Dogaüstü
Y yazan: I.Burak DEDE
Yarım Dünya
Yüz yıllar önce başka bir çağda dünyamız “Yarım Dünya” diye adlandırılırdı. Yarım dünyanın bir yarısında dağlar, okyanuslar, ovalar, farklı ırklar, türler, çeşit çeşit bitkiler, ağaçlarla dolu ormanlar ve büyük krallıklar, imparatorluklar vardı. Bazı ırklar doğayla bazıları ise teknolojiyle iç içeydi. Krallıklar barış içerisindeydi fakat… Dünyanın diğer yarısı ise karanlık, savaş içerisinde ve ıssızdı. Eskiden dünyanın karanlık yarısı da diğer yarısı gibi aydınlık, güzelliklerle dolu, barış içerindeydi ama bir gün kapkara bir at ve kapkara bir ordunun gelişiyle büyük bir savaş başladı. Tüm krallık ve imparatorlar bu savaşta yerlerini almıştı, savaş yıllarca sürmüştü ve çok çekişmeli geçmişti savaşın sonlarına doğru kara ordu yenilmek üzereydi ki dünyanın en güçlü büyücüsü olarak bilinen Büyük Büyücü daha fazla güç istedi ve kara orduya yardım etti. Büyük Büyücü onların tarafına geçince savaşın seyri değişti ve öncelikle dünyanın karanlık olacak olan tarafı olmak üzere tüm krallıklar ve imparatorluklar büyük zarar görmüş ve yenilmişlerdi. Şimdi ise dünyanın o kısmı karanlık dünya ise yarım olarak adlandırılıyordu… İşte hikayemiz yarım dünyanın aydınlık tarafındaki bir krallıkta başlıyor. Asırlar önce Yarım Dünya’da Yeşil Kırallık adı Dev Orman’ının bitşiğinde bulunan bir Guingla krallığı vardı. Guinglalar insan boyutlarında ve görünümündeydiler. Yemek yerler, uyurlar, iletişim kurarlar, eğitim alırlar kısacası insanların yapabildikleri her şeyi yapabilirlerdi. İki farklı dil kullanırlardı biri Yarım Dünya’nın genel dili olan Türkçe idi. Diğer dilleri ise ormanların dili Foresto. Guinglalar insanlardan tam da bu noktada ayrılıyordu. Guinglalar ormanla iç içeydi. Ormanın dilini, ihtiyaçlarını hatta hislerini dahi anlayabilirlerdi. Bazı Guinglalar, krallıkları ormanla çok yakın olmasına rağmen ormanda yaşayarak ormanı korurdu. Bu Dev Orman’ın özelliği ise ormandaki ağaçların normal ağaçlardan kat kat daha büyük olması aynı zamanda Guingalar’ın onları anlayıp hissettiği gibi ağaçlarında onları anlamalarıydı. Koruyucu Guingalar geldiğinde ağaçlar onlara yaşamaları için ağaç kavukları şekillendirmişlerdi. Ağaçlar büyük olduğundan kovukları da büyük oluyordu buda rahatça yaşamaları için yeterli oluyordu. Bu anlattıklarımdan sakın ilkel gibi hayal etmeyin onları. Krallık gayet modern –tabii o çağa göre- ve zengindi. Kral cömert, iyi kalpli ve iyi kalpli olduğu kadar kararlı ve adaletliydi. Bunlarda tabi mutlu ve zengin bir krallık demekti. Ayrıca kral o kadar saygındı ki çevredeki diğer krallıklar onunla savaşa veya anlaşmazlığa girmekten çekinirlerdi. Kralın bir oğlu, bir varisi vardı ve onun kendisinden daha sevgi dolu ve adaletli olabilmesi için onu en iyi şekilde eğitiyordu. Küçük prens Fulmine daha altı yaşındaydı ama neyin ne olduğunu çok iyi biliyordu. Kendi yaşıtlarının anlamadığı veya yapamadığı bir çok şeyi kolaylıkla yapardı ve bu babası Kral Fiera’yı çok mutlu ediyordu. Baba ve oğul çok iyi anlaşırdı. Prens Fulmine, annesini daha çok küçükken kaybetmişti ama dik duruyordu sanki genç asil bir kral gibi… Krallık barış içinde sürüp giderken bir gün dünyanın kara yarısı sınırlarına yakın Elf Kralı Tiagudo’dan bir mektup geldi. Mektup Elfçe yazılmamıştı ve mektupta şunlar yazıyordu: