Kavga Sorunsalı

472 30 8
                                    

"Ne bok yediğini sanıyorsun?"

"Bunu sen mi söylüyorsun!?" toplamadan çıktığımız masa, büyük bir gürültü ile yere düştü. Hiçbir tepki vermeden, yerde yuvarlanan tabağı izledim. Ne diyebilirim ki, alışmıştım.

"Siktiğimin-- yerine gitmeyelim demiştim." suratı kırmızının tonlarına bürünen adam benim kocam oluyordu. Ah, ne koca ama...

"Sana kalsa, evden dışarı çıkmayacağız." onun aksine sesim yüksek değildi. Henüz.

"Saçmalama." yüzünü buruşturdu. Kaşlarım havalanmış ve devam etmesini beklemiştim. Devamında her ne söyleyecekse, beni koparacak bir şey olacağını biliyordum. Artık bir şeyleri tahmin etmek zor değildi. Bu bizim rutinimiz haline gelmişti. Kavga etmeden yaşayamıyorduk resmen.

"Seninle uzun süre bir yerde kalamam." İşte. İşte sinirleniyorum. Beynime hücum eden kanı hissedebiliyorum.

"Siktir git, o zaman!" elime geçen ilk şeyi ona doğru fırlattım. Keşke kafasını eğmemiş olsaydı da, o vazo duvarda parçalanacağına onun kafasında parçalansaydı.

"Katlanamıyorsan, bunu ne sikime taktın!?" yüzük olan elimi havaya kaldırdım. Gözüne sokmak istiyordum aslında. Gözlerini oymak...

"Seviyorum çünkü!" havadaki elimi tutup beni kendine çekti. Yıllar öncesinde ki ben olsam, bu hareketi yüzünden afallardım ama dediğim gibi, alışmıştım. Bunlar hep tanıdık şeylerdi.

"Bence ne yapalım biliyor musun?" elimi elleri arasından kurtarıp kendimi geri çektim. Bunların anlamsız olduğunu biliyordum. Direnmem bir şeye yaramayacaktı ama yine de pes etmiyordum.

Elim parmağımdaki yüzüğe gittiğinde gözlerinin içine baktım. Çıkarıp suratına atmak istiyordum. Gerçekten o an düşündüğüm tek şey buydu. Onun da buna izin vereceğini biliyordum. Çünkü sonunda ne olacağını ikimizde biliyorduk.

Ama yapmadım. Onunda bunu beklediğini biliyordum ama yapmadım. Parmağımı yüzüğün üzerinde gezdirip geri çektim. Koltuğun üzerine fırlattığım kabanı alıp üzerime geçirdim.

"Bir süre bensiz kal da kafanı dinle." ellerimi cebime soktum ve yüzüne bakmadan evden ayrıldım. Evden ayrıldım ama parmağımda ki yüzüğü çıkarmadım. Buna hiçbir zaman gücüm olmadı. Ne onun ne de benim... Olacak gibi de durmuyordu.

×

"Jiyong?--Gel--" uykulu gözlerle kapıyı açan Youngbae'ye karşı gülümsedim. Bu da değişmeyen başka bir şeydi. Seungri ile ne zaman kavga edersem, Youngbae'nin yanına gelirdim. Oda evlenmeden önce Daesung ve Seunghyun'un yanına giderdi ama evlenince işler değişti. Youngbae hala yalnız olabilirdi ama onlar değildi. Bizim aksimize de gayet sakin bir çiftlerdi.

"Yine ne oldu?" mutfakta elinden kahvesiyle çıkınca yüzümü buruşturdum. Kahveyi sevmezdim, kokusundan dahi nefret ederdim. Benim aksime Seungri'de kahve delisiydi. İçmediği bir gün değil, bir öğün bile yoktu. Çok zıttık. Ortak olan bir özelliğimiz bile yoktu.

"Bir partiye davetliydik." anlatma pozisyonumu aldığımda konuşmaya başladım. Anlatma pozisyonum; bacaklarımı kendime çekmekti. Buda değişmeyen başka bir şeydi işte. Her kavgamızda Youngbae'ye gelir ve ona bu pozisyonda ağlayarak neler olduğunu anlatırdım. Sadece artık ağlamıyordum. Galiba çok ağlamaktan göz pınarlarım kurumuştu. Çünkü evliliğimizin ikinci ayından sonra bir damla olsun göz yaşı dökmemiştim.

"Şu eski sevgilinin verdiği partiden mı bahsediyorsun?" Youngbae kapalı duran gözlerini biraz aralayarak konuşmuştu. Oturduğu yerde uyuyor gibiydi ama bu önemli değildi. Ben kocamla kavga etmiştim -yine ve yine- o da en iyi arkadaş görevini yapmak zorundaydı. Sonra da uyuyabilirdi sonuçta. Şimdi beni dinleyip, nasihat vermesi gerekiyordu. Her zaman ki gibi...

Find Peace :: NyongtoryWhere stories live. Discover now