Yazar; Aslıhan Saranghae
“Ajusshi mi, Ben mi?” Il Sang artık 22 yaşında genç bir delikanlı değildi. İki gün sonra tam tamına 31 yaşında olacaktı.
Salonunda ki koltuğuna oturup evine küt diye dalan bu kızın tuvaletten çıkmasını beklemekse tam bir azaptı. Belki on, belki de on beş dakika kadar sonra genç kız tuvaletten çıktığında koltuğun üstünde oturmaya devam eden Il Sang’da ayağa kalktı. Yüzünde; hemen bir açıklama beklediğini belli eder ifadeyle genç kıza bakarken eve davetsiz gelen bu misafir ise onun merakını gidermek bir yana sadece kendine konsantre olmuş bir halde evin içini turlamakla meşguldü. Il Sang içten içe “Ne yapmaya çalışıyor bu yarım akıllı?” diye düşünürken kız hala bir açıklama yapmayıp, üstelik de yatak odasına dalınca bardakta ki son damlayı da taşırmış oldu.
Il Sang gibi; kendiyle ilgili hiçbir detayı başkalarıyla paylaşmayan, dahası ona sorulmadan hiçbir şeyine dokunulmasından hoşlanmayan bir adam için yatak odası en üst limitti. Kızın odaya girişini görür görmez, o da arkasından odaya girip iki elini beline koyup “Bana burada ne yaptığını söylemeyi düşünüyor musun?” deyip alacağı cevabı beklemeye başladı. Kim olduğunu bile bilmediği, ömrü hayatında ilk kez gördüğü genç kız ise sadece göz ucuyla Il Sang’a bakıp bilmiş bir ifadeyle konuşmaya başladı. “Ne garip değil mi? Oysa derler ki; görünüş bir insanın kişiliği hakkında bize birçok bilgi verebilir.” Lafı dolandıran genç kızın bu yırtık dondan çıkar gibi edepsizce ve lakayt hareketleri Il Sang’ı iyice sinirlendirmişti. Daha fazla kibarlık yapmaya gerek duymayarak konuyu hemen toparlamasını istediği genç kızın üstünde ki mevsimlik ceketin kapüşonundan tutup kendine doğru çekip “Yani?” diye sordu. Hana’dan gelen cevapsa “Bu kadar da olmaz.” Dedirten cinstendi. “Yani, diyorum ki, seni gören de zeki biri zanneder. Sence bu eve sabahın kör vaktinde, karga bile kahvaltısını yapmadan neden geleyim?” “İşte ben de onu diyorum. Neden benim evimde, dahası yatak odamdasın?”
Genç kız birden bire neden burada olduğundan ziyade kapıda bıraktığı kovası ve bezlerini hatırlayınca kapüşonundan çekiştirmeye devam eden adamın yüzüne doğru sinirli bir bakış atıp “Onlar nerede? İçeri aldın değil mi?” diye sordu. Ama artık Il Sang sinirden deliye dönmek üzereydi. “Neyden bahsediyorsun sen?” “Kapıda ki kovadan, bezden bahsediyorum. Onları içeri aldın değil mi?” Il Sang elini sinirle saçlarında gezdirip “Sen benim başıma bela mısın? Ne diye senin eşyalarını evime alayım ki?” diye konuşmaya devam ederken Hana ise onun cevabını bitirmesini beklemeden kapıda ki eşyalarının akıbetinden endişe duyarak odadan dışarı fırladı. Kapıyı açıp da bıraktığı eşyaların hala orada olduğunu görmekse paha biçilemezdi. Eğer bu eşyaların başına bir şey gelseydi annesinin; onu, kırık bacağına rağmen bir kaşık suda boğacağını çok iyi biliyordu. Ya da belki kiralık katil tutardı. Ne de olsa bacağı yüzünden dünden beri ayağa kalkamıyordu zavallı kadın.
Yüzünde hınzır bir gülümsemeyle kovayı ve bezleri alıp evin kapısından tekrar içeri girdiği anda ise girişte ki küçük holde onu bir sürpriz bekliyordu. Il Sang elini holün bitiminde ki kirişin üstüne koyup “Ne yapmaya çalıştığını sorabilir miyim? Yoksa buraya mı taşınıyorsun?” deyip kirişe dayalı olan elini biraz daha bastırdı duvara. Hana ise karşısında ki adamın ona tuhaf gelen bu tavrı karşısında derinden bir kahkaha atıp Korelilerin hiç de alışkın olmadığı bir laubalilikle Il Sang’ı baştan aşağıya süzüp konuşmaya başladı. “Adamım benim bile belli başlı kriterlerim var.” Il Sang’ın şaşkın bakışları arasında bir yandan elinde ki malzemeleri banyoya götürürken bir yandan da konuşmaya devam etti. “Ben Hana. Seung Kim Hana. Annem ayağını kırdığı için onun yerine temizliğe ben geldim. Sana pardon, seninle laubali konuşmamam konusunda uyarmıştı. Size telefon açacaktı bu sabah. Aramadı mı yoksa?” Il Sang dün gece yatarken kapattığı telefonunun hatırladı. “Hayır, beni aramadı.” Deyince Hana konuşmasına kaldığı yerden devam etti. “O iyileşene kadar temizliğinizi ben yapacağım. Aynen onun gibi her gün sabah gelip, temizliği ve akşam için yemeğinizi hazırlar çıkarım.” “Annenin durumu ağır mı?” diye sordu Il Sang. Hana ise “Kırdı ayağını oturuyor. Gel keyfim gel. Ağır değil yani. Doktor bir aya bir şeyinin kalmayacağını söyledi. Ekmek elden su gölden, Hana şunu getir, Hana bunu götür. Daha ne olsun?” Deyip Il Sang’a bir bakış attıktan sonra “Eee sen daha işe gitmeyecek misin?” deyip alacağı cevabı beklemeden pencerenin yanına gidip perdeyi çekip camı açtı.”Bu evin fena halde havalanmaya ihtiyacı var.”