"Başımız sağolsun." Ağlamaktan bitap düştüğü her halinden belli olan kadının ellerini avuçları içine alırken söyledi o yas kokan cümleyi. Kemikli eller titrediğinde biraz daha sıktı onları güç vermek istercesine.
"Jeongguk, o olmadan ben ne yaparım?" Göz kapakları titredi genç adamın. Bir annenin acısını iliklerine kadar hissetti ilk defa. Hakkı yoktu kadının ellerini tutmaya, oğlunun kanı ellerinden damlamışken. Ama yapıyordu işte. Borçluydu ve yüzsüzdü.
"Gitmem gerek. Daha fazla burada kalamayacağım sanırsam Bayan Kim. Kendinize iyi bakın." Kadının ellerine ceketinin cebindeki karanfili tutuşturmadan önce mırıldandı. Son bir kere bitik insanlar çöplüğüne dönen bahçeye baktı sonra ise bir daha adım atmamak üzere oradan ayrıldı.
-
Üstüne rastgele çiçekler fırlatılmış mezarın önünde dururken sevgilisinin isminin o mermere nasılda yakıştığını düşünmeden edemedi. İç çekerek yanına otururken elindeki şarabı tirbüşonla büyük bir zevkle açtı. Şişeyi burnuna yaklaştırdıktan sonra derince içine çekti ekşimiş üzüm kokusunu. Dudaklarına götürmeden önce kendisini mayıştıran koku yüzünden mırıldanmadan edemedi. Sonrasında ise ilk yudumla ağzına yayılan mayhoş sıvının dilinde pürüzlü bir tat bırakmasının keyfine varmak istercesine bir süre izin vermedi yolunu bulmasına.
"Bak, sana ne getirdim. Çok seversin sen. Yoksa severdin mi demeliyim?" Alayla kıkırdarken çiçeklerden birini alarak yapraklarını teker teker koparmaya başladı. Yere düşen her bir yaprağın şeklini aklına kazıdı. Sonuçta onların bile hatırlanmaya ihtiyaçları vardı. Aynı üstü asla kapanmayacak anıları gibi.
"Hatırlıyor musun bilmem ama ilk defa kendimi sana teslim ettiğimde, deliler gibi seviştiğimiz yatağın üzerini gül yapraklarıyla kaplamıştın." Hatırasına dolan anıyla derince bir iç çektikten sonra tekrar başladı konuşmaya. "Ama o gece değil, sonra yapmıştın. Nedenini sorduğumda 'güzelliğinden burada bile gül bitmiş' demiştin. Ne hoş söylemişsin Taehyung." Şaraptan, eline biraz dökerken tekrar söylendi "ne hoş, çok hoş." Toprağa üzüm suyunu kendi elleriyle sürerken göz pınarlarından yanaklarına yuvarlanan yaşları "kirli" elleriyle sildi.
"Sen hep romantik bir adamdın Taehyung. Seni kalbinden bıçakladığımda ondan mı gülümsüyordun? Ölümün bile o çok beğendiğin İngiliz yazarların elinden çıkan trajedilerden farksızdı. İstediğin gibi ölmeyi hakettiğini düşündüm, sevgilim." Gülümseyerek artık çamurlaşmış toprağı sıktı. Bütün yaşadıklarının, yaşattıklarının acısını çıkarırcasına. Aptal yerine konduğu günlerin sinsice sırıtan yüzünü asmak istercesine.
"Kimseye söyleyemedim. Kimseye anlatamadım. Sevgilimin o arsız ihanetini başkasının yükü yapamazdım zaten. Benim başa çıkmam gerekiyordu." Dudaklarını parmaklarıyla çekiştirirken ağzına gelen toprak ve şarap tadına aldırış etmedi. Elleri biraz daha Taehyung'un izleriyle kaplı et parçalarında oyalandıktan sonra ağlaması şiddetlendi. Neden hala buradaydı? Ceset sevgilisine hala neyi kanıtlamaya çalışıyordu?
"O, buraya gelmeyecek Taehyung. Ama bak ben buradayım. Her zamanki gibi yanındayım." Titrek elleriyle şişeyi dudaklarına dayarken bu sefer kızıl içkide boğulmak istercesine içti. Çok ağırdı. Her şeyi ona yükleyip öylece gidemezdi. Buna hakkı yoktu.
"Beni aptal yerine koydun. Hatta koydunuz. Ama Taehyung ben çok zekiyim. Hatta o kadar zekiyim ki sen bilmediğimi düşündüğün anlarda ben bıçağımı sizin fotoğraflarınıza bakarak biliyordum." Sesi yükselmişti. Nefretini kusmak istiyordu ve yapacaktıda. Taehyung yaşarken yapamadığı şeyi şimdi yapacaktı.
"Kimse bilmiyor, arkamda tek iz bırakmadım. Öyle güzel geberttim ki seni Taehyung en çok sen yakıştın toprak altına. Senin üstüne toprak bile attım. İnsanlar gidişine ağıtlar yakarken ben ölü bedenini düşünerek mutluluktan ağladım. Duyuyor musun beni!" Yalpalayarak mezarın üzerine çıktıktan sonra dizlerinin üstüne çöktü. Elleri kara toprağa tamamen gömülmüştü ve gözlerinde intikamın verdiği tatmin vardı. Toprağa fısıldamadan önce eğildi.
"Söylesene, Taehyung. Yerin altından aldatabilir misin?" Bir süre bekledi. Sanki cevap gelebilecekmiş gibi. Sonra bütün kasları gevşedi, yasladı toprağa yanağını sevgilisiyle aynı yatakta birbirlerini izlemekten uyuyamadıkları günleri anarcasına.
"Hiç mi sevmedin beni? Yoksa senden çokça küçüğüm diye yetemedim mi sana?" Taehyung, onu kucağına alıp saçlarıyla oynardı bazenleri. Bu ses tonunu sadece o zamanlarda kullanırdı Jeongguk sevgilisine karşı. Son derece masum ve içten. Saf ve el değmemiş.
"Bence ona haksızlık ediyorsun." Arkasından gelen olgun kadın sesini duymasına rağmen kalkmaya tenezzül bile etmedi. O'nun geldiğini biliyordu.
"Jeon Jeongguk, kocam seni eve geldiğinde bana ağlayarak anlatacak kadar çok sevdi. Sana deli gibi aşıktı." Jeongguk, duyduklarının yalan olmasını diledi. Ve tam o anda bir yağmur damlası düştü ensesine, Kim Taehyung'un öpmeyi en çok sevdiği yerine. Kanıt sunarcasına Jeon Jeongguk'un hayatı boyunca pişman olacağı, geri dönüşü olmayan hatasını yaptığına.
"Ben bile eşi olduğumu unutuyordum bazen. Tek düşündüğü sendin, tek gördüğü sendin. Onun her bir karışını ele geçirmiş gibiydin." Kadının sesi titrediğinde Jeongguk'un da içi titredi. Yağan yağmur saçlarını sırıl sıklam yapmıştı ama bunu umursayamıyordu bile. Sevgilisinin bir daha göremeyeceği gerçeği daha sert çarpmıştı yüzüne.
"Onun için bir zorunluluktum. Eminim ki imkanı olsaydı Jeongguk, senin yanından asla ayrılmazdı." Jeongguk yok olmak istiyordu. Aldatılan değildi. Sevilmeyen değildi. Kandırılan değildi. Sadece katildi. Paranoyak bir katil.
"O gece, öldüğü gece beni karşısına aldı ve hayatının en garip konuşmasını yaptı. Son saatlerini yaşayan bir adamın huzurla karışık hüznü vardı üzerinde. Şimdi anlıyorum aslında her şeyin farkında olduğunu. Son gecesini yaşadığının farkında olduğu gibi." Jeongguk, göz yaşları ve yağmurla ıslanan toprağa dahada sokuldu. Sanki sevgilisini hissedebilecekmiş gibi.
"Eğer ona bir şey olursa sana sahip çıkmamı istedi. Seni, bana emanet etti. Tabii o an anlayamadım ne olup bittiğini, gözlerim dolu dinledim. Bir his doldu içime. Bunaldım. Yanımda kalsın istedim. Ama hiçbir zaman o sana gelirken benim 'gitme' demeye hakkım olmadı." Kadın hıçkırıkları arasında konuşuyordu. Jeongguk ise kadının, kendisini öldürmesi için yalvarabilirdi bile.
"Peki öleceğini bile bile neden bana geldi?" Jeongguk fısıltıyla konuştu. Sesini duyurabilmek için gücü kalmamıştı. Pişmanlıkları ses tellerini söküp atmış gibi hissediyordu. Konuşmaya hakkı yokmuş gibi.
"Yaşarken senden ayrı kalmak yerine sen hala onunken ölmeyi tercih etti. Gerçekleri öğrenirsen gururun yüzünden onu asla affetmeyeceğini biliyordu." Artık soğuğu hissetmiyordu. Sevgilisinin sıcağını istiyordu. Çırıl çıplak kalıp sadece birbirlerinin vücut ısılarıyla yetindikleri günlerden birine dönmek istiyordu. Jeongguk, artık imkansız olan çok şey istiyordu.
"Gel buraya, hastalanacaksın." İç çekerek konuşan, belkide bu durumda en çok acı çeken kadının kendini düşünmesi beyninden vurulmuşa döndürmüştü Jeongguk'u. Kocasının sevgilisi ve katiliydi hala nasıl böylesine yufka yürekli olabiliyordu?
"Sen onun bana vasiyetisin, Jeongguk. Söz veriyorum, iyi olacağız." Jeongguk kafasını iki yana delirmiş gibi sallarken sevgilisinin adını sayıklıyordu. Sonra acı feryatlara dönüştü mırıldanmaları. Toprağın altındaki bütün soğuk bedenler dinledi sevgilisini kaybeden çocuğun iç burkan yakarışlarını. Kim Taehyung hariç. Çünkü o çoktan ölmüştü.
- - -
ŞİMDİ OKUDUĞUN
dead to me 「kth+jjk」
Short Story[Yerin altından aldatabilir misin?] -04.12- +one shot+