bunu biliyordu ve o adımları yanıma gelmek için değil, düşünürken zaman kazanmak için attı. Tekrar bağırdım, çağırdım, o anda neden hızlıca gelmediğini anlamamıştım. Fırtına iyice arttı ve ses yükseldi. Çığın üzerimize yaklaştığı gayet anlaşılıyordu. Hûnr bana iyice yaklaştı ve yüzünü net bir şekilde görebiliyordum artık. Öylece durup bana bakıyordu.
'Neyi bekliyorsun, hadi gelsene.' diye bağırdım.
Çığın geldiği yöne baktı ve ardından bana dönerek 'Eve dön Fûln, eve dön.' dedi ve aşağıya doğru koşturmaya başladı. Arkasından bütün gücümle tekrar seslendim. Bir kaç saniye sonra zaten sislerin arasına karışıp gözden kayboldu.""Onu kaybettikten hemen sonra yukarıya baktım. Çığ neredeyse gelmişti. Son kez Hûnr'un koştuğu tarafa çevirdim kafamı ve çukura atladım. Ben atlar atlamaz çığ yukarıdan büyük bir gürültüyle geçti ve atladığım çukuru doldurdu. Artık Hûnr'un gittiği yolun başını bile göremiyordum. Soğuk kayaların arasında, dar ve karanlık bir geçitte buldum kendimi. Neredeyse göğsüme kadar geldi karın yüksekliği. Zor adımlarla geçidin içerisinde ilerledim. Aslında bir tünel olacak kadar uzun bir mağara değildi. Fakat çığdan dökülen karlar doğu tarafındaki çıkışını bile kapatmıştı. Bu yüzden oldukça karanlık, soğuk ve yürümesi zorlu olan, yaklaşık yirmi-otuz metre yol gittim."
"Sonuna vardığımda önümeki karları kazmaya başladım. Ben kazdıkça arkadan dökülmeye devam ediyordu. Önümdeki kar duvarını temizlerken tekrar Hûnr aklıma geldi. İyice sinirim bozulmuştu ve bütün gücümle yumruklayarak deşmeye başladım önümü. En son bağırarak attığım yumrukla birlikte gün ışığını görmem ve dışarıdaki, üzerimden hızla ilerlemiş olan korkunç şeyin sesinin kesilmesi de bir oldu."
"Dışarıya adımımı attığımda gelirken kullandığımız yoldan çok ta uzak bir yere çıkmadığımı fark ettim. Kullandığımız istikametin biraz tepesindeydim ve doğuya doğru kayalardan aşağıya indim. İnerken arkamı dönüp, 'Dağın tepesine buradan çıkabilir miyim?' diye şöyle bir baktım. Aslında imkansız değildi fakat o anki bitap düşmüş halimle çok zordu. Yada belki de imkansız. Çünkü kayaları tırmansam bile oradaki karın yüksekliği öyle bir boyuta gelmiştir ki, tepeye çıkmamı engeleyeceğinden hiç şüphem yoktu. Her neyse, oradan yola kadar indim. İnerken düşme tehlikesi bile yaşadım. Çünkü çok yorgundum ve bastığım yerlere dikkat edemiyordum. Yola vardığımda şöyle bir etrafıma baktım, nerede olduğumu anlamaya çalıştım. Neyseki Hûnr ile geldiğimiz yolun ta kendisiydi ve o anki halimle bile gitmem gereken yönü hatırladım ve doğuya doğru yol almaya başladım."
"Ne bir av arayabilirdim eve getirmek için, ne de Hûnr'u bulmanın yollarını. Yorgunluğum hat safadaydı. Tekli patika bitip Sarkasyanın güneyine vardığımda yol dağılmıştı. Nereden gideceğimi düşünmeden zaten oracıkta uyuya kalmışım. Yeterince üşümüş bir şekilde uyandığımda enerjimi daha tam olarak toplayamamıştım aslında. Bir kaç günüm daha böyle harap bir şekilde geçti ve sadece yemek aramak için etrafta gezmek dışında hep dinlendim. Hiç bir avımda bu kadar yorgunlaşmamıştım. Üzerimde bir yük var gibiydi fakat bunu kendimde fazladan olan bir şey gibi değil, tam tersine eksiklik olarak hissediyordum."
"Ne gibi?" diye sordu Yofa.
"Ne olduğunu aslında tahmin ediyorum ve Pûln da tahmin ediyordur." dedi Fûln.
Pûln şaşırak baktı.
"Yok, edemedim." dedi.
Fûln ile kardeşi göze gelip, bakışlarla anlaşmaya çalışırken Nâor'un durumu iyice kötüye gitmişti. Hûnr'un nerede olduğu, hatta yaşayıp yaşamadığı söz konusu olunca, gerçek anlamda korkarak hüzünlenmiş bir haldeydi."Her neyse, Doul'a varana kadar büyük zorluklar çektim fakat sağ olsun oradakiler çok iyi karşılayıp ellerinden geldiğince yardım ettiler. Bir kaç gün de orada kalıp enerjimi topladıktan sonra buraya geldim." diyerek sözlerini bitirdi Fûln.
Bütün bu konuşmalardan sonra Nâor ayağa kalkarak yaşlı gözlerini silmeye ve ön pencereye doğru yürümeye başladı.
"Neden? Neden gitmek zorundaydı ki? Bu kadar önemli miydi?""Belki de. Bana pek bir şey anlatmadı. Kötü bir olay yaşamış olduğunuzu ve bu yaşanların bunu gerektirdiğini söyledi. Ben de işin aslını bilmiyorum. Fakat onun o çığa mağlup olmuş olacağını da zannetmiyorum. Eminim bir yolunu bulmuş, şimdiden batıya varmıştır bile. Duydun mu beni? Nâor!"
Fakat Nâor'un göz yaşları, burasından bakınca oldukça güzel görünen dağların esaretine baktıkça arttı. O zaten Hûnr'un başına kötü bir şey geldiğini düşündüğü için değil, yaklaşık iki aydır duyduğu özlemden dolayı ağlıyordu.
Pencereden arkasını döndü ve hiç birine bakmadan direk olarak kapıya yöneldi. Hiç beklemeden kapıyı açtı ve dışarıya çıkıp gitti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÖLÜMSÜZ SOĞUK
FantasíaSoğukla yaşamış ve soğuğa alışmış, hatta onunla bir bütün haline gelmiş bir dünya söz konusu. Neyse ki yavaş yavaş ısınmaya başladı. Fakat bu ısınmanın beraberinde getireceği kötülükler, en az soğuk kadar tehlikeli. Kibir, öfke ve çıkarları...