önce
"Fasulye tanesi kadar beynin var, onu da su yemiş tek katlı tuvalet kâğıdı gibi şişirip dağıt, rahatla; aptal."
Yanmıştım, yanıyordum. Orta Çağ'dan kaldığını ısrarla ve her fırsatta iddia ettiğim tanrının belası banyoma en ucuzundan bir kombi taktırmama dahi müsaade etmeyen apartman yöneticime söverek bir Pazar akşamını daha huzurdan yoksun geçiriyordum. Ufacık kabindi zaten, ne yöne dönecek olsam bir şeylere çarpıp deviriyordum işte. Ha suyu ayarlayamadığım için yine yanmıştım, ha üst raflar olduğu gibi kafama inmişti; fark etmiyordu. Acıda seçicilik yapamayacak kadar uzun zamandır bu apartmanda oturuyordum.
Sızlanmalarımı ilk defa işiten insanlar adıma tüh tüh tavırlar takınıp şehrin göbeğindeki bu döküntü yeri sırf ucuz kira veyahut iş yerine yakınlığı nedeniyle tutmuş olduğumu benden duymadan kabulleniyorlardı. Büyük hata. Ofis masaları üzerinde şahsın ismini taşıyan pirinç plaklara büyük hayranlık beslesem de patronuma evde çalışabilmek için ısrar eden kişi yine bendim. Evimde adımın yazdığı gösterişli tek yer giriş kapımdı. Do Kyungsoo. İki numara.
"Yandım!" köpürttüğüm saçlarımı durulayayım diye musluğa davranınca üzerime boşalan kaynar sulardan kaçmak için geriye adımladım. Sırtım duşa kabine vurdu, sol gözüme köpük kaçtı. "Yandım, yanıyorum!"
Sonra kattaki tek komşum duvara üç kere vurdu. Gözlerim kör, kafamı çevirip bağırdım. "Her Pazar akşamı klozette kuluçkaya yatma be sen de!"
Hayır, çirkef bir adam değildim ancak dışında dört aylık süslü giydirmesiyle aslında benden yaşlı bu apartmanla kesinlikle bir alıp veremediğimiz vardı. Yöneticiyle düzenli olarak tartışma içerisine girerdim ve genelde bana sataşan o huysuz herif olurdu.
İçeri girerken neden dış kapıya hoyrat davranıyorsunuz, Bay Do. Çöplerinizi lütfen yönetmelikte belirtilen siyah poşetler içerisine koyun, Bay Do. Posta kutunuzu en geç iki günde bir boşaltmayı ihmal etmeyin, Bay Do. Dairenizin kapılarını geç saatlerde gürültü yaratacak şekilde örtmeyin, Bay Do. Tanrının belası dairemde hepi topu üç kapım vardı zaten! Mutfağım bile salonumla iç içeydi.
Apartmanla ilgilenecek tam zamanlı kapıcı dahi tutmadığımız halde neremize o kadar aidat topladığımızı da anlamıyordum. Günün sabahı bana yine fırça çekmeye yeltendiği için bozulan asansörle ilgili ne yapılacağına karar verilecek son apartman toplantısında yöneticiden ve karşı komşumdan yana çok aksi davranmıştım.
Yönetici oylama açarak bozulan asansörün-bir komşunun parmağı butona sıkışmış, bir diğeri de içeride yedi saat mahsur kalmıştı, kapıların durmaksızın açılıp kapandığını söyleyenler de vardı-tamirine öncelik tanınması adına kimlerin hem fikir olduğunu sorduğu zaman salona dağılan kalabalık grubun arasında yalnızca ben elimi kaldırmamıştım. Herkesin elleri hali hazırda havadayken bana dönüp şöyle bir baktıktan sonra bu defa kabul etmeyenlerin el kaldırması söylendiği zaman tek elini kaldıran da bendim. Yönetici dönüp sorunun ne olduğunu sordu ve elimi indirip insanların gözlerinin içine bakarak, "Asansöre binmiyorum, benim evim birinci katta. Hiç kullanmadığım bir şey için para ödemek istemem," demiştim. Herkes dut yemiş bülbül gibiydi. Sonunda yöneticinin önerisiyle herkes adamın yatak odasına toplandı ve benimle ilgili çok lazım bir karara vardılar; asansör bakımı için para ödemeyecek ancak asla asansörü kullanmayacaktım. Hafta geçmeden asansörü kendileri yaptırdılar.
Gözüme kaçan şampuanı temizlemek için kaynar suda kızarmayı göze alarak suyun altına girmiş, işaret parmaklarımla göz kapaklarımı ovuştururken bu defa da sağ gözümü yakmıştım. "Aksi şeytan," Gözlerimle uğraşmayı bırakıp kireç beyazı tenime lazım olan son şey olan dayak yemiş misali kızarıkları önlemek için soğuk suyun aktığı sol vanayı biraz daha açtım. Çok kaçtı. "Soğuk, of çok soğuk!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Timsahlar Ve Kaburgalarımda Ağırladıklarım
Fanfictionkaisoo \ angst \ nc-17 \ 21k \ prompt no: 84