EKİM

4 0 0
                                    

Son sarı yapraklar düşmeye başlamıştı . hayvanlar bir kenarlara çekilip dünyayı insanlara bırakmıştı sanki. Kuşlar eskisi gibi neşeli ötmüyor, sincaplar daldan dala sıçramiyordu. Kışın geldiğini  anlamışti hepsi. Hayatta kalma savaşı başlıyordu. Bütün bir kasabaya matem havası çökmüştü. Sessizliğin o karanlık yüzünü yırtıp çıkan bir çocuk kahkahası duyuldu. "hadi anne bana yetiş" diye neşeyle annesinin önünde Parka doğru koşuyor annesi ise rüzgarın soğuk nefesini biraz olsun engelleyebilmek için montunun yakalarını İki eliyle yukarı doğru kaldırıyordu. "Poyraz dur düşeceksin" diye bağırdı arkasından. Poyraz 14 yaşında hafif tombul esmer ve cana yakın bir çocuktu. Ele avuca sığmaz durmadan oynamak ve koşmak isterdi. Poyraz ismi ona babasından kalan tek şeydi o daha bebekken babası ortadan kaybolmuş ne bir resim ne bir adres ne de kendisine ait şahsi bir eşya bırakmıştı. Annesi ona olabildiğince babasının yokluğunu hissettirmemeye çalışmış bütün ihtiyaçlarını elinden geldiğince karşılamıştı. Poyraz salıncaklara ulaşıp en yakın arkadaşı Mert'le sallanmaya başladı. Annesi de arkadan yetişip parkın kenarına konulmuş bankalara üzerindeki yaprakları temizledikten sonra oturup onları yüzünde ufak bir tebessümle seyre daldı. Poyraz hafif paslı ve gıcırdayan salıncakta daha hızlı sallanmaya çalışıyor, Mert'i geçmeye çabalıyordu. Sonunda İkisi de yorulup salıncakta sadece oturdular ve konuşmaya başladılar.
Poyraz;
- Parktan sonra karaağacın oraya gidecek miyiz?
- Olur ama anneni bir şekilde göndermen lazım onunla oraya gidemeyiz.
- Sen orasını bana bırak.
- Geçen gün bizim çocuklar gitmiş. Ağacın altına kozalak bırakınca altın olduğunu söylüyorlar. Dün akşam ben de bir tane bıraktım bugün gidip bakalım çok merak ediyorum.
- Bak şimdi beni de meraklandırdın. Diyerek annesinin yanına koşar.
- Anne bu gece Mertler de kalabilir miyim ödevimizi yapacağız ablası bize çok yardımcı oluyor.
- Tamam oğlum ama sakın çocukların gittiği karaağaç'ın oraya gitmeyin oralar tenha yerler başınıza bir şey gelir. Annelerinden duydum hep oralarda oynuyorlarmış zaten jandarmada orayı kapatacakmış oğlum ağacı keseceklermiş.
- Tamam anne sen merak etme.
Annesi Poyraz'ın atkisini sıkılaştırıp alnından öper ve onları uğurlar. Arkalarından bir süre baktıktan sonra kendisi de dönüp ağır adımlarla yürümeye başlar. Poyraz yürürken Mert'e
- Karaağacı keseceklermiş  elimizi çabuk tutmamız lazım. Ne kadar çok altın kazanırsak o kadar iyi.
Dedi ve koşmaya başladılar. Karaağaç Kasabanın kuzeydoğusunda bir Tepe'nin üzerindeki  yanmış da yıkılmamış izlenimi veren siyahımsı bir ağaçtı. Kasaba halkı uğursuzluk getirdiğine inandığı için onun yanına pek uğramaz ve çocuklarını da yanına göndermek İstemezdi.
Çocuklar dik bir yokuştan çıktılar ve sonunda karaağacın yanına geldiler. Mert dün kozalağı bıraktığı yere gitti ve gerçektende kozalağın altın olduğu gördüler. Birbirlerine bakıp şaşırdılar. Poyraz kozalağa yaklaşıp eline aldı. Ama bir terslik vardı. Kozalak neden ıslaktı. Elini kozalaktan ayırdığında eline bulaşan sarı boyadan daha yeni boyandığını anlaması uzun sürmedi. Merte dönüp
-Bu altın falan değil sadece sarıya boyanmış bak ellerime bulaştı. Dedi.
-Bu kesin bizim çocukların işidir. Bizi kandırdılar.
-Yarın okulda bunun hesabını soralım onlara.
Kozalağı yeniden Ağacın dibine atıp gidecekleri sırada yandaki çalılardan bir ses duydular. Sesin geldiği yere doğru gidip meraklı bakışlarla etrafı incelemeye basladılar. Sanki bir gölge gizlice onları izleyip aceleyle ormanın içine doğru uzaklaşmıştı. Poyraz elleriyle çalıları aralayıp ufak bir ceylan olmalı diye fısıldadı. Tam o esnada arkasından bir el sıkıca omzunu kavradı. Heyecan ve korkuyla arkasını dönen poyraz annesinin endişeli gözleriyle karşı karşıya kaldı.
- Ne oldu? Ödümü kopardın. Sen eve gitmeyecek miydin?
- Yavrum buralar çok tehlikeli hava kararmadan eve gidelim. Okul arkadaşların...
-Ne olmuş okul arkadaşlarıma?
-Boşver şimdi. Önce eve gidelim hadi çabuk olun.
Hepsi birden karaağacın olduğu yokuştan koşarcasına inmeye başladılar. Merti evine bıraktıktan sonra evlerine giden poyraz ve annesi o gece neredeyse hiç konuşmadılar. Ne annesi konuyu açmak istiyor nede poyraz sormaya cesaret edebiliyordu. Evde ölüm sessizliği vardı. Poyraz aynadaki yansımasına donuk bakışlarla bakarak dişlerini fırçaladı. ayaklarını neredeyse sürüyerek yatağına doğru yürüyüp ağır yün yorganı zorla kaldırıp içine girdi. Odanın diğer köşesindeki sobanın deliklerinden tavana yansıyan alevlerin dansını izledi bir süre. Gözkapakları ağırlaşmaya başlayınca onlara karşı koymadan yanan odun çıtırtıları eşliğinde uykuya daldı.
   Gözlerini açtığında ilk iş saate baktı.Yarım saat geç kalmıştı. Okul üniformasını giyip yemek bile yemeden evden fırladı. Okula geldiğinde kimse yoktu. Kapı bile açık değildi. Demir kapının camlarından içeriyi görmek için ellerini gözlerine siper edip kafasını kapıya dayadı. Ancak içeride de kimse yoktu. Geri dönüp gideceği sırada okulun yan tarafından hademelerden biri yerleri süpürerek ortaya çıktı. Hemen ona doğru koşup
- Amca herkes nerde? Okul neden kapalı?
diye sordu.
- Evladım dünkü olayı duymadın mı? iki öğrenci vefat etti. Okul bir hafta tatil polis amcalar ne olduğunu araştırıyormuş.
- Ne! Kim ölmüş? Nasıl olmuş?
- Çocuğum benim pek bir bilgim yok ama karaağacın altındaki raylarda bulmuşlar çocukları. Yazık oldu. Gencecik çocuklarsınız, yapanların elleri kırılsın inşallah.
-Ne yapanların amca?
- Hadi hadi benim çok işim var oyalama beni.
dedi ve elindeki süpürgeyle uzaklaştı. Poyrazın kalp atışları hızlanmış nefesi daralmıştı. Önce hademenin arkasından sonra okulun pencerelerine hiç kıpırdamadan öylece bakakaldı. Sakinleşip sağlıklı düşünmeye başlayınca rayların olduğu yere gitmeye karar verdi.
   Uzun bir yürüyüşten sonra olay yeri şeritleriyle çevrelenmiş sık ağaçların içinden geçen rayları gördü. Beyaz giysili adamlar ellerinde eldivenlerle birşeyler arıyor, polisler aralarında konuşup telsizlerden rapor veriyor ve not alıyorlardı. Poyraz şeritten geçemeyeceğini biliyordu. Etrafından dolaşıp ağaçların arasına daldı. Sık yapraklı çalılardan olabildiğince polislere yaklaştı. kamyonetin arkasında telefonla konuşan polisi duymak için kulağını boynunun yettigi yere kadar uzattı.
- Efendim otopsi raporları yeni geldi. Biri 13 diğeri 14 yaşında iki erkek çocuk. Raylara kafalarından bağlanmışIar. Evet efendim elleri ve ayakları da bağlı. Makinist üstleri çalılarla kaplanmış olduğu için çocukları fark etmemiş bile, tren boyunlarından geçerek kafalarını koparmış. Bir çocuğun cebinde sarıya boyanmış bir kozalak bulduk. Biraz araştırmadan sonra ailelerinden çocukların kozalakları tepedeki karaağaç denilen yerden aldıklarını öğrendik. Araştırma için oraya da bir ekip gönderdik. Anneleri oyun oynadıklarını düşündükleri için kozalakları önemsemediklerini birkaç çocuğun daha bunlardan bulduklarını söyledi. Çocukları koruma programına aldık. Muhtemelen katil çocukları oraya çekip istediklerini kaçırarak cinayeti işledi.   
Önceki cinayetlerle bağlantısı olabilir efe...
   Poyraz gelen diğer polisi fark etti ve dönmeden geri geri yürüyerek çalılardan çıkıp geldiği yoldan kasabaya doğru ilerledi. Bacaklarındaki titremeyi ara ara durup dizlerini ovalayarak durdurmaya çalışıyordu.

Aklı karışmıştı. Daha önce buna benzer cinayetler mi olmuştu. Neden kimse bahsetmemişti. Dün kozalakları buldukları yere annesi gelmeseydi belki o da ölmüş olacaktı. Dolmuş gözlerle etrafına bakındı. Bazen sık bazen seyrek ağaçların olduğu terkedilmiş yıkık dökük evlerle dolu eski toprak bir yolda yürüyordu. kendini çok savunmasız hissetti. Üşümüş ellerini ceplerine sokup yürümeye devam etti.
   Mert çalan kapıyı açıp soğuktan ve susuzluktan dudakları kurumuş ve rengi solmuş poyrazı görünce hemen içeri aldı.
- Sana ne oldu böyle? Okul bir hafta tatilmiş okula mı gittin yoksa?
- Evet. Peki sana okulun neden tatil olduğunu söylediler mi?
- Hayır.
- O zaman bana bir bardak su getir. Anlatacağım çok şey var.
   Poyraz şahit olduğu her şeyi merte anlattı. Ölen çocuklar her zaman oynadıkları, şakalaştıkları arkadaşlarıydı. Mert dehşet içinde poyrazı dinlerken adeta kanı donmuştu. Arkadaşlarının öldüğüne ve oynanan oyuna hala inanamıyordu. Poyraz anlatırken kim yapmış olabilir diye geçiriyordu içinden. Böyle bir caniligi yapabilecek kasaba halkından kim olabilirdi. O gün aksama kadar oturup konuştular.
   Bir hafta sonra ölen çocukların evine diğer öğrenciler ve veliler taziyeye gitmişti. Polisler katile dair hiçbir iz bulamamıştı. Ne bir parmak izi nede bir dna örneği. Tecavüze dair de bir kanıt yoktu. Mert ve poyraz yan yana oturmuş ölen arkadaşlarının annelerini izliyorlardı. Kadınlardan biri sessizce oturmuş sadece  ağlıyordu. Başını eğmesi çenesine kadar süzülen yaşları gizleyemiyordu. Diğeri ise oğlumdan ne istediniz? O daha bebekti, masumdu, parçamdı o benim. Cehennemin en dibinde yansanız yine içimdeki yangın sönmez. Onu ben gözüm gibi bakar, herşeyden  sakınırdım. Vicdansız şerefsizler, diye feryat ediyordu.
İki arkadaş hiç konuşmadan dolu gözlerle sadece izliyorlardı. Mert yumruklarını ve dişlerini istemsizce sıkmıştı. Zorla araladığı dudaklarının arasından tek bir cümle döküldü. "polis olacağım".

RAY Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin