Medya: It's Not Goodbye - Sweet November (Medyadaki şarkı ile okumanız tavsiye edilir.)
Gece, şaha kalkmış karanlığını odada hissettirirken, yağmura itaatkar olan bulut, içini hıncahınç öfke damlaları ile doldurmuştu. Sanki gökyüzü gönül sancısı çekiyordu; içindeki acıyı yeryüzüne ulaştırmak için kıvranıp duruyordu. Bu aralar sürekli yağan yağmurlar canımı sıkmayı başarmıştı, yenmiş tırnaklarıma bakarak sıkıntıyla nefes verdim. Bir elimle perdeyi tutuyor, bir elimle ise boynumu sıkıyordum, acı bu dünyada var olduğuma tek kanıttı. Mazoşist duygularım, zihnimi örümcek ağı gibi örüp kendi krallığını ilan etmişti. Göğsüme çöreklenen korkuyla harmanlanmış acımı, sinir uçlarım bütün bedenime ulaştırdığında; ıslanan kirpiklerimi hızlıca kırpıştırarak elimi boğazımdan çektim. Kendi bedenimin katili olacak kadar ahmak biri değildim, zaten beynim bitkisel hayatta sayılırdı. Hatırlamamak, gün geçtikte bulanıklaşan düşüncelerim işleri daha zora sokuyordu.
Çeneme doğru süzülen gözyaşlarımı avucumun içiyle sıvazlayarak sırtüstü bir şekilde uyuyan Mert'e doğru baktım hüzünle. Komodinin üzerinde sönmeye yüz tutmuş, mumun titrek alevi ve perdeyi açtığımda içeriye sızan direkli bahçe lambasının ışığı onun yüzünde; tümsek ve çukur gölgeler oluşturuyordu. Burnumu çekerek bakışlarımı tekrar bahçeye doğru çevirdim. Kiraz ağacının altında duran karaltının ne olduğunu anlamak için pürdikkat aynı noktaya baktım bir süre. Ardından karaltı, birden insan suretine bürünmeye başladı. Gözlerimi ovalayarak gördüğümün rüya olup olmayacağını düşündüm şaşkınlıkla. Bembeyaz dişleri ile gülümseyen çocuk, elindeki bavulu sıkıca tutup direkli bahçe lambasının altına geçti. Oldukça esmerdi, uzaktan bakınca sarı mı turuncu mu tam olarak çözemediğim kutu gibi bir bavul tutuyordu. Bana göre sağ, ona göre sol elinde. Ardından, boşta kalan elini bana doğru kaldırdı ve işaret parmağıyla aşağıya inmem için, gel işareti yapmaya başladı. Kaşlarımı kaldırıp başımı hayır anlamında sağa-sola salladım. Tekrar gel gel diyerek gülümsedi. Omzumun üstünden, Mert'e doğru baktığımda hala uyuduğunu görünce, açık kalan dolabın içerisinden hırkamı alarak sessizce odadan çıktım. Merdivenleri inmeye başladığımda, boğazımda atmaya başlayan kalbime engel olmak istercesine, ağzımda birikmiş olan tükürüğü yuttum. Dış kapıya ulaştığımda, ayakkabılıktan herhangi bir terliği giydim ve dikkatlice kapıyı açtım. Direkli bahçe lambasının altında duran çocuk, zenciydi; kıvırcık ve simsiyah olan saçlarına, kısa boynuna bakıp gülümsedim.
"Kimsin sen?"
Gecenin karanlığında parıldayan dişlerini göstererek gülümsedi. Yanına gelince renginden tamamen emin olduğum sarı bavulunu yerden aldı ve bahçe kapısına doğru yürüdü sallana sallana. Tam kapının önüne geldiğinde, şifre yazılan kutuya ulaşmak için iki üç kere zıpladı; fakat ulaşamadı. Simsiyah, badem gözlerini gözlerime doğru dikti ve ardından şifreyi yazmam için, karanlıkta zoraki gördüğüm işaret parmağını kutuya doğru çevirdi."Şifreyi yaz!"
"Şifreyi bilmiyorum."
Eskimiş sarı bavulunun içini açtı ve karıştırmaya başladı. Sonunda aradığını bulmuş olacak ki, ellerini çırptı ve elindeki anahtarı kilide yerleştirdi. Hayretler içerisinde açılan kapıyı izlerken, aniden arkasını dönen zenci çocuk: "Gel!" dedi. Sesi, oldukça tuhaftı. Sanki o konuştukça, kulaklarımda sesi yankı yapıyordu. Kontrolümden çıkmış olan ayaklarım, zenci çocuğun peşine takıldı. Taşlı yoldan zıplayarak yürüyordu. Ana caddeye vardığımızda, saçlarını karıştırarak bir süre düşündü. Ardından, binaların cadde boyunca asker gibi dizildiği sokağa girdi. Peşinden gelip gelmediğimi kontrol etmek istercesine ara ara arkasına bakıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
PARANOYAK (BİTTİ)
Fiction générale"Aslında bakarsan etrafındaki çoğu insan kimsesiz ve terk edilmiş. Sen her ilkbaharda çiçeklerle bezenen ağaçların, her sonbaharda acımasızca terk edilmediğini mi sanıyorsun? İnsanoğlu bile o çok sevdiği fani dünyayı terk edecek, bu dünyaya alışman...