Yağmur nota nota yağıyor üzerimize. Bense onu bir do'ya benzetiyorum. Kimi zaman bir aşk bestesinde yer alıyor kalbimi titreterek ince do'm, kimi zamansa bir kahramanlığı anlatıyor pesten. Onu izledikçe mutluluğu besteliyor kalbim. Tenine değen damlalar ışıldıyor. O yağmurla dans ediyor, ben hayaliyle... hava ılık, rüzgar bahar havasıyla dalgalanıyor çevremizde. Bir an göz göze geliyoruz. Yeni bir satıra sol anahtarı çiziyor yüreğim ve bu kez do'yla başlıyor yaşam müziğim.
Elimde olmadan gülümsüyorum. Bir adım atsa koşacağım çocuksu sevincine ama sus işareti görmüş gibi duruyor sadece. Yağmur içime yağıyor artık. Soluyor gülümsemem. Meğer ne hüzünler bestelenirmiş do'yla. "Bahar yağmuru üç harften yağar: A, ş ve k. Altında ıslanmaya değer." diyor birden. Önce sadece notaları duyuyorum: re, mi sol, do... Sonra anlam kazanıyor sesler. Çağrısına uyup indiriyorum şemsiyemi. Yükseliyor notalar perde perde. Kalbimi kaybediyorum. Sağır edici bir mutlulukla ona yürüyorum.
Geride kalan şemsiyesi bir mısra gibi yalnızlığı betimliyor. O ise bana yürüyor bastığı yerlerde cümleler bırakarak. Siham-ı kaza gibi kalbimi deliyor bakışları. Silinip gidiyor dünya, heyhat. Kelimeleri yitiren dilime yok mu bir imdat? "Islanmayı seviyorsun?" diyor. Sözlerinden çok söyleyişinde bir şey var. Sesi sarıp sarmalıyor sanki insanı. Güzel bir şiir okuyormuş gibi heyecanlanıyorum. Soru yüklü gözlerine bakamıyorum. "Kimi yağmurlar içimize de yağar. Arınma ancak bu zamana sığar."
Sözlerindeki ahenkle titriyor gönül tellerim. Sözlerinden şarkılar bestelemek geliyor içimden. Müziksiz güfteler dinler gibiyim.
Şairsiz bir şiir ancak bu kadar güzel olabilir. Nasıl dizelere dönüyor en önemsiz görülen hareketlerin?
Ya Rabbim, yardım et: Bir notaya bağlanıyorum!
Ya Rabbim, yardım et: Bir şiir fethediyor gönlümün gizli kalelerini!
Bir düşten uyandırıyor bizi Mozart. Çalan telefonumu açıyorum. Yaşam müziğimin re'si arayan. Lakin bugün si bemol kadar tiz. Derse geç kaldığımdan olacak. "Peki geliyorum." diyorum. Belki de son kez gözlerimiz buluşuyor. Gidişimle bir ayrılık şarkısına karışıyor do.
Gözleriyle ettiği vedadan sonra dönüyor arkasını suskun şiirim. Gidecek. Tüm bu sıradanlığın arasına karışıp gitmesine, aslında daha çok gitmesine el vermiyor yüreğim. Bir yangın başlıyor içimde. Sözlerim çıkıyor kontrolden. "Pardon, isminiz... yoksa siz isimsiz bir şiir misiniz?"
Sözleriyle dönüyorum geriye. Sanki bunu bekler gibi. Gitme demesine muhtaç. "Hayır sözsüz bir Beste'yim."
Hayret, oysa ben bütün anlamları kelimelerde sanmıştım.
"Ya siz, en güzel bestelerin can alıcı notası mısınız?"
"Hayır. Mürekkepsiz bir Ozan'ım."
Hayret, oysa şiir damlıyor sözlerinizden. "Gitmeliyim." diyorum. "Vaziyetimiz elim." diyor. Onu nota kağıdına emanet edip gidiyorum. Bir senfoni başlıyor hüzünden. Konservatuara vardığımda do'yla son buluyor senfoni ve koşar adım derse giriyorum. "Nerdesin sen?" diyor re. "Do'yla başlayan bir beste yapıyordum." "Garipsin yani. Hoca az daha fark ediyordu yokluğunu. Zaten adamın dersini dinlemiyorsun, bari sınıfta dur." "Ne yapayım? Sevgili hocamız akordu bozuk gitar gibi. Vivaldi'yi anlatıyor ama Ankaralı Namık'tan bahsediyor sanırsın." "Of Beste!" "Dersi dinleyelim Yağmur'cum." Aynı nota kağıdında, farklı aralıklardayız Yağmur'la. Hayatı, evimizi paylaşıyoruz ama müziği paylaşamıyoruz. Benim harmonim üç yaşında başladı. Onunki ise üç yaşında başlatıldı. Komşumuzun çocuğunun kırık sazından çıkan kırık notalarda tanıştım müzikle. Sonra da ayrılamadım. Harfleri bilmiyorken notaları öğrendim. Sonunda konservatuara kadar geldim. Yağmur'sa önce piyanoyla tanışmış. Ses sanatçısı olan annesi onu müzik defterine hapsetmiş ve hayatı boyunca o beş çizgiden çıkmasına izin verilmemiş. Yine de onu re'ye benzetiyorum. Hemen altında olsa da onu çizginin dışında düşünmek hoşuma gidiyor. Tam olarak da oraya ait zaten. Ne içinde ne uzağında...