37.BÖLÜM

2.2K 106 4
                                    

Tenimi okşayarak geçen İstanbul rüzgarını arkama alarak, saçlarımı düzeltmeye dahi fırsat bulamadan bende dipsiz bir karanlığı çağrıştıran okul sırasına daldım.Yaklaşık dört bin öğrenciyi her Perşembe ön bahçeye topluyorlar, genel ve sıkıcı hatırlatmaları monoton bir tonla bize iletiyorlardı.Kimsenin umursadığı da, dinlediği de yoktu.Kimi kızlar tırnaklarıyla oynuyor veya saçlarını parmaklarına sarıyor, kimi de sevgilisi olduğunu tüm dünyaya duyurmak istercesine yanındaki çocuğa sarılıyordu.Bu tiplere karşı göz devirmekten başka yapabileceğiniz bir şey yoktu.Belki de yanlarına giderek ‘mide bulandırıcısın’ demek de mantıklı sayılabilirdi.

Geçen haftadan bu yana Melis’le daha fazla yüz yüze gelmemek için normalde uyandığım saatten yirmi dakika önce kalkarak okula yürüyerek geliyordum.Yürümeyi, hareket etmeyi seven biri olarak bundan şikayetçi olmuyordum belki ama bazı günler oluyordu ki, ağza alınmayacak küfürleri ardı ardına Melis’e sıralıyordum.Kısacası yağmur yağması doğanın bir kanunu,benim ise gerçekleşmemesi için yalvardığım bir lanetimdi.

Yaralarım ise yavaş yavaş kabuk bağlamaya başlamış, çoğu koyu kırmızıdan mora dönerek tazeliğini yitirmişti.Beni sıkıntıya sokan olaylar ise geç kaldığım zamanlarda yaşanıyordu.Her bir hızlı adım,ince cam çiziklerinin kanamasına yol açıyor,kimi zaman da onları acıyla iltihaplandırıyordu.Ama iyiydim, ruh hali olarak artık eskisinden daha iyiydim.

Bedenimde duygu yüklü –inanın buna inanmayı gerçekten çok istiyorum- hiçbir uzuv kalmamıştı.Ne acı çekiyor, ne de kendimi güçlü hissederek mutlu olabiliyordum.Hissettiğim şey ikisinin de tam ortasındaydı.Çoğu zaman duyguları bedenin sökülmüş,boş bir taş bebek gibiydim.Gün geçsin diye yaşıyor, insanları gerçek anlamda yok sayıyordum.Melis’le aynı odada bulunmamız artık beni ilk günlerdeki gibi rahatsız etmiyordu.Eskisi gibi Tuna’nın adını duyunca da titremiyordum.Okul koridorlarında tek başıma,ruhum bedenimden ayrılmış gibi yürürken  maruz kaldığım bakışlara bile aldırmıyordum.Artık sadece kendim için yaşıyor, sıkıca derslerime tutunuyordum.Bir süre önce insanlarla ilişkiler kurmayı denemiş,sayıları ve formülleri arka plana atmıştım fakat bu çabam büyük bir başarısızlıkla sonuçlanmıştı.

Çoğu zaman kendimi "sanırım yalnız öleceğim.Hele ölümüm bu lanet şehirde olursa bedenimin huzur bulacağı yer kimsesizler mezarlığı bile olabilir" diye düşünmekten alıkoyamıyordum.Artık bu iş tam olarak hayatımın merkezindeydi.

Gün geçtikçe paranoyaklaşmıştım.  Barkın’ın veya Ufuk’un hareketlerini bile kafamda tartıyor, nasıl bir niyetleri olabileceğini fantastik kurgularımla tahmin etmeye çalışıyordum.Onlara kızamıyor, hiçbir şekilde suçlayamıyordum.Bu durumda tek suçlu bendim.Birkaç değersiz insan yüzünden tüm dengelerimin, tüm emeklerimin yıkılmasına göz yummuştum.

Anlamak basitti.

Tek başına, kimsenin yardımına muhtaç olmadan yaşadığınız sürece asla üzülen taraf siz olmazdınız.Yanlış kişilere güvenmek her insana nasip olabilecek en klişe hataydı belki ama bu basitliğin önüne geçilemiyordu.Yalnız yaşamayı ve filmleri, kitapları veya başka somut şeyleri seçen inanları sakın ola kınamayın.Emin olun huzurun minik anahtarı,bu basit görünen eski çağ gizeminde saklı.

‘’Aylin Hanım seninle görüşmek istiyo, müdürün odasında seni beklediğini söyledi.’’ sesi tüm ciddiyetiyle günün nöbetçi öğrenci görevini üstlenip kendini FBI polisi sanan çocuktan gelmişti.Büyük demir kapının hemen ardında bulunan küçük gri bir masası,boynuna taktığı kırmızı bir isimliği vardı.İnsan bu özelliklerle nasıl olurda havaya girerdi  işte bu, bilim adamlarınca hala çözülememişti.

‘’Kolumu fazla sıkı tutuyorsun farkındasın değil mi?’’dedim ve yüz ifademi bozmadan baygın bakışlarımı şişman yüzüne doğru çevirdim.Bu gibi tiplerin neyden hoşlanmadığını kesinlikle biliyordum.Karşı tepki olarak onların gücüne karşı umursamaz bir sükunet takınırsanız onları rahatlıkla ters köşe yapabilirdiniz.Dikkatle izleyin; kesinlikle birkaç saniye icinde karşı saldırıya geçecektir.

BESNAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin