13.5 BÖLÜM ~ Ölümün Uykuya Yatırdığı Çocuk
☆
Annem büyüdüğümde tıpkı babam gibi olup, harika işler başaracağımı fısıldardı kulağıma uyku perisi beni büyülü dünyasına sürüklemeden önce.
Geçmişim o kadar kan ve acı doluydu ki, uyku perisi en son ne zaman uğramıştı yanıma sorusunu bile sormaya çekiniyordum kendime. Hayat beni öyle çabuk büyümeye zorlamıştı ki çocukluğumun büyülü masallarının bile neler olduğunu hatırlamayı beceremiyorum.
Acı sanki hayatımın hep bir parçası olmaya yemin etmeden önce mutlu bir çocuktum.
Öyle olmalıydım.
Öyle olmak zorundaydım.
Mutlu anılarım zihnimin o kadar gerisinde kalmıştı ki, anılarımı sakladığım o kutuları ne kadar karıştırırsam karıştırayım onları bulmayı beceremiyordum.
Elimdeki tek şey mutlu olduğumu umut etmekti. Ben, ruhu insanlık tarafından kirletirmeden önce mutluydum.
Babam iyi bir adamdı.
Pek çok eski gazete küpüründe kazandığı altın kemerle olan pozlarını görebilmek mümkündü. Annem onların hepsini -kazandığı ya da kaybettiği maç fark etmeksizin- kesip bir albüm haline getirmişti ve ailecek mutlu olduğumuz o tek an da bana hediye etmişti.
Gölde yaptığımız pikniğin ardından geçirdiğimiz trafik kazası hem bizim mutlu günlerimizin sonunu getirmiş hem de babam ve benim aramdaki ilişkiyi, sonu ölümle biten dönülmez bir yola sokmuştu.
Babamın ailesinden bile çok sevdiği boks kariyeri bitmişti ve bunun tek suçlusu o gün doğum günü kutlanan ufak bir çocuktu.
Yola devrilmiş ağacı fark etmeyen ve bize çarpan aracın hiçbir suçu yoktu ona göre. Onunla tartışıp tüm dikkatini dağıtan annemin de suçu yoktu.
Okumayı bile bilmiyor olmasına rağmen sadece fotoğraflarına bakıp babasıyla gurur duyan çocuğun suçuydu her şey.
Kazanın olmasını ben istememiştim ama Tanrı şahitti ya hiçbir zaman bunun yüzünden pişmanlık yaşamamıştım. Belki de babam da bir pişmanlığımın olmadığını bildiği için bana vurmaktan çekinmemişti.
Mutlu günlerimizin üzerine çöken kara bulutlar babamın güçlü yumruklarıyla tekrar tekrar sarsılırken, minik bir çocuğun acıyı hissedemeyen bedeni yaralarla doluyordu ve Tanrı' nın bile unuttuğu bir evde yaşanan onca acı, Güneş' in doğumu ile birlikte yerini umuda bırakıyordu.
Uzun boylu ve yıllardır vücudunu eğitmeyi bilen babamın tıpkı benimkiler gibi simsiyah saçları vardı. Annem o hasta yatağında yatarken siyah saçlara öpücük kondurup neyse ki ölüm meleğinin hayatından çaldığı tek rengin saçları olduğunu söylemişti.
Yanılmıştı.
Ölüm meleği babamın hayatından her şeyini almıştı, öfkesini kusabilmesi için ailesi almak dışında.
Hastaneden çıktığı ikinci günün ardından anneme sağlam bir tokat atmıştı ve göz kapaklarıma kazınan görüntü ne zaman uyumak için gözlerimi kapatsam oradaydı. Çocukluğumun korkulu rüyası yatağımın altından çıkacak canavarlar değil, odamın kapısından elinde kemeri ile girecek olan canavardı.
Babamın anneme vurduğu her darbeden nasibini almaya başlamış olan bedenim her gün yeni bir yaranın yuvası olurken annemin gözlerindeki hüzün boğulmama neden oluyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Monachopsis || ChanBaek
FanfictionByun Baekhyun; ağabeyi Suho'nun asla evde tutmayı başaramadığı, sıkışıp kaldığı Doğu mahallesinde gece yürüyüşleri yapmayı alışkanlık haline getirmiş yaralı bir gençti. Bir gece yürüyüşün de karşılaştığı Park Chanyeol ise hayatını değiştirecekti. "G...