....................SAKLI BAHÇE..........15 BÖLÜM............
Bir kadının yüreği, sırlarla dolu okyanustur .
Titanic'ten aldım bu sözü ve Mirabelle'ye uyarladım.Herkese keyifli okumalar düşünceleri yorumları ve bol beğenileri bekliyor olacağım sevgilerimle Dilruba.
...................15 BÖLÜM ...........................................
Banyonun musluğunu açan genç kız, kendini boşluğa itilmiş kadar hissiz, ayakları yere basmayacak kadar tepe taklak olmuş düşüyordu. Yaşadıklarının gerçekliği, omuzlarına öyle ağır geldi ki, bir eliyle küvetin kenarına tutulup, dizlerinin üzerine eğildi. Küvete dolan suda, yüzünün yansımasını görürken, vücudunun acısı hala dinmemişti.
Sudan gözlerini, vücuduna döndürdüğünde ise morarmaya yüz tutmuş tenini, kollarına ve bacaklarına baktıkça, yaşadığı sahneler, gözlerinin önünde canlanıyordu. Gözünden düşen iki damla, yanaklarından kayıp, suya düşerken, bütün hayalleri de akan gözyaşı gibi, uçup gitmişti. Yalan söylemeden yalancı olmak, kimseyi aldatmadan dolandırıcı olmak, kimseye kendine yaklaştırmadan, fahişe olmak, buna denirdi.
Mirabelle, hayatının en büyük sınavını verirken, güçsüzleşmiş, tüm umutları yitirmiş, kalbi parçalara ayrılarak bölünmüştü. Aslın da sadece sevmişti. O, katı kalbin çözülmesini, aşık olduğu adam tarafından, aşk dolu gözlerle, bakmasını istemiş, üstelik ona sevdiğini söyleyerek, hayatının kuralını çiğnemişti.
Kışın ortasında çıplak kalmak, böyle olmalıydı; aldığı darbeler, içini bir bıçak gibi keserken, yaşamaya dair tek umudu kalmamıştı. Bu banyodan çıkınca, onun dediklerine önem verecek, sevgiyle sarılacak, ona inanacak biri, hayatında yoktu. Yine dolandırıcı gözüyle bakılacak, kırılıp onlarca parçaya bölünecek, yaşadığı tüm acı sahneler, tekrar kaldığı yerden, devam edecekti.
Hıçkırıkları boğazlarında düğümlenirken, hayatta kalabileceği tek bir ışık aradı. Onun varlığıyla mutlu olan, saf sıcaklığını bekleyen, gerçekten tereddütsüzce inanan ve sevgisini isteyen, birini düşünüyordu, suyun içine girerken. Aklına sadece bir kişi geliyordu; küçük bir insan. Kaarlo!
Gözüne takılan ışıltı saçan jilete bakmaya devam ederken, titrek parmaklarıyla tutunarak, suyun içine tamamen gömülmüştü. Değerini yitirmiş, gülmek için bir nedeni kalmamıştı; yeni bir güne başlamak için, artık bir sebebi yoktu. O, an annesini ve babasını hatırlamaya çalıştı. Neden bir kardeş vermemiştiler ki?
Yalnızlık öyle ince sızıydı ki, yaktığı yeri eritip kesiyordu; bir parçanın olmaması, ne olursa olsun arkanda duracak birinin olmamasına, o an isyan ediyordu.
Şimdi yanında biri olsaydı, belki bu kadar umutsuz olmazdı; ayağa kalmak için bir sebebi olurdu. Bundan bir yıl evvel, her sabah gözünü açmadan önce, annesinin yaptığı, krep kokuları, odasına dolardı; o enfes tatlarla gözünü açtığında, deli gibi aç olduğunu anlardı.
Üzerine giydiği kıyafetiyle, kahvaltıya indiğinde ise ona içten gülerek bakan, bir ailesi karşısında dururdu. Tadında, tuzun da bırakarak, kavga eden, bir birlerine aşık iki insan vardı. Aşka, kızlarını inandıran, örnek tablo sergileyen, iki güler yüz daima yanındaydı!
Annesi her sabah saçlarını okşayarak tarar, içten verdiği öpücükle, içini ısıtırdı ; akşamları işinden gelen babası ise, mutlaka elinde çikolatalarla gelir, küçük kalbini feth ederdi .
Mirabelle, hatıralarla, dudaklarını ısırdı. Neden babası gibi, bir adam tarafından sevilmemişti ki, üstelik kendisi aşık olduğunu, söylediği halde, acı çekiyordu. Bir an annesini kıskanmaya başlıyordu, annesi kadar, şanslı değildi. Küçük kasabada yaşayan iki gencin, aşk dolu yuvası kadar, kendi evliliğinde mutlu değildi.