"Ee bara gitme işine ne diyorsun?" Tabakları tezgaha koyup parmağına bulaşan sosu diliyle temizledi.
Tanrım, gözlerim için ne büyük bir ziyafet ama.
"Düşünülebilir aslında." Yutkunarak görmemesini umduğum heyecanımı saklamak için masada duran bardakları elime aldım.
"Düşündüğümden daha mızmız çıktın, Jungkook. Hayatında hiç bara gitmedin mi?"
Hayatımda daha önce hiç seninle bara gitmedim. Sorun da burada zaten.
"Gittim tabii ki." Ellerini musluğun altına götürerek boş sudan geçirdi.
"Sorun falan kalmadı ortada öyleyse." Yanından geçip kirli bulaşıkları makineye dizmeye başlayacakken ıslak elleri göğsümün üzerinde durdu ve beni hafifçe itti.
"Boşver bulaşıkları, vakit kaybetmeyelim. Hadi gel, bir şeyler izleyelim." Ellerinin bulunduğu bölgeden tişörtümü yakalayarak beni çekiştirdi ve tişörtümün genişlemesini umursamadan arkasını sönüp yürümeye devam etti.
İyi hissetmiyordum. Kollarını belime dolayıp o çok sevdiği şarkısını bile umursamadığı saniyelerde gözlerimin içine nasıl baktığını hatırladıkça kontrolü kaybediyormuş gibi hissediyordum. Bu tip konularda asla kendime güvenen birisi değildim ve biliyordum ki kendimi kasmayı bıraktığım an yine kendimi onun üzerinde bulacaktım. Bu, yavaş yavaş inşa ettiğim her şeyin tepetaklak olmasını sağlayabilirdi. Sebebi bu olsa gerek ki sakince, emin adımlarla ilerlemeye çalışıyordum. Ayrıca artık erkeklerden hoşlandığını biliyordum. Kaldı ki bu geceye dair elimdeki en büyük mutluluk buydu. Her defasında düz duvara çakılan umutlarımın artık bir çıkış kapısı vardı. Ona açılan bir kapı...
"İzlemek istedi herhangi bir film var mı?" Boş gri koltuğun yastıklarından birine dalan gözlerimle onun çoktan televizyon ünitesine eğilip çekmecesinden filmi seçtiğini kaçırmıştım. Elinde bir dvd tutuyordu ve adının ne olduğunu bile bilmiyordum.
"Hayır, bana her uyar."
Vıcık vıcık bir aşk filmine bile razıyım.
"Öyleyse benim seçtiğim bir film izleyelim. Zevkime güvenebilirsin." Dvd kutusunu elinde döndürerek bugün sayamadığım yoğunlukla yakalandığım o gülümseme silsilesinden payımı almamız sağladı ve eğilerek yapmak üzere olduğu işe devam etti.
*
"Çok saçma. Ne yani, kız en yakın arkadaşı ama sadece dudakları güzel diye onu öpmek istedi ve öptü mü? Kızda buna karşılık beni istediğin zaman öpebilirsin dedi? Hah, rüyalarda mı yaşıyor bunlar acaba?" Sinirle söylenip ağzıma bir avuç patlamış mısır attığımda Jimin'in koltuğa sırtımı yasladığım bölgeyr kolunu attığını hissettim.
"Öyle görünüyor." Film izlerken çok konuşmayı sevmiyor olacak ki, ne zaman çenem düşse ve birkaç yorumda bulunsam beni birkaç kelimeyle geçiştiriyordu. Işıklar kapalıydı. Buna güvenerek koltukta yayılarak oturmuş, bir ayağımı bir yere, ötekisini ise uyuşuyor olmasını umursamadan başka bir yere atmıştım. Jimin'in de benden bir farkı yoktu. Kafası neredeyse omzumun hizasına gelecek kadar aşağıya inmişti vr kucağındaki mısır kasesi o kadar eğreti duruyordu ki, dokunsam düşecek gibiydi.
"Bu resmen 'just friends' klişesi." Dudaklarımı büzerek filmi izlemeye devam ettim.
"Bir şey soracağım." Filmin başından beri ilk defa konuşmayı başlatan taraf olan Jimin sakin bir sesle konuştu.
"Biz arkadaş mıyız?" Sorusuyla birlikte sağ elimi mısır kasemden çektim ve bacaklarımın üzerine inmesine müsaade ettim. Geriliyordum. Gerilmeli miydim?
"Öyle değil miyiz?"
"Yani demek istediğim, sen havuz kulübünün daimi müşterisin, bende çalışanı. Günlük bir sohbetimiz var ana bu hepsi kısıtlı. Bugün ilk defa evime geldin ve biz vakit geçirdik. Ama daha fazlası oldu mu? Yani arkadaşız biz demek için daha fazlasına sahip olduk mu?" Hayal kırıklığı ile omuzlarımı düşürdüm. Onunla arkadaş bile olamıyorsam, daha doğrusu o bunu bile hissedemiyorsa daha fazlası nasıl olacaktı ki? Nasıl olabilirdi?
"Olmadık galiba." Kısık sesimle mırıldanıp dikkatim tamamen dağılmış olsa dahi kafamı ekrana çevirdim. Ona bakmak daha da garip hissettiriyordu. Aptallığımı bir ayna gibi yansıtıyordu Park Jimin. Her defasında daha lekesiz, daha pürüzsüz bir ayna gibi tüm kusurlarımı, tüm hatalarımı kusuyordu bana.
"Jungkook," Sakin sesi adımı atmosfere yaydığında sesimi çıkarmadan ona döndüm. Karanlığı delip geçen tek şey televizyonun ışığıyken görebildiğim sadece Jimin'in parlak gözleri ve ıslak dudaklarıydı. Bakışlarımın iki hedefi vardı ve ben şu an ikisi arasında mekik dokumakla meşgul olduğumdan onun burnumun dibine kadar girdiğini göremeyecek kadar odaklanmıştım.
"Peki ya," Durdu ve kafasını öne eğerek oturduğu yerde doğruldu. İlk defa bu demli yakından gördüğüm yüzü, gölgelere bezeli durumda olsa bile öyle güzeldi ki... İçime hapsetmek istediğim tüm duyguları serbest bırakacak türdendi şimdi bana hissettirdikleri. Özgürlüğüne kavuşurken canımı yakan duygularımın geride bıraktığı boşluk gibiydi. O boşluğa sığabilecek kadar küçüktü Park Jimin. Ama gün geçtikçe orada kalabileceğinden emin olamayacağım kadar büyüyordu. Her geçen gün büyüyordu gözümde. Büyüyor ve ellerimi gökyüzüne uzatacak kadar dolup taşıyordu benden. Haberi olmadan en kuytu köşeme yerleşmiş, sığamadığı her bir alan için kemiklerimi kırıp elime veriyordu.
Burnumun ucuna neredeyse değecek olan dolgun dudakları soluğumu yarıda keserek beni boğacak kadar zamansızdı. Televizyondan yükselen uğultu, gözlerinde vuran düzensiz ışık huzmeleri, burnuma buram buram dolan eşsiz kokusuyla ilk defa yakındı bu kadar bana. Bana, dudaklarımın arasında kaçıp ona süzülmeye dünden razı ruhuma, kırık kemiklerimin üzerinde uzanan kalbime... Kuru dudaklarıma dokunan, dudakları göz kapaklarıma ağır birer perdeyi indirmişti. Tarifini var mıydı şu anın? Kaderimi elime bir kağıt ve bir kalemle tutuşturan tanrının bu anı açıklamaya gücü var mıydı?
Geri çekildi, dudaklarıma sadece bir anlığına konan dudakları usulca geri çekildi.
"Bu da sayılıyor mu arkadaşlığımıza, Jungkook?" Kafasını eğerek nefesini yüzüme üfledi.
"Bu da sayılıyor mu?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
kairos ¦ jikook
Fiksi Penggemar"Hayatımın en doğru anında ikinci bir vurgun yemek, ağrıların en şiddetlisini öptürdü bana." 28.10.17/12.01.18