Üç gün sonra...
İptal edilen düğün sahiplerinin evinde, saçı sakalı karışmış, çökmüş bitmiş yaşayan bir ölü...
Günlerdir, Diyarbakır, Siirt, Şırnak, Batman, Mardin, Kilis, Güney doğu Bölgesi'nde tüm şehir ve civarlarında, sınır bölgelerinde aranmamış ev, sorgulanmamış insan, kaldırılmadık taş bırakmamışlardı.
Simirna yoktu!
Bekir'in ceza evinde yeni yeni iyileşmeye başlayan Tayfun Nadir'i sorgulaması ve adamın hiç bir şeyden haberi olmaması, annelerini yalnız bırakmamak için ülkeye ve evlerine dönmüş iki oğlunun da emniyette yapılan sorguları sonucu kaçırılma olayıyla hiç bir ilgilerinin bulunmaması sonucu elleri boş, hepsi gergin ve umutsuz dün gece İstanbul'a geri dönmüşlerdi.
Fatoş, Gülsima, Banu, Nurten ve evin çalışanları çaresiz, ağlayarak mutfakta oturuyorlar, Nurten annenin, elinden düşürmediği Kuran'ı dilindeki dualarını dinliyorlardı.
Simirna'yı sağ salim bulabilme yakarışları içinde hepsi perişan...
Erkekler geniş salonda oturmuş, Hüseyin'in arama çalışmaları için seferber ettiği adamları ve Selim'in polis ve asker arkadaşları önlerinde Simirna'nın son konuştuğu kişilerin yakın çekim görüntüleriyle hala bir iz, bir ipucu bulma çabasındalardı.
Bekir camın önünde durmuş İstanbul manzarasına görmeyen gözlerle dalmış gitmiş, uyuşmuş beyni, çökmüş omuzları, artık zorla atan kalbinin acılarıyla öylece dikiliyordu.
Dün gece Diyarbakır'dan ayrılmadan, öldürüldüğünden beri ilk defa Buse'nin mezarına gitmişti.
Uzaktan, bir saniye bile yanından ayrılmayan Hüseyin ve Selim arkadaşlarının halini ciğerleri parçalanarak izlemişlerdi.
Mezara kapanıp uzun uzun ağlayıp yalvarmıştı Bekir,
"Simirna yok Buse, onu da yanına almaaa!"
Yalvarışları, haykırışları arşa kadar çıkmış olmalıydı...
Bekir'i iki kolundan tutup arabaya zar zor bindirip İstanbul'un yolunu tutmuşlardı.
Uykusuz, perişan, yüzüne yerleşen anlamsız ifadesi ve boş bakışlarıyla Bekir hepsini çok korkutuyordu.
Hüseyin, iki adamını Antalya'ya yollamış, Simirna'nın babasının eski arkadaşı, ailesinden gelen mektupları kendisine ulaştıran muhtar Mehmet Bey'den belki bir şeyler öğrenebilirler umuduyla haber bekliyordu.
Selim bir ara cama elini yaslamış boş bakışlarla İstanbul'u izleyen yıkılmış, çökmüş arkadaşına baktı.
Sessizce Hüseyin'in kulağına eğilerek,
-uyku ilacı içirmemiz lazım, biraz uyusun, günlerdir gözünü yummadı,
-kaç defa denedik oğlum, ağzına ilaç koymuyor nasıl içiricez?
Selim biraz düşündükten sonra,
-dur ben halledicem, deyip mutfağa doğru ayaklandı,
Oturmuş kara kara düşünen sevdiği kadınlara baktı.
Simirna'da burada olmalıydı...
-anne, senin şu sakinleştirici çaylarından bir tane hazırlarmısın?
Banu, hayırdır der gibi yorgun bakışlarla oğluna baktı,
-Bekir'in uyuması lazım, iki saatte olsa .....
Mutfaktaki yardımcılar Selim'in istediği çayı hazırlarken Fatoş'ta odasına gidip iki tane uyku hapı getirdi, ilaçları iyice ezip çayla karıştırdılar.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YAKAMOZUN KARANLIĞI (TAMAMLANDI ve DÜZENLENİYOR)
Fiksi Umum(İMLÂ ve YAZIM HATALARI DÜZENLENİYOR) 👉👉Cinsel içerik, küfür ve şiddet vardır👈👈 🖤🖤🖤🖤🖤🖤🖤🖤🖤🖤🖤🖤🖤🖤🖤🖤🖤 İNSTAGRAM:DiliminUcundaBirikenlerim HER HAKKI SAKLIDIR!! İLK YAYINLANMA TARİHİ; 11.03.2017