Kapıdan geçtiğimizde kendimizi, kocaman ağaçların arasında sakin sakin akan, kendi halinde küçük bir derenin yanında bulduk. Ağaçların yaprakları arasından süzülüp yere inen güneş ışıklarının, hiçbir telaşı yokmuş gibi akıp giden küçük derenin sesiyle oynaştığı bu yerde rahatlayıp gevşememiz gerekirken bir türlü gevşeyemiyorduk; çünkü daha önce de böyle yerlerde bulunmamıza rağmen başımıza olmadık işler gelmişti. Ya biz belayı çekmiştik ya da bela gelip bizi bulmuştu. Huzur dolu görünen bu yerde su sesine karışan böcek cızırtıları dışında herhangi bir sesin olmayışı da gözden kaçacak gibi değildi. Bu da buraya tekinsiz bir hava veriyordu ki huzuru engelleyen de buydu sanırım. Belki bir kuş cıvıltısı bile bu tekinsizliği azaltmaya yeter, diye düşünürken sanki sesim duyulmuş ve isteğim kabul edilmişçesine bir anda etrafımı tatlı, cıvıl cıvıl bir kuş sesi doldurdu. Sesin geldiği yere baktığımda Kum'un etrafında uçuşan sapsarı küçük kuşu fark ettim. Ne tür bir kuş olduğunu bilmiyordum; ama kapımızın bir kuş olmasına hiç bu kadar sevineceğimi düşünmezdim.
Küçük sarı kuşun sesinin rahatlatıcı etkisinden olmalıydı ki az az da olsa kırık kırık da olsa gevşediğimi hissettim. Kum, çevreyi gözden geçirirken kendimi yaprakların arasından süzülüp gelen güneş ışıklarının okşayan sıcaklığına ve su sesinin dinlendiren serinliğine bıraktım. Gözlerimi ben mi kapatıyorum onlar kendiliğinden mi kapanıyor kararsızlığında kapanan gözkapaklarımla gördüğüm alan giderek küçülürken suyun aktığı yönde, yerden bir metre yukarıdan beyaz bir ışığın sanki her metrede daha da hızlanarak, büyüyerek, çoğalarak bize doğru geldiğini fark ettim. Işık hızlanıp, büyüyüp, çoğaldıkça içime yayılan huzur da küçülüp, kısılıp, azalıp kayboldu. Sıkıştırılan yayın bırakıldığında aniden açılması gibi bize gelen ışıkla göz kapaklarımın ve duyularımın sonuna kadar açılması bir oldu. Bu ışık, bir saldırı küresine benzemediğinden ve Kum ve Kül de saldırı pozisyonuna geçtiklerinden peş peşe kalkan küresi oluşturup önümüze koymakla yetindim. Ben kalkan oluştururken sadece bir saniye süren bir karıncalanma hissettim ensemde. Normalde biri bizi gözetlediğinde hissettiğim bir histi bu; ama anlık olunca üstünde durmadım, duramadım; çünkü görünmeyenden ziyade görünene odaklanmam lazımdı o an.
Beyaz ışık bize üç metre kala durdu ve dağıldı. Işığın dağıldığı yerde çıplak ayaklarının suya değip değmediğinden tam emin olamadığım bir kız duruyordu. Küçük bir burun ve küçük dudaklarının aksine ben buradayım diyen simsiyah kocaman gözlere mi, etek kısımları yaprak şeklinde olan beyaz kolsuz elbisenin üstünde oynaşan beyaz saçlara mı, dökülen bir su damlasını andıran ve rengi her an sanki biraz daha açılan, gözler gibi buradayım diyen koyu mavi renkteki kolye mi baksam karar veremedim. Kızın bunu fark eden bakışları dudaklarında tebessüme dönüşürken biz, hala olduğumuz yerde bekliyorduk. Neden geldiğini anlayana kadar da durumumuzu değiştirmeyi pek düşünmüyorduk.
"Ben, Lien! Bu gezegenin gözcülerindenim." dedi ve devam edecekken sanki son anda bir şey fark etmiş gibi durdu, baktığı şeyi daha iyi görebilmek isteyen biri gibi hafif öne eğildi, gözlerini hafif kısıp bize bakmaya başladı. Birkaç saniye süren inceleyen, bir şey bulmaya çalışan bu meraklı bakışlardan sonra durumunu bozmadan eliyle tek tek hakkında konuştuğu kişiyi işaret ederek güneş ışığı gibi sıcak, okşayıcı; su gibi duru ve akıcı sesiyle tekrar konuşmaya başladı.
— Çok ilginç bir grupsunuz! İkiz gibi duran; ama ikiz olmayan, biri bedeni olan diğeri bedeni olmayan iki kişi, kuş gibi görünen; ama kuş olmayan cansız bir varlık ve bir de büyücü mü sihirbaz mı olduğuna karar veremediğim her ikisi de olabilecek bir kişi.
Herhangi tehdit edici bir davranışını görmesek de bir ışık topunun içinden çıkan ve bize dair ilk anda kimsenin kolay kolay fark edemeyeceği şeyleri kolayca fark eden Lien'in ne yapacağını kestiremediğimizden, şaşkınlığımıza eklenen gerginlik ve tedirginliğin de etkisiyle her an saldırmaya hazır bir ruh halinin içine girdik. Bize doğru bir adım atması veya parmağını uzatması bile saldırmamız için yeterliydi. Bunu fark eden Lien, doğruldu ve merak dolu bakışlardan eski, hoş tebessümüne geri dönerek sanki gizli bir şey yaparken yakalanmış birinin mahcubiyetiyle konuşmaya devam etti.
— Üzgünüm! Amacım sizi tedirgin etmek değildi. Gözcü olmanın getirdiği içgüdüsel bir davranıştı. Görevlerimizden biri de gezegenin işleyişinin bozulmasını engellemek için gezegene gelen gezginleri gözlemek ve geliş amaçlarını öğrenmek.
Son cümlesi soru olmasa da kesinlikle cevap isteyen bir cümleydi ve bu, konuşmaya olmasa da bakışlara yeterince yansıyordu.
— Biz, buraya bizden istenen bir şey için geldik ve alır almaz da gideceğiz. Bu gezegenin işleyişine karışmak, müdahale etmek gibi bir niyetimiz yok kesinlikle.
— Ne almaya geldiniz peki? Yalnız doğruyu söylemenizi tercih ederim.
Lien, zarif ve naif görünse de kesinlikle çok güçlüydü. Ondan yayılan sihir gücünü artık çok daha iyi sezebiliyordum. Aslında başa çıkamayacağım biri olamazdı; ama var olabilecek diğer gözcülerin işin içine girme olasılığından dolayı bu barışçıl havayı bozmanın iyi olmayacağını düşündüm ve Kum'a dönüp aklımdaki kararı onaylayıp onaylamadığını görmek istedim. Sözcüklere ihtiyaç duymadan Kum'la çok rahat anlaşabildiğimizden bakışlarındaki onaylayıcı ifadeyi bulmam ve tekrar Lien'e dönmem çok sürmedi.
— Mücevher tırtılı diye bir şey arıyoruz. Bunu bulur bulmaz bu gezegenden ayrılacağız.
Ben, bunu söyleyince yüzündeki gülümseme kayboldu ve yerini sessizliğin ve kararsızlığın karışımı gölgelenmiş bir yüz aldı. Bu hiç de iyiye işaret değildi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
13. KAPI - FIRTINA
FantasyKitaplara düşkün Rüzgar'ın bir pazar günü kütüphanede kitap okurken açılan mavi kapıyla başlayan; büyüyle, sihirle, canavarlarla dolu on üç etaplık fantastik yolculuğu farklı dünyalara, farklı ırklara ve daha zorlu görevlere uzanarak devam ediyor.