Kulaklarımda yankılanıp duran, kardeşim sen bari yapma, cümlesi beynimin aniden harekete geçmesine neden oluyordu. Kardeş kavramının kirletildiği yüzyılda yaşıyorduk; tanımından tamamen soyutlanmıştı. Aynı karından çıkan kişilere kardeş denirdi; evet bu kavram yüzyıllarca bize empoze edilmişti; fakat kardeş kardeşi diri diri mezara gömer miydi? Ya da kardeşinin güçsüzlüğüne yahut mutsuzluğuna sevinir, onu her daim kıskanır mıydı? Beni tıpkı bir mal gibi sırf para uğruna, yaşlı bunağa satıp diri diri mezara gömen, katran karası gözlerinden öfke fışkıran sıska adam benim abim olamazdı, olmamalıydı. Çünkü kardeş kavramını daha fazla kirletmesine izin vermeyecektim. Kendimden beklemediğim bir şekilde bütün cesaretimi toplayıp omuzlarımı dikleştirdim.
"Sen benim abim değilsin; şimdi buradan defol!"
Mert, Murat, Fedora ve Sebuh şaşkınlıkla bana doğru bakarken, dudağının kenarından süzülen kanı avucunun içiyle sıvazlayan sıska adam, bakışlarıyla etrafı gezdikten sonra alayla güldü.
"Tabii ya, hanımefendinin keyfi yerinde. Ulan para uğruna öz be öz abini sattın be! Senin keyfin yerinde tabii, son model arabalara biniyorsun, evin ev değil saray mübarek, yediğin önünde yemediğin arkanda; fakat şu abin aç mı tok mu zerre umrunda değil."
"Mert, çıkarın bunu buradan!"
"Bırakın kollarımı be! İki çift lafım daha var. Beni düşünmüyorsun eyvallah ama annen kaç gündür komşuların verdiği yemeklerle karnını doyuruyor. Hanımefendinin keyfi yerinde ya, hiçbir şey umrunda olmaz. Bırakın lan kollarımı, gideceğim ama yine geleceğim Aysima'yı size bırakacağımı sanmayın!" diye bağırıp sağ işaret parmağını hiddetle bize doğru salladı. Ardından, düştüğü yerden kalkarak: "Mert efendi, yine görüşeceğiz." dedi imalı imalı ve yalpalaya yalpalaya cadde boyunca yürümeye başladı.
Bedenimin yaprak gibi titremeye başlaması ile birlikte ağlamaya başladım. Olduğum yere çömelerek: "Mert, annem annem iyi değil, onu buraya getirebilir misin?" diyerek sarsıla sarsıla ağladım bir süre.
"Hayatım, bir tanem lütfen üzme kendini. Murat, Çiğsel'in annesini buraya getir. Bırak şimdi bahçe kapısıyla uğraşmayı, vakit kaybetmeden hemen getir. Eşyalarını getirmesine gerek yok, o evden en ufak çöp bile bu eve girmeyecek. "
"Tamam efendim."
"Duydun değil mi? En ufak çöp bile. Çiğsel'le bugün alışverişe çıkıp eksik ne varsa hallederiz. Haydi Murat, sen vakit kaybetme."
"Duydum efendim, merak etmeyin o evden en ufak çöp bile bu eve girmeyecek."
Çömeldiğim yerden kalkarak Mert'in omzuna doğru dokundum. Islak kirpiklerimin arasından: "Çok teşekkür ederim..." diyerek minnetle gözlerinin içine baktım.
Burnumun ucuna öpücük kondurarak gülümsedi ve bir çırpıda beni kucakladı. "İyi ki zayıfsın, yoksa vay halime." deyip gülümsedi sevgiyle. Kollarımı, onun boynuna doladım. Ela gözlerinin içine bakarak: "Uyuz!" diyerek başımı göğsüne gömdüm.
***
Annemin geleceği düşüncesi içimdeki mutluluk tohumlarının filizlenmesine neden oluyor, gülümseyerek salonda dolanıyordum. Aysima ise emekleyerek salonun içerisinde geziniyordu; çekmecelerin içindekileri salonun ortasına fırlatıyor ardından kendi kendine kahkaha atıyordu. Tekli koltuğa oturarak kızımı izlemeye başladım. Çekmecelerden sıkılmış olacak ki bu sefer hızlı hızlı emekleyerek prizlerin olduğu bölüme doğru gitti. Kaşlarımı kaldırarak: "Hayır kızım, gel buraya bakim." dedim. Yüzüme muzip bir ifadeyle bakan Aysima, küçük tombul parmağını prizin içine sokmaya çalıştığında, telaşla yerimden kalkarak onu kucakladım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
PARANOYAK (BİTTİ)
Fiction générale"Aslında bakarsan etrafındaki çoğu insan kimsesiz ve terk edilmiş. Sen her ilkbaharda çiçeklerle bezenen ağaçların, her sonbaharda acımasızca terk edilmediğini mi sanıyorsun? İnsanoğlu bile o çok sevdiği fani dünyayı terk edecek, bu dünyaya alışman...