Yazar; Aslıhan Saranghae
“Gebert onu adamım… Buradan sağ çıkamazsın artık... Tek yumrukta yere ser onu… Bu Adam canına susamış olmalı...” Bahisler kapanıp ortada ki güya hakem olan mahkûm çekildiğinde ise iki mahkûm hızla birbirlerine doğru yaklaşıp dövüşmeye başladılar. Il Sang’ın bilmediği şey ise hala alacağı dersler olduğu gerçeğiydi. Rakibi olan mahkûm Il Sang daha ona yüzünü dönmeden sırtına geçirdiği yumruğuyla yere kapaklandı.
Il Sang; sendeleyerek yere düşünce rakibi maçı tek bir hareketle almış olduğunu düşündüğü için iki elini de havaya kaldırıp avını haklamış bir ayı gibi böğürmeye devam ederken Il Sang’da yattığı yerden kendine söyleniyordu. “Sen bu kadar mısın? Ha! Tek yumrukta yere serilmek için mi çıktın buraya?” Arkası dönük halde zaferini kutlamaya devam eden adamın uzun boyuna, kalın ensesine baktı ve yerden destek alarak ayağa kalktı. Rakibi ise daha ne olduğunu anlamadan kendine seslenen kişinin kim olduğunu anlamak için yüzünü ona döndüğü anda yüzüne yediği yumrukla sahanın sağ tarafına doğru hızla yalpalandı. Adam anlamıştı. Il Sang’ı hafife almıştı. Üstünde ki yırtık tişörtü tek hamlede iki eliyle parçalayarak üstünden çıkarıp, elini de belinde ki usturasına attı yeniden. “Anlaşıldı. Sen dersini almamışsın. Ama şimdi ben sana esaslı bir ders vereceğim.” Adam rakibinin üstüne koşar adım elinde ki usturayla gelirken Il Sang’da yerden destek alıp havalanarak adamın karın boşluğuna öyle bir tekme attı ki adam hiç beklemediği bu tekmeyle tekrardan yere savruldu.
Il Sang ise artık ona acıyacak değildi. Yere düşen adamın üstüne çıkıp, yüzüne gelecek şekilde sağ sol demeden kan revan içinde bırakana kadar adamı yumrukladı.
O kavga sırasında öğrendiği tek bir şey vardı. Avını yakalamak istiyorsan onu serseme çevirmen yeterli olur. Başka türlü kendinden güçlü kimseyi ele geçiremezsin. Rakibi kan gölünün içinde, yerde yatarken Il Sang ayağa kalkıp bahis paralarını toplayan adamın yanına gitti. Adam paraları saymakla meşguldü ama kimse Il Sang yener gözüyle bakmadığı için ona para yatırmamıştı. Kendine hayrı olmayan adamın elinde ki parayı tüm gücüyle çekip şöyle bir göz ucuyla paraya baktı. Tıpkı şimdi yanında duran çantada ki paralar gibi. Bahisçinin elinden aldığı paralarla ölçülemezdi ama kendini ilk ispat edişiydi Il Sang’ın. Yüzünde acı bir gülümsemeyle arabayı kullanan adamına seslendi. “Eve sür. Adamın pis kanı her yerime bulaştı. Üstümü değiştirmem lazım.”
Adam ilk kavşaktan sağa dönüp Il Sang’ın evine sürerken arka koltukta oturan patronunun evde karşılaşacağı sürprizden haberi yoktu. Tıpkı olacaklardan bihaber, eve gitmişken sabah alamadığı duşunu da almayı planlayan Il Sang gibi. Araba eve yaklaşırken aklına o yarım akıllı kız gelmişti. “Umarım temizliği bitirip evine gitmiştir. O aptal kızın çenesini çekmeye tahammül edebileceğimi sanmıyorum.” Sabah kahvaltısını da yapamadığı için yolda ki bir pastaneden bir şeyler aldırmayı da ihmal etmedi. Bütün günü o kız yüzünden ters başlamıştı.
Arabadan inip evinin bulunduğu binaya girdi. Asansöre binip en son katın numarasına bastı. Hapishanede kaldığı zamanlar içinde hep yemin etmişti. “Eğer buradan sağ salim çıkarsam, bütün şehri ayaklarımın altına serecek bir evde oturacağım.” Asansörden inip usul usul evinin önüne geldiğinde ise içerden gelen çığlık sesi onu bir an önce kapıyı açmaya zorladı. Kapıdan içeri girdiği anda karşılaştığı manzaradan ziyade evin içinde ki yanık kokusu ona “Merhaba!” diyordu. Hana; akşam için hazır etmesi gereken yemeği ocakta unutup evde bulamadığı temizlik malzemesini almak için aşağıda ki markete gitmiş ve bitmek bilmeyen çenesi yüzünden orada düşündüğünden fazla oyalanıp eve biraz geç gelmişti. Evden içeri girdiği anda ise dibine tutmuş tencereden çıkan duman ve is kokusu onu karşılamıştı.